Uluslararası Sistemin Kolpacı Siyaset Geleneği: Türkiye Ve İran'ın Gazze Siyaseti

Uluslararası Sistemin Kolpacı Siyaset Geleneği: Türkiye Ve İran'ın Gazze Siyaseti

Bilenler iyi bilir, Kasımpaşa, Tophane dolayımında ki, Karagümrük'ü de es geçmemek gerek, işte bu hinterland içinde bir delikanlılık, külhanbeylik, kabadayılık kültürü hakimdir. Bu bölge insanlarının gerek semtlerine aidiyetleri, semt kimliğini taşırken bu kimliklerinin icap ettirdiği jargonu, dili meşhurdur. Bendeniz de ilk gençlik yıllarından beridir bu bölgede ailecek, akrabayı taallukatla ve hemşerilerimle birlikte yaşa(n)mışlık ve halen devam eden iletişim/ etkileşim ilişkilerine ve tecrübelerine sahibim. Bu bölgede malum; kavga, patırtı; hır-gür, şamata hiç eksik olmaz. Bunlar, gündelik yaşamın sıradan durumlarıdır. Fakat tüm bu kavga ve patırtılar; delikanlılık ve onun sınırlarını belirleyen bir racon etrafında yürür. Gammazlıkla, ispiyonla, arkadan hançerleme, hile hurda ile dolambaçlı yollarla, fırıldaklık, yalakalıkla görülen işlere karşı semtte ciddi bir reaksiyon gösterilir, bunlara karşı dolaylı dolaysız ciddi müeyyideler uygulanır.

 

İşte bu kültür içinde delikanlılık kimliğine halel getiren bir durum olarak "yağıp da gürlemeyenler" kendilerini olduklarından farklı gösterenler için kullanılan meşhur ve çok kullanışlı bir ifade vardır. Bir tarz münafıklık gösterenidir bu ifade. Kolpacılık, "kolpa yapmak" tabiri tam da bu durumu ifade eder. Sıra dışı bir şiddette ve agresiflikte bağırarak, çağırarak, şiddet gösterisi yapıp, gürültüsü ile karşı tarafı yıldırmaya çalışan ama gerçekte korkmuş, zayıf kişileri ifade ediyor bu tabir. Bu tabirin işaret ettiği birisi artık ciddiye de alınmaz. Semtte İtibarı yerle yeksan olur.

 

Bu tabir, tam da bu zamanlarda Ortadoğu'daki gerilimleri akla getiriyor. Soğuk Savaş yılları boyunca ABD ve SSCB arasında görmeye alıştığımız bu kolpacı tavır[1] son yıllarda İran-İsrail arasında had safhaya yükselmiş durumdadır. Artık kimse İran'ın İsrail ve ABD'ye tehditlerine inanmamakla birlikte herkes neredeyse bu üçlü arasında örtük bir ittifak olduğuna dair güçlü bir kanıya da sahiptir.

 

Bu arada Türkiye de bu konuda Mavimarmara, namı diğer one minute'tan sonra uzun süre İsrail'e hatta BM'ye karşı meydan okuyucu/dik duruşlu bir siyasi tavır içindeyken kendisinden beklenen asıl performansı sergile(ye)memesiyle, Filistin/Gazze meselesinde İsrail ve ABD'nin yaptıklarını neredeyse sessizlik tavrı ile karşılamasıyla herkesi oldukça şaşırtıyor.

 

Fakat son birkaç yıldır Türkiye'nin reel politik, konjuktürel durum ve uluslararası dengeler adına girdiği bu suskunluk, İran tarzı kolpacı siyaset yapmakla suçlanması için oldukça elverişli bir ortam üretiyor. Hem içeride hem de körfez ülkelerinde genel kanı Türkiye'nin zaten geçmişteki dik duruşlu siyasetiyle kolpa yaptığına dair güçlenir vaziyettedir. Bu yüzden "Dünya 5'ten büyüktür..." söylemi maalesef inandırıcılığını hızla yitiriyor. Körfez ülkeleri ise maalesef kolpa bile yapamıyor artık. Beterin beteri varmış detirtecek durumdalar.

 

Bir zamanlar bu tarz kolpacı tavırları ile nam salmış iki lider vardı Ortadoğu'da: Saddam ve Kaddafi. Her Allah'ın günü İsrail'e Amerika'ya kafa tutup İsrail'i haritadan sileceklerini söylüyorlardı. Kolpacılık da bir yere kadar. Yeterince ciddiye alınmayan bu iki liderden Saddam bir anda ABD himayesindeki Kuveyt'e girdi. Kaddafi ise ABD Büyükelçisini halka linç ettirdi. Telaviv'e son demlerde 3-5 füze de fırlatmışlığı olan Saddam'ın ve Libya lideri Kaddafi'nin bu olaylar sonrasında 30 küsur sene oturdukları koltukları altlarından çekildi. Saddam'ın idam sehpasında, Kaddafi'nin ise linçle ipleri çekildi. Bunun sonrasında Körfez liderlerinde oluşan travmatik durum, onları arık kolpa da yapamaz hale getirdi. 70'li yıllarda Suudi Kralı Faysal'ın onurlu, dik duruşlu siyasetinin maliyetini de hatırında tutan bu körfez ülkeleri liderlerinden, iliklerine kadar sinmiş CIA ve Mossad, M16'ya rağmen müstakil/bağımsız/kolpasız bir siyaset beklentisi adeta imkansız hale gelmiştir. Bizde de bu travmalar siyasi liderlerimiz için neredeyse 10 yılda bir gerçekleşen Askeri darbelerle ya da dik duruşlu bir tavrın sonunda yaratılan ekonomik krizlerin maliyetiyle oluşturulmuştur.

 

15 Temmuz sonrası Türkiye’nin dünya sistemi ile olan ilişkilerde artık gözetmek zorunda kaldığı dengeler, siyaset stratejilerini ve dilini oldukça belirlemiştir. Bunların yerine ikame edilen kolpacı siyaset ise ancak durumu, vaziyeti kurtarma işi görmektedir. Yakın zamanlarda, Türkiye’de, 15 Temmuz kalkışmasının, Gezi Olayları ile ve Rahip Bronson vakasının siyasi, ekonomik kriz anlamında ürettikleri maliyetler en somut örneklerdendir. Bu tarz olaylar Uluslararası sistemin iktidarlarının gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde organize ettikleri, “ayağını denk al” tarzında yürümektedir. Gerçekten bu tip organize işlere maruz kalan iktidarların sonrasında izledikleri siyaset ve stratejiler, kullandıkları dil de buna uygun olarak, hizaya getirilmiş ve  ayağını denk almış bir şekilde cereyan etmeye başlıyor. Uluslararası Dünya Sistemini çekip çeviren bu etkin, güçlü, hegemonik iktidarlara karşı diğer ülke liderlerinin yine de halklarını teskin edecek, yer yer memnun edecek söz, tavır, eylem ve siyaset imkanı da vardır. Bu imkan da çoğu zaman maalesef kolpacılık yapmak şeklinde tezahür edebiliyor.

 

İran’ın Kolpacı Siyaset Geleneği

İran'ın kolpacılığına, derin, kirli siyasi ittifaklarına karşı öteden beri Türkiye ve Sünni dünyada ise oldukça ciddi bir tepki var. İran'ın bölgedeki siyaset stratejilerine, emperyalistlerle gizli kapaklı ilişkilerine hep masumiyet atfeden ve İran muhipliği üzerinden retorik yapan İslamcılık tarzı ise bu durumu izah etmek ve mümkünse kurtarmak için çok komik haller sergiliyor. Bunlara göre Türkiye'nin her adımı kötü ve satılmışlığına işarettir. Bu çevrelerce bu adımlar, "NATO'cu İslamcılık" gibi soğuk savaş yıllarından kalma jargonlarla tanımlanmakta ve BOP gibi akla ziyan komplocu kafayla değerlendirilmektedir. İran'ın attığı adımlar ve kurduğu ilişkiler, stratejiler ise yine bu çevreler tarafından büyük bir siyaset dehasının örneği olarak görülmektedir. "Velayeti Fakih" müessesesinin mücessemleşmiş hali gibidir bu, İran masumiyeti halleri. İran'a dönük bu tolerans, bir tarz imamların masumiyetinin şerhi ve bizim İran muhiplerinin kayıtsız şartsız itikadı gibidir. Takiyye de varsa yanında yeme de yanında yat gibidir bu durum.

 

İmamların masumiyetine dair itikatlarını sağlamlaştıran Türkiye'deki İran muhiplerinden bir satır bile İran'ın Ortadoğu politikalarına dair bir eleştiri duyduk mu bugüne kadar? Elbette ki, hayır. Aksi olsa itikat kalmazdı zaten. Ama aynı zevat, sabah akşam bir ibadet aşkı ile Türkiye'nin iç -dış tüm politikalarını yerden yere vuruyorlar ve Türkiye aleyhindeki tüm politikalara lojistik destek sağlıyorlar. Acaba neden? Paralellerle, HDPKK, PYD ile gezicilerle hep ittifak hep ittifak ve aynı dilden konuşmak. Üstelik bunu müthiş bir sureti haktan görünme performansları ile yapıyorlar. Oldukça da motivasyonlular. O kadar takiyye takviyesi boşa gitmemiş demek ki.

 

İran ve muhipleri bu durumda da diğer İslam Dünyası ülkelerinin hali pürmelali daha mı iyi sanki? 7 Ekim'den bu yana İsrail karşısındaki rezillik, zelillik ve çaresizliklerinin gerekçesini İran'a faturalandırarak toplumları nezdinde meşruiyyet sağlıyorlar. Özellikle Haniye suikastı sonrasında sanki İran İsrail'e saldırsa hepsi peşinden gidecekmiş gibi davranıyorlar. Halklarına karşı zelil sessizliklerini bu şekilde açıklama ve meşru gösterme telaşındalar. Körfez ülkeleri vaktiyle yalnız bıraktıkları ve artık iyice yorulan Reis'in sessizliği ile de dalga geçiyorlar. Şark kurnazı ahlaksızlar. Neyse ki İran gaza da gelmiyor. Zaten sanırsam bu ülkeler İran'ı bu gel gel ve git gitlerle ateşe atmak istiyorlar. Tabi ki tüm bunları İran-İsrail-ABD arasında olduğu muhtemel örtük işbirliği ve danışıklı dövüşten müstakil söylüyorum. Orası bahsi diğer. Son cümle İsmet Özel tarzı gibi görünse de durum böyledir.

 

İslam dünyası ülkelerini saran hepsine yayılan bir hastalık gibidir kolpacılık. Bu durum bu ülkelerin yönetimlerini ve halklarını birbirlerinden giderek daha da uzaklaştırıyor birbirleriyle güven ilişkisine dayalı işbirlikleri kurmalarını da imkansız hale getiriyor. Bu yüzden birliktelik ve beraberlik tavrının gösterilmesi gereken durumlarda karşımıza ortaya bölük pörçük bir parçalanmışlık manzarası çıkıyor. Bu yeni bir durum mudur yoksa hep böyle miydi?

Bu soruya cevap ararken 90'lı yılların başında Türkiye'deki İslamcı çevrelerin hali pürmelalini bir örnekle hatırlayabiliriz: Geçenlerde düzenlenen dünya kupasında İran ABD Maçı vardı. Ama bu maça dair kimselerde bir heyecan kıpırtısı dahi yoktu. Sıradan bir maçmış gibi iki ülke takımı güle oynaya maçı bitirdiler.Oysa, aynı eşleşmeyi 28 yıl önce ne heyecanla izlemiştik Sakarya'da. Sene 1996 idi. Maçta iki taraf kıran kırana oynuyorlardı. Sarıklı sakallı cübbeli hacı amcalarla tezahurat yapıp Asmaaltı çay ocaklarında tekbirlerle yenmiştik, kahrolası Amerika'yı. Şimdi ise kendimizi taraf bile hissetmiyoruz. İlginç değil mi? Ne(ler) oldu da böyle oldu(k)?

 

 

[1] Wallerstein’ın, Doğu-Batı blokları ya da NATO-Varşova Paktları olarak dünyayı ikiye bölen gerilimleri, tüm Soğuk Savaş yılları boyunca ABD ve SSCB arasındaki çatışmaları ve gerilimleri her iki süper güç arasındaki önceden paylaşılmış, kararlaştırılmış bir danışıklı dövüşten ibaret olduğunu ortaya koyan tezleri malumdur. Bu tezleri İsmet Özel de bolca işler. Yani, ortada savaşmış gibi görünen kocaman bir dünya görüntüsünün arka planında aslında dünyanın büyük bir paylaşımı ve danışıklı bir dövüş ve Kolpacı bir siyaset vardır. Sosyalizm ve liberalizmin bu iki kutuplu dünyanın estetize edilmiş inançlarını temsil ettiği ve bu kaba kolpacılığı estetize etme işlevi gördüğü de aşikardır.

Diğer Yazıları

Kuveyt Gezi Notları

Kuveyt Gezi Notları

  • 13.07.2024 / 02:03

Yorum Yaz