Türkiye’de Üniversite’nin Yıllık Ve Asırlık Karnesi
İngiltere’de yayınlanan The Guardian Gazetesi’nde 4 Haziran 2024 tarihinde Birleşik Krallık üniversitelerinin 'geri dönülemez bir düşüşle' karşı karşıya olduğu yönünde bir haber-makale yayımlandı. Haberi yazan gazetenin Eğitim editörü Richard Adams bunu üniversitelerle ilgili uluslararası değerlendirme kuruluşu Quacquarelli Symonds (QS)’nin son raporuna dayandırmış. Raporun sıralamasında bu yıl 90 kurumdan 52'sinin geçen yıla nazaran geriye düşmüş olması nedeniyle, Adams İngiliz yüksek eğitim kurumlarının bir kısmının kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor.
Raporda sıralamada yer alan 90 Üniversitenin sadece 20’sinde nispi bir yükseliş göze çarparken geri kalan üniversitelerin 52’sinde düşüş, diğerlerinde de duraklama kaydedilmiş. Mesela geçtiğimiz yılki sıralamada 2. Sırada yer almış olan İngiltere’nin tarihi ve efsanevi üniversitesi Cambridge bile bu yıl 5. Sıraya gerilemiş durumda.
QS sıralaması, eğitim alanında uzmanlaşmış bir İngiliz kuruluşu olan Quacquarellu Symonds Şirketince yıllık olarak yayınlanan bir üniversite ölçme ve derecelendirme sıralamasıdır. 2004 ile 2009 yılları arasında bugün yine kendi sonuçlarını ayrıca yayınlamakta olan Times Higher Education ile ortak olarak çalışan QS, sıralamaları derlemekten sorumlu bir istihbarat birimine de sahip olup her yıl binlerce akademik katılımcıdan veriler derleyerek sonuçlarına ulaşmakta ve bağımsız akademik çevrelerce oldukça güvenilir bir kuruluş olarak kabul edilmektedir.
Bu yılki değerlendirmelerde tüm dünyadan 5663 yüksek eğitim kurumu değerlendirilmeye alınmış ama bunlardan 1503’ü sıralama alınmış. Değerlendirmeleri yüzde 30 akademik tanınırlık, yüzde 15 işveren tanınırlığı, yüzde 20 akademisyen başına düşen atıf sayısı, yüzde 10 hoca başına düşen öğrenci sayısı, yüzde 15 uluslararasılaşma, yüzde 5 sürdürülebilirlik ve yüzde 5 de istihdam sonuçları dikkate alınarak yapılıyor.
Bu kriterlere göre Türkiye’nin üniversiteleri de değerlendirilmiş ve İngiltere’nin aksine gözle görülür bir yükseliş kaydedilmiş. Buna göre Türkiye’den geçen yıl da bu yıl da 25 üniversite var. Ancak geçen yıl ilk 500 içinde 3 Türk Üniversitesi yer alırken bu yıl 5 üniversite yer alıyor. Ayrıca sıralamada yer ala 25 Türkiye Üniversitesinin 15’inde yükseliş kaydedilirken diğer 10’u geçtiğimiz yılki sıralamadaki yerlerini korumuş. Bu 25 üniversitenin bir kısmı son yıllarda sıralamalara girmeye başlamış ve her geçen yıl bu sıralamalardaki yerlerini yükselttiği görülüyor.
Hatırlarsanız geçtiğimiz yıl yine bu zamanlarda yayınlanmış olan ve burada zikrettiğimiz Londra merkezli uluslararası yükseköğretim derecelendirme kuruluşu Times Higher Education (THE), “Dünya Üniversite Sıralaması 2023” raporunda da benzer veriler yer almıştı. O rapora göre Türkiye’den 3 üniversite ilk 500’e, toplam 11 üniversite de ilk 1000’e girmişti. Bundan da daha önemlisi Türkiye’nin artık toplam dünya sıralamasında en iyi temsil edilen ülkelerden biri olarak görülmesiydi.
O sıralamada 75 Türk üniversitesi yer almış (bu rakam bir önceki yılda 61 idi) ve Türkiye’den sıralamaya giren üniversite sayısının 2018’e göre üç kattan fazla arttığına vurgu yapılmıştı. Bu da Türkiye’yi sıralamada ABD, Hindistan ve Çin gibi devlerin ardından en iyi temsil edilen yedinci ülke yapmış durumda. Farklı kriterlere göre değerlendirmelerin yapıldığı bu sıralamalarda Türkiye’nin çok büyük bir mesafe kat etmekte olduğu çok açık.
QS raporu geçtiğimiz yıla nazaran bu yılki verilerle birlikte Türkiye Üniversitelerinde yakalanmış olan yükseliş trendinin istikrarlı bir biçimde devam ettiğini gösteriyor. Birçok üniversite bugün ektiği tohumları birkaç yılda alabiliyor, dolayısıyla gelecek yıllarda çok daha hızlı gelişmeler de kaydedebiliriz. Tabi bu durum bugün üniversitelerimizde yaşanan bazı sorunları görmeyi ve dile getirmeyi de elbette engellemez.
Ancak İngiltere üniversitelerinin gerilemesi haberlerinin İngiltere kamuoyunda nasıl değerlendirildiğine dair yine The Guardian’ın eğitim editörü Richard Adams’ın uzun zamandır üzerinde ısrarla durduğu bir konu dikkat çekiyor. Adams makalesinde İngiltere üniversitelerindeki bu gerilemede son zamanlarda göçmen politikaları dolayısıyla hükümetin öğrencilere vize vermeyi zorlaştırmasının büyük payı olduğunu söylüyor.
Adams’ın makalesinde, Imperial College London'ın başkanı Prof. Hugh Brady, Birleşik Krallık'taki bilhassa uluslararası öğrenci vizelerini kısıtlayan ve yetenekli öğrencileri ve araştırmacıları üniversiteye getirmek için gerekli olan lisansüstü çalışma vizelerini baltalayan hükümet politikaları nedeniyle Birleşik Krallık'ın başarısının riske atılabileceğini ifade etmiş. Uluslararası öğrencilerin ülke ekonomisine katkılarını biraz daha detaylandırarak anlatan Brady eklemiş: “Uluslararası öğrencilere sahip olmanın birçok faydası var. Ancak gerçek şu ki, bu gelir olmasaydı Birleşik Krallık'taki öğrencilerin eğitimini ve aslında pek çok dersi çapraz olarak sübvanse edemezdik.”
QS’in kıdemli başkan yardımcısı Ben Sowter’in de aynı yöndeki ifadelerini aktaran Adams, aslında bu rapor yayınlanmadan önce de bu konuya sürekli dikkat çekmiş. Mesela 13 Mayıs’ta aynı köşede İngiltere Üniversitelerinin vize zorlukları dolayısıyla büyük düşüş yaşamakla karşı karşıya olduğunu ve “öğrenci vizelerine yönelik daha fazla kısıtlamanın Britanya'nın yaratıcı endüstrileri için hayati önem taşıyan yetenek akışını sekteye uğratacağı” uyarısını yapmış.
Görünen kadarıyla İngiltere kendi üniversitelerindeki tarihi kalitenin önemli bir kısmının uluslararası öğrenci ve yaratıcı yetenek akışına bağlı olduğunun çok iyi farkında. O yüzden akışın vize politikaları dolayısıyla durdurulmuş olmasını üniversitelerde yaşanan düşüşün en önemli sebeplerinden biri olarak kaydediyor. Tabii ki yabancı öğrenci sadece yetenek akışı sağlamıyor, finans akışı da sağlıyor.
Türkiye üniversiteleri ise uluslararası öğrenciyi celbetme ve bunu da hem yetenek hem finans akışını sağlamanın yolunu daha yeni keşfetmiş bulunuyor. Bu alanda çok hızlı mesafe kat edildiyse de daha işin başında karşı karşıya kaldığımız bambaşka sorunlar var: Her öğrenciyi kaçak göçmen sayan ve onunla mücadele adına akıl almaz bir baskı uygulayan uygulamalar. Bunlara daha önce de değinmiştik, tekrar girmeyelim, ama işin hem üniversite kalitesine, finansmanına ve ufkuna katkılarıyla hem de uzun vadeli kültürel, bilimsel, kamu ve siyasi diplomasi alanındaki katkıları üzerine Talip Küçükcan’ın son zamanlarda yayınlanan raporu siyaset geliştirmek için gerekli bütün doneleri sunuyor.
Bu alanı ne idüğü belirsiz çapulcuların çıkardıkları kuru gürültülere ve kalabalıklara bırakmamak lazım.
Üniversite nereden geldi de nereye gidiyor?
Türkiye’de yüksek öğretimle ilgili herhangi bir olumlu gelişmeyi duymaya tahammül etmeyen insanların varlığı malum. Olumlu bir gelişmeden, bir boyuttan sözedilirse hemen en olumsuz ağızlarını açıp bütün gelişmeleri önemsizleştirenlerin nasıl bir yüksek öğretim seviyesini hayal ettiklerini zaman zaman soruyorum. Mesela üniversitelerin yirmi yıl önceki seviyesi mi? 40 yıl önceki mi? Altın Çağ addettikleri Cumhuriyet dönemini mi?
Bir de hangi açıdan mesela?
Üniversiteleşme seviyesi açısından desek, hoca başına düşen öğrenci sayısı açısından desek, uluslararasılaşma seviyesi açısından desek, hocaların araştırma ve yayın sayı ve kaliteleri ve aldıkları atıflar açısından desek, araştırma ve ifade özgürlüğü açısından desek veya hangi kriter açısından dersek diyelim mevcut durum hangi dönem ile karşılaştırılıp daha kötü olduğu söylenebilir?
Cumhuriyetin ilk 25 yılında Türkiye’de yeni bir üniversite bile açılmış değil. Varolan Osmanlı Darülfünun’unun İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüş olmasından başka bir gelişme yok. 1947 yılında ancak iki yeni üniversite kurulabiliyor ve bu üniversitelerin dünya gündemine ilk gelişleri bile mesela DTCF’de yaşanan siyasi eksenli tasfiyeler dolayısıyla oluyor. Yani üniversite demek alabildiğine ideolojik bir resmi görüşün taliminden başka bir şey ifade etmiyor. Üniversiteler darbecilerin manipülasyonlarına açık bir alan olarak görülüyor. Sonraki yıllarda yavaş yavaş gelişiyor ama daha seksenli yılların başlarından itibaren başörtüsü, katsayı, 12 Eylül istibdadının bir hediyesi olarak YÖK, derken üniversite adına elimizde nasıl bir pratik kalmıştı acaba?
Türkiye’de “üniversite bitmiştir” diye şom ağızlılık yapanlar hangi varlık dönemine gururla atıfta bulunabilirler? 28 Şubat döneminden itibaren hocaların başörtülü kovaladıkları, ÖSYM’nin bütün ölçme ve değerlendirme kriterlerini İmam-Hatiplileri ve meslek liselileri dışarıda bırakacak formüllere dayandırdığı dönemler mi?
ÜNİVERSİTELEŞMENİN SORUNLARI
Tabii ki bugün üniversitelerin mevcut haliyle sorunsuz olduğunu kimse söyleyemez. Eleştiri konusu edilen veya tespit edilen bütün eksikler ve kusurlar bugün rahatlıkla ifade edilebiliyor, hepsi de geliştirme ve güncellemeler için gerekli veri tabanına alınıp değerlendirilebiliyor.
Buna rağmen Türkiye’de üniversiteleşme ile ilgili eleştiriyi bizzat yaptım: Bu kadar üniversiteleşme oranı fazladır ve sosyolojik olarak telafisi çok zor sorunlara yol açabilir. Bugün üniversiteleşme oranımız övünmemiz gereken seviyenin çok üstüne çıkmış, bir kusura dönüşmüştür. Kusuru istihdam politikalarımızdan belli sektörel üretim sistemlerimize, aile yapımızdan doğurganlık oranımıza ve genel geçer yaşam tarzlarımıza kadar bir sürü zararlı etkisi olmasından.
Belki işe 12 yıllık zorunlu eğitimden dönmekle başlayıp, belli mesleklere geçişlerin önünü erken yaşta açmak lazım. Bugün hiç üniversite okumayı gerektirmeyen ve kazancı bugünkü üniversite mezunlarının birkaç katı yüksek birçok meslekte çalışacak insan bulmak çok zor. Bir asansör bakımı için insan arayın mesela isterseniz. Haftalar sonrasına gün alabiliyorsanız, o da bulabilirseniz. Bu tür meslekler için insan yetiştirmek zorla üniversite okutmaktan hem daha kolay hem daha verimli sonuç verebiliyor. Tabi üzerinde işin erbabınca uzunca durulması gereken bir konu.
Üniversiteleşme seviyemiz bir sorun olsa da, bu soruna başka büyük sorunlarla başetmek üzere koyulduğumuzu da unutmayalım. Fırsat eşitliği oluşturabilmek ve toplumda yüksek öğretim talebinin karşısındaki kısıtlamaları kaldırabilmek adına girişilen bir iş. Bir başka boyutu da tabii ki ekonomik. Her bir üniversitesinin bulunduğu ile yaptığı katkılar, şehrin çevresel-fiziksel gelişimi veya kültürel ve ekonomik gelişimindeki rolü girişilen bir kalkınma programının bir parçasıydı. Ama şimdi artık bu programın etki analiziyle yan etkileriyle baş etmemiz gereken bir durumda olduğumuzu da anlamak zorundayız.
Gelelim uluslararasılaşma konusunda üniversitelerimizin kat ettiği olumlu mesafeye, bilhassa İngiltere’deki üniversitelerinin QS sıralamasındaki düşüşüne karşılık Türkiye üniversitelerinin yükselişi ve bunda İngiltere’deki uluslararası öğrenci payının düşmüş olmasına dair söylediklerimize. Türkiye Üniversitelerinin ortaya koyduğu farka dair olumlu tespitlerimize karşılık öne sürülen şöyle bir kılçık: “Yurtdışındaki, özellikle Afrika’daki birçok merkezde parayı basanın Türkiye’ye öğrenci olarak gelmenin yoluna baktığı bir tezgâh var, İngiltere’deki durumla karşılaştırılamaz”
Tabi üniversitenizin önüne uluslararasılaşma gibi bir hedef koyduğunuzda, her gelen öğrencinin gerçekten okul okumak için gelip gelmediğini tam olarak kontrol etmeniz imkânsız. Ama bu durum sadece nerdeyse işin başındaki Türkiye için mi geçerli sanıyorsunuz?
İngiltere’deki uluslararası öğrencilerin hepsi sadece okul okumak için mi gitmiş oluyor? Orada da “öğrencilik bahane, İngiltere’nin taşı toprağı altın” diyen önemli bir oran yok mu sanki?
Bu var tabi ve biliniyor, ama bu akışın üniversitelere hiç değilse maddi açıdan yaptıkları katkılar dolayısıyla bu durum gözardı ediliyor. O sayede İngiltere üniversiteleri dünya üniversiteleri içinde yüksek bir skalada bulunuyormuş işte. Üstelik öğrenciliği bahane olarak kullanarak gelenlerin bile ülkeye başka türlü katkıda bulundukları değerlendiriliyordu.
Geçtiğimiz aylarda İngiltere İçişleri Bakanı James Cleverly, uluslararası öğrencilerin üniversite derslerini çalışma vizesi almanın ucuz bir yolu olarak kullanarak "Birleşik Krallık yüksek öğrenim sisteminin bütünlüğünü ve kalitesini baltalayabileceklerini" bile söyledi. Bu aslında İçişleri Bakanı ile İngiltere eğitim sektörü arasındaki bir bakış açısı farkını da işaret ediyordu. Nitekim İçişleri bakanının bu bakış açısına son zamanlarda daha fazla meyleden politikalar İngiltere yüksek öğretim sektörünü trajik bir düşüş trendine sokmuş durumda ve bu durum İngiltere yüksek öğretim kurumlarında ciddi bir hoşnutsuzluğa yol açmış bulunuyor.
Bu kriz aşılamadığı taktirde İngiltere üniversitelerinin düşüşünün önlenemeyeceği endişesi sıklıkla dillendirilirken bir hükümet sözcüsü de kaçak göçle kararlı mücadele ile İngiltere’ye yaptıkları önemli katkının bilincinde olarak en parlak öğrencileri üniversitelerimize çekmek arasında doğru dengeyi kurmanın gereğin ifade etti.
Bu kıssadan Türkiye için elbette birçok hisse düşüyor.