Uluslararası Futbol Sistemi: Turnuvalar, Ülkeler Ve Misyonları

Uluslararası Futbol Sistemi: Turnuvalar, Ülkeler Ve Misyonları

Renklendirici ve Tatlandırıcı Misyonuyla Türk Milli Takımı: Euro 2024

Giriş Niyetine...

Futbol, aidiyet ve kimlik ilişkileri sosyalbilimlerde en çok rağbet gören konular arasındadır. Futbolun siyasetle ekonomi ile ilişkisi de bu anlamda son yıllarda en çok ele alınan konular arasındadır. Futbolun, modern ulus devletler için hayati önem arzeden milli kimlik oluşturma, uluslara kollektif şuur ve birliktelik motivasyonu yükleme işlevi en çok vurgulanan özelliklerindendir. Bu yazıda uluslararası dünya sisteminin işleyişinin Wallerstein'cı ve Bourdieu'cu bakışla futbol dünyasına yansımaları ele alınmaya çalışılmaktadır.

Efsane bir Turnuva:82 Dünya Kupası

Yıllardır Dünya Kupaları ve Avrupa Futbol Şampiyonalarını izlerim. Bir futbolsever merakı ile başladığım bu takibi son yıllarda akademik ilgim ve çalışma konularım arasına da katmış bulunmaktayım. Euro 2024 Futbol Turnuvası başladığından bu yana edindiğim izlenimlerimi her iki mecradan da aktarmaya çalışayım. Öncelikle şahit olup bizzat izlediğim tüm turnuvalarda tespit ettiğim ve artık çok güçlü bir kanı olarak edindiğim fikirler oldukça karamsar.

Henüz 7-8 yaşlarındayken, siyah beyaz tek kanallı televizyonun bitişiğimizdeki komşumuza girişinin ilk yılı sanırım, 1978'deki hayal meyal hatırladığım, Kempes'li Pessey'li, Ardiles'li ve genç Maradona'lı kadrosu ile Arjantin'in şampiyon olduğu turnuva ilk deneyimim sayılır. Sonrasında bende unutulmaz izler bırakan ve dahi futbol oyununa sevdalandığım 82 Dünya Kupası. Bence bu turnuvada turnuvalar tarihinin en görkemli kadroları vardı sahalarda. Kalesinde Dino Zoff'u ile Maldini, Altobelli, Tardelli, Cabrini, Gentile ve Rossi'li kadrosuyla sürpriz bir biçimde muhteşem kadroları ile Brezilya, Almanya, Fransa, İspanya, Arjantin gibi takımlar arasından sıyrılıp şampiyon olan İtalya'nın olduğu 82 dünya kupası. Bu ülkelerin hepsi son sekize kalmış, müthiş, unutulmaz çeyrek ve yarı final maçları sonunda İtalya, finalde o zamanki adıyla Federal Almanya'yı gol makinası Paulo Rossi'nin turnuva boyu gösterdiği sıradışı performansı ile yıkmıştı. Sanırsam Rossi bu turnuva için hapishaneden özel izinle ve şartlı tahliye edilerek kadroya dahil edilmişti. Almanya’nın Schumacher, Briggel, Rummenige, Breitner, Schuster, Magath, Ficher,Litbarski ve Müller’li müthiş kadrosuna karşılık Eder, Dr. Sokrates, Serginho, Carlos’lu favori Brezilya; Stilike, Platini, Six ve Tigana’lı Fransa kadrosu v.s tüm kadroların hepsini, neredeyse 11’lerini ezbere sayabileceğim kadar hafızamda yer tuttuğuna göre turnuva herkeste oldukça iz bırakmış olmalı. Bu turnuvadan, görece alt kademe takımlardan; Polonya'dan Lato, Belçika'dan kaleci Paff, Enzo Schifo, Gerets, Auguntailler; yine Afrika ülkelerinin milli takımlarından bazı fenomen isimler kalmış aklımda.

82 Sonrasındaki Diğer Turnuvalar

Sonrasında 86, 90 Dünya kupalarında Maradona'nın Arjantin Milli takımıyla neredeyse tek başına sunduğu futbol resitalini izlemiştim. Sonrası Brezilya, Almanya, İtalya'nın tekerrürlü en az iki şampiyonlukları daha. Fransa ve İspanya bu açıdan sahneye geç çıkmış, sömürgecilik yarışına sonradan dahil olmuş gibi ancak birer adet şampiyonluk kazanabildiler.

66 Dünya Kupasından bu yana Dünya Kupasında kayda değer başarısı olmayan ülke ise garip bir biçimde, futbolun beşiği, bu oyunun mucidi İngiltere. Milli takımlar düzeyinde İngiltere'nin gerek Avrupa'da gerekse Dünya Kupasında kayda değer bir başarısı yok henüz. İki dünya savaşı kazanmış, güneşin batmadığı bir imparatorluk birikimiyle İngiltere'nin sadece ev sahibi olduğu için kazandığı 66 Dünya Kupası dışında bir başarı gösterememesi çok tuhaf.

"We won two world wars and one world cup"

İngilizler her ne kadar bu turnuvalarda böylesi bir hayal kırıklığı yaşamalarına rağmen geleneksel kibirlerinden taviz vermiyorlar. Özellikle her iki savaştaki azılı düşmanları Almanların dünya savaşlarında yaşadığı iki büyük yenilgiyi telafi ettiklerini düşündürten tavırlarına ilginç bir tezahüratla karşılık verebiliyorlar: "We won two world wars and one world cup"

Bir başka tuhaflık, bu kupanın Afrika, Asya ülkeleri arasında da bir kazananının olmaması. Nijerya, Kamerun, Gana, Senegal, Cezayir ve son turnuvada Fas, bu turnuvaların pek çoğunda turnuvaya renk, heyecan, zevk anlamında bir çok şey verip yarı finalden ötesini göremediler. Uzak doğu ülkeleri de öyle. G.Kore dışında kadrajda hatıra bırakan bir ülke yok gibi, son turnuvada biraz da japonya göründü o kadar. Bir ara Brezilya da uzun süre kazanamayıp oyun sistemini fizik güce, kondisyona ve takım oyununa çevirip batılılaşınca 2 kez kupayı kazanmıştı. Fakat asli kimliğinden uzaklaşıp tad vermeyerek, sempatisini de yitirerek.

Demek ki artık kupayı kazanmanın anahtarı Avrupa'nın kurallarına göre oynamaktı. Öyle yıldız oyunculara, teknik, estetik gösteriye dayalı futbol kar etmiyordu. Bunu son zamanlarda Afrika, Asya ülkeleri takımları da kapmış olmalı ki artık bir futbol maçını baştan sona izlemek oldukça sıkıcı bir hal almaya başladı. Türkiye bu turnuvaların her ikisinde de nadiren katılım hakkı kazandığı tarihinde, bir dünya ve bir Avrupa 3.lüğü dışında kayda değer bir başarı göstermiş değil. Balkan ülkelerinden Bulgaristan, Romanya, eski Yugoslavya ve Rusya da bir dönem Çekoslavakya, Polonya gibi ülkeler de cılız bir parlama ya da ekstrem bir başarı dışında kayda değer bir başarıya sahip olamadılar. Belki de şampiyonlukların 5-6 ülke arasındaki dolaşımına en büyük reaksiyonu Hollanda ve Portekiz göstermiştir. Hollanda'nın kaybettiği en az 3 Dünya kupası finali var. Portekiz de keza öyle. Sonunda onlar da bir kez o da sadece Avrupa Şampiyonu olabildiler.

Her turnuvaya sürpriz favori olarak çıkan, bu sefer olacak dedirten bu iki ülke dışında dişli ama pek bir kazanım elde edemeyen 4 ülke daha var: Özellikle Belçika. İsveç, Hırvatistan ve Danimarka da bu kategoride. Danimarka Milli takımı yaz tatilinden, plajlardan apar topar savaş suçlusu Sırbistan'ın yerine Avrupa Futbol Şampiyonasına çağrıldıkları sene tarihin en büyük sürprizine imza atıp şampiyon oldular. Fakat o seneden başka kayda değer bir başarıları olamadı.Turnuvaların tarihi incelendiğinde, futbol ve başarı hikayesinin Winnerlar ile Loserlerin kapışması gibi okunabilir.

Futbolun Uluslararası Dünya Sistemindeki İzdüşümleri

Gelişmeler "Futbol 22 kişi ile 90 dakika oynanan sonunda da Almanların kazandığı bir oyundur..." diyen Gary Linekeer'in bu ifadesini doğrular niteliktedir. Almanlara belki de İtalya'yı, Brezilya'yı ve Arjantini de eklemek gerekir. Son dönemlerde Fransa ve İspanya'nın da bu kazanma, yani winner'lık kültürüne eklendiği söylenebilir.

Türkiye ve Asya-Afrika ülkeleri ya da Balkanlardaki eski demirperde ülkelerinde bu kazanma kültürü kazanılır mı bilinmez. Fakat bu konuda her şeyin Wallerstein'cı dünya sistemi kuramındaki kast tarzı bir kader gibi işleyen bir yapı içinde gerçekleştiğini görmek gerek. Bu kurama göre; gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler arasındaki makas hiçbir zaman kapanmaz. Eşitsizliğin süregeldiği bu sistemde bu eşitsizliğin sürekli hale gelmesini sağlayan ve bunu yöneten mekanizmalar vardır. Futbol Endüstrisi de Uluslararası Dünya Sisteminin işleyiş kurallarına uygun bir kast sistemi yaratmıştır. Bourdieu'cu bakışla sosyalbilimlerde oldukça verimli bir analiz sunan eşitsizliğin yönetimi ve sürdürülebilirliğinin bu tarz kast tarzı sistemlerdeki işlevini iyi anlamak gerekir. Bourdieu, bu konuda Oyun-Alan-Habitus gibi kavramlar yolu ile bu eşitsizlik kültürünün yerleşik hale nasıl geldiğinin ipuçlarını çok iyi verir. Sermayesi ile lobileri ve pazarlama, planlama gibi organizasyon becerileri ile diğer ülkelere ancak anlık, sürdürülebilirlik imkanı olmayan başarılar sunarlar. Galatasaray'ın aynı yıl, sanırım 2000'de ülkeye getirmeyi başardığı tek kupa olan uefa kupası ve süper kupa başarısı gibi. Ya da Yunanistan'ın marjinal savunma futboluyla kazandığı Avrupa Şampiyonası gibi. Burada sıradışı olan ve tezleri ortada bırakan ise 2 dünya savaşı kazanmış, futbolun mucidi ve dahi beşiği sayılan  İngiltere milli takımının tarihinde sadece bir Dünya Kupasının olması. Kulüpler düzeyinde dünyanın pekçok kıtasından adeta kölelik tarzının form değiştirmiş şekli ile ligine topladığı glatyatör futbolcuları Premier Leage'de oynatarak kupalara ambargo koyan bir ülkenin kendi öz kaynakları söz konusu olduğunda yaşadığı başarısızlıklar ilgi konusu. Zaten dünya savaşını da sömürgelerinden topladığı askerlerle kazanmıştı.

Turnuvaların Renkli Takımı Türkiye

Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte modern muasır medeniyetler seviyesine yükselmek olarak hedef  ve vizyonunu ilan eden Türkiye ise kalkınma politikaları ile gerek sosyal gerek kültürel modernleşme politikaları ile olsun gerekse ekonomik program ve politikaları ile bu hedef ve vizyonu gerçekleştirmek için 100 yılı aşkın bir süredir bu çaba içindedir. Fakat bu çaba veya performans süreci sonucunda ortaya çıkan tablo genel toplamda bir arpa boyu yol almak olarak özetlenebilir. Gelişmiş ülkeler nezdindeki pozisyonu asla değişmeyen bir Türkiye tablosu var. Büyüme, sanayileşme, modernleşme, kalkınma hamleleri; buna mesai harcayan politikaları; planlama ve organizasyonları ile Türkiye neredeyse başladığı yerde. Dönemsel bazı parlamalar, iyileşmeler, büyümeler v.s gösterdiği durumlarda bile devreye giren ekonomik, siyasi, askeri krizlerle başladığı yere geri dönen bir Türkiye manzarası.

Futbolda da durum aynı Türkiye için. Anlık, dönemsel parlamalar ve başarılar dışında Türkiye’nin bu alanda gelişmiş ülkeler standartlarına girmesi, bir futbol ülkesi olarak addedilmesi için daha tonlarca ekmek fırınını yok etmesi gerektiği aşikar. Bu tüketilen fırınlarla işin sonu mutlu sonla biter mi? Açıkçası, dünya sistemindeki kast tarzı kaderci yapılanma futbol dünyasını yöneten uluslararası sistem için de geçerli duruyor.

Güney Amerika ülkelerinin milli takımları bile belki de USA’nın yani ABD’nin himayesinde futbol dünyasının baş aktörleri arasına girebiliyor. Neticede Amerika kıtası ve ABD’nin yokluğunda bu kıtanın da iyi bir temsili söz konusu olmalıdır. Dönem dönem Amerika da bu işe soyunabiliyor fakat, asıl ilgi odağı, kendisiyle rekabet edilemeyen NBA Endüstrisine sahip ve de kendine özgü futboluyla kendine yeter bir pozisyonda zaten. Klasik futbol oyununda ise Amerika kıtasına doyum kazandıracak güçlü potansiyelli Latin ülkeler bu ihtiyacı fazlasıyla doyuruyor zaten. Ayrıca dünya sisteminin futbol dünyasındaki kast tarzı kaderci yapılanması tezini zayıflatan bir husus da G.Amerika gibi görece yoksul, gelişmekte olan ülkelerin dünya kupaları kazanma başarıları. Bunun Wallerstein'cı komplo kuramı ile izahı bir de şu şekilde mümkün olabilir: Uruguay aslında ilk iki kupayı henüz sistem kurulmadan yağmalamış. Sistem kurulduktan sonra da bir daha gün yüzü görememiş. Sonrasında bir yarı final oynaması dışında başka da bir başarısı yok gibi

Latin Amerika, aynı zamanda uluslararası sistem karşıtlığı potansiyeliyle bilinir.Yönetimleri ve halkları nezdinde Katolik ve Sosyalist bir dünya görüşü baskın. Dünya sisteminin kurucu aktörü kıta Avrupası'nın muhtemelen, bu başarıları olası bir devrim tehlikesine karşı bu ülkelere dönem dönem bir miktar afyon vermesi ile ilgili de olabilir. Tabi ki bu çok zorlama ama imkan dahilinde hesaba katılabilir bir yorum olarak düşünülebilir. Gerçekten bu bölge halklarının bu oyuna karşı aşırı tutkularını ve yeteneklerini bu başarılarda göz ardı etmemek gerekir. Brezilya ve Arjantin halklarının oyun bozucu ve karşı çıkma ruhlarıyla da bunu açıklamak gerekir. Yine de Copa Amerika turnuvasını çoğunlukla ve hatta genellikle kazanan ülkelerin sadece Brezilya ve Arjantin olması o kıtada da benzer bir kast sisteminin kendi içinde işlediğinin en belirgin göstergesidir. Futbol dünyasını ayakta tutan sistemin kuralları, bu alanda da oyunun hegemonyasını belli ülkeler lehine oluşturmakta, fakat diğer ülkelere de arada umutlar verecek şekilde sürpriz yapma imkanları da oluşturmaktadır. Başka türlü rekabeti, heyecanı sürdürülebilir hale getirmenin imkanı da yok zaten. Bu yüzden her turnuvaya azgelişmiş Afrika ülkeleri şampiyonluk iddiasıyla ve türlü yıldızları ile muhteşem bir giriş yapıyorlar, yapacaklar da. Fakat iş sonucu kotarmaya gelince sonu hep aynı hayal kırıklığı ile bitiyor.

Bunun Avrupa versiyonunda da renklendirici, tatlandırıcı misyona sahip ülkeler arasında Türkiye de başta geliyor. Futbol aşkı ile yoğrulan renkli, hamasi tribünleri ve öngörülemeyen sürprizler barındıran, duygulu, heyecanlı fakat sistemsiz, istikrarsız, plansız doğulu asabiyesiyle içkin Türk futbolu, katılabildiği kadarıyla bu turnuvalarda en çok tatlandırıcı, renklendirici bir misyonu gerçekleştirebiliyor. Türk futbolunun Dünya ve Avrupa futbolu içindeki misyonu, futbol oyununun kitlelere sevdirilmesi için gerekli bir sos, bir malzeme hükmündedir. Afrika ve Asya ülkelerinin milli takımlarının dünya kupalarında gördüğü işlev Türkiye için her iki turnuva için de geçerli. Hırvatlar, Çekler, Ruslar, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç gibi ülkeler, ortaya serilen sofranın tatlandırıcı, renkli ve lezzetli soslarını oluışturuyorlar. Yemeği afiyetle yiyenler ise her daim gelişmiş ülkeler kategorisindeki Ülkeler oluyor. Onlar da zor bela çıktıkları grup aşamalarından sonra turları teker teker atlayıp finalde buluşuyorlar, kupalara uzanıyorlar zaten.

Diğer ülke takımlarına ise tadı damaklarında kalmış bir yemeği yarım bırakmışlığın iştahı kalıyor sadece.

Diğer Yazıları

Kuveyt Gezi Notları

Kuveyt Gezi Notları

  • 13.07.2024 / 02:03

Yorum Yaz