Suriye’nin Kördüğümü ve Yeni Bir Başlangıç Umudu
Büyük İskender, ordusuyla birlikte bir memlekete doğru yol alırken, kalabalığın toplandığı bir meydan dikkatini çekmiş. Halk, büyük bir merak ve azimle karmaşık bir düğümün etrafında toplanmış, çözmek için uğraşıp duruyormuş. İskender, bu garip manzaraya yaklaşmış ve sormuş: "Burada ne yapıyorsunuz?" Kalabalıktan biri yanıt vermiş: "Ne yapalım, kırk yıldır bu düğümü çözmek için uğraşıp duruyoruz, bir türlü çözemedik bu işi." Bunun üzerine İskender, çekmiş kılıcını, düğümü koparıp atmış ve şöyle demiş: "Alın, işte size çözüm!"
Suriye, yıllardır süren iç savaşla bir kördüğüme dönüşmüştür. Bu düğüm, yalnızca ülke içindeki çatışmalarla değil, aynı zamanda uluslararası güçlerin müdahaleleri, çıkar çatışmaları mezhepsel ve ideolojik ayrışmalarla, daha da karmaşık bir hale gelmiştir. Rejim karşıtı gruplar, radikal örgütler, irili ufaklı onlarca silahlı grubun cirit atmasıyla uluslararası koalisyonlar ve bölgesel aktörler arasında süregelen çatışmalar kırk yıl değilse bile 13 yıllık bir kördüğümdü.
Gündem öylesine karmaşık ve ağırlaşmıştı ki, artık olayları takip etmek bile bir yük haline gelmişti. Öyle ki, yalnızca biz değil, bu dramın asıl mağdurları olan Suriyelilerin bile süreci anlamakta zorlandığını, çözüm konusunda umutsuz olduklarını düşünüyordum. Milyonlarca insan, yuvasından koparılarak mülteci konumuna düşmüş, bir milyonun üzerinde hayat sönmüştü. Dünyanın dört bir yanına savrulan Suriyeliler, gittikleri her yerde isimleriyle acının ve çaresizliğin simgesi haline gelmişti. "Suriyeli" kelimesi, bir milletin adı olmaktan çıkmış, rezillik, perişanlık, sürgün ve umutsuzluk gibi ağır anlamlarla anılır olmuştu. Öteden beri zenginlik ve ticaretle özdeşleşen Şam, Halep gibi kadim şehirlerin insanları dilencilik ve sefaletle özdeş bir hale gelmişti. Ümit Özdağ gibi birinin bile ağız kokusunu çekmek; onun karşısında dahi başlarını önlerine eğik tutmak durumunda kalmışlardı. Daha ne olsun!
Bu trajediyi uzun uzadıya anlatmanın artık ne bir anlamı ne de bir gereği var. Ancak şimdi, Suriyeliler onurlarını yeniden kazanmak için bir hamle yapıyor. Kendileri bu dönüşüme inanmış görünüyorlar; fakat mülteci olarak yaşadıkları ülkelerdeki insanları ikna etmekte hâlâ zorluk çekiyorlar. Düğümün, İskender hikayesindeki gibi bir kılıç darbesiyle çözülmüş olması, Türkiye’de bazı çevreleri pek memnun etmemişe benziyor. Fakat gerçek olan şu ki, düğüm çözüldü. Birileri hâlâ saplantılı bir şekilde, kesilmiş ipi görmezden gelerek, düğümü eski yöntemlerle çözmeye çalışmanın hayalini kuruyor. "Eğer kesilmeseydi, bu düğümü nasıl çözebilirdik?" diye düşünmeye devam ediyorlar.
"Kim çözdü, neden çözdü, nasıl çözdü?" gibi sorular sorulsa, belki bir yere kadar anlayış gösterebilirsin. Ancak meseleyi "Neden çözüldü?" boyutuna kadar vardıranlar var ki, bu durum artık insanı çaresizliğe sürüklüyor. Nitekim, dün bir arkadaşım bana HTŞ lideri Colani ile Theodor Herzl simalarının benzerliğine dikkat çeken bir mesaj attı. Esprili bir şekilde Herzl’in Colani’de "hülul ettiğini" ifade ediyordu. Sonunda iki fotoğrafın da birbirine çok benzediğine beni ikna etti. Mesajın esprili bir yönü olduğunu kabul etmekle birlikte, aynı arkadaş Colani’nin ve HTŞ’nin doğrudan bir İsrail planı olduğu konusunda ciddi bir düşünceye sahip olduğunu belirtmek lazım. Bu tür yorumlar, abartılı görünse de, düğümün çözülme sürecine dair farklı çevrelerde oluşan derin paranoyayı anlamak açısından dikkat çekicidir.
İsrail ve ABD işin içinde mi? Olmaması şaşırtıcı olurdu zaten. Peki, gelişmeler İsrail’in işine yarıyor mu? Gelecekte hepimiz İsrail’in kölesi olabiliriz. Şu anda olan biten neyse 1917’de, İngiliz işgalinden, 1948 İsrail kuruluşundan, 1967 hezimetinden, 7 Ekim 2023 kudurmuşluğundan daha mı beter. Allah muhafaza daha kötüsü ne olabilir ki dedirtip büyük konuşturuyorlar adamı… Suriye meselesi bitmiş bir mesele değil henüz, bir umudun başlangıcı olduğuna inanlardanım. Suriyeliler inanıyorsa ben de inanıyorum. Benim için mesele şimdilik bundan ibaret. Kaldı ki Suriyeliler de Esed rejimindeki sahte af çağrılarıyla değil, bir ümitle ülkelerine dönüyor gibiler. Böylesi bir başlangıçtan daha ne beklenebilir ki? Ama "Suriyeliler bıraksa da biz bırakmayacağız" diyorsanız, o başka…
Peki, Suriye’de gerçekleşen nedir? Öncelikle İran, Rusya ve Esed rejimi gibi kaybedenleri bir kenara koymamız gerekiyor; çünkü onlar için söylenecek pek bir şey kalmadı. Dün Colani’nin İbrahim Kalın’ın arabasını sürmesi gibi sembolik olaylar, Türkiye’nin bu süreçte ne kadar merkezde yer aldığını açıkça ortaya koydu. Hadi bunu da en kötüsü olarak ele alalım. Bu bağlamda, bu gelişmelerden en çok ümitsiz olması beklenen taraflardan biri, uzun zamandır Rojava devrimi argümanıyla kazanımlar elde etmiş olan Suriye’deki Kürtler olması gerekir. Bu kadar olumsuz bir senaryoya rağmen, peki, onlar bu durumu nasıl değerlendiriyor? Bu soru, bölgedeki mevcut dengeleri ve gelecekte olası değişimleri anlamak açısından büyük bir önem taşıyor. Onların süreci nasıl okuduğu, ayrıca son günlerde olup bitenlerin Suriyeliler için ne anlama geldiğini ve bu durumun bölgesel dengeler üzerinde nasıl bir etkisi olacağını anlamak açısından hayati bir öneme sahiptir.
Suriye’deki Kürtler, şu an Türkiye’deki komplocu paranoyaklar kadar umutsuz değiller. Yarının ne getireceğini kimse bilemez; ancak Suriye’deki Kürtlerin de dile getirdiği gibi, bugün yaşanan gelişmeler hem kendileri hem de tüm Suriyeliler için ümit vaat eden bir tablo sunuyor. Bölgedeki aktörler ise bu hızlı değişimlere şaşkınlıklarını dile getirmekteler. Ancak sahada olmalarının getirdiği tecrübeyle, 13 yıldır tam bir kaosa dönüşmüş bu sürecin, bir "tanrı-devleti(ler)n" "Tamam, artık yeter!" demesiyle çözülmeyeceğini de gayet iyi biliyorlar. Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, bu kaos çoktan sona ermiş olurdu.
Kürtlere dönecek olursak, dün Salih Müslim’in HTŞ ve son gelişmelerle ilgili bir röportajı yayımlandı. Salih Müslim’in belirttiği gibi, Rusya ve İran’ın bölgeden çekilmesiyle birlikte Suriye’de yeni bir konjonktür oluşmuş durumda. Ancak HTŞ’nin ilerleyişi karşısında Mazlum Abdi (Kobani)’ye Rusya’dan son bir hamle teklifi geldiğini öğreniyoruz. Rusya, bu ilerleyişi durdurmak için SDG güçlerini sahaya sürmek istemiş; ancak Mazlum Kobani bu teklifi reddetmiş.
Müslim’in de ifade ettiği gibi, adeta üçüncü dünya savaşının provasına dönüşen ve dünyadaki tüm güçlerin müdahil olduğu Suriye savaşı, halkı artık tükenme noktasına getirmiş durumda. Müslim, 17 farklı silahlı örgütten oluşan HTŞ’nin bu işi başardığını ifade ederken hiç de hoşnutsuz olmadığı görülüyordu. HTŞ’nin diğer gruplara, örneğin Özgür Suriye Ordusu’na kıyasla daha disiplinli olduğunu ve Suriye gibi bir dertlerinin olduğunu belirtirken, Özgür Suriye Ordusu’nun yağmacı ve disiplinsiz haydutlardan oluştuğunu ifade ediyordu.
Müslim’in bu değerlendirmesi, HTŞ lideri Colani’nin Nevzat Çiçek’e verdiği bir röportajda dile getirdiği şu sözlerle de örtüşüyordu: "Özgür Suriye Ordusu’na bağlı fraksiyonlara gelince, devrimin parçası olduklarını iddia eden gruplar vardı; bazıları öyleydi ama gerçekte onlar sadece gangster, hırsız ve haydutlardı."
Müslim gibi Mazlum Kobani de görüşmelere açık olduklarını belirtiyor. Aracılar vasıtasıyla kendilerine görüşme tekliflerinin geldiğini ve bu tekliflerde, Suriye’nin etnik ve inanç çeşitliliğini barındıran, bütün renkleriyle kapsayıcı ve demokratik bir Suriye inşa etme fikrinin dile getirildiğini ifade ediyordu. Bu tür yaklaşımların memnuniyet verici olduğunu belirten Müslim ve Kobani, bunların olmuş bitmiş hadiselerden ziyade karşılıklı itidal ve bir arada yaşam çağrıları olduğunu vurguluyordu.
Bir de Suriyelilerden başka herkes Esed’in yasını tutuyor gibi görünüyor. Mesela Salih Müslim, Esed diktatörlüğü, altmış yıllık Baas rejimi için şu sözleri sarf ediyordu: "Suriye rejimi bir diktatörlük olduysa, bu Araplar için bir diktatörlükse, Kürtler için iki kat bir diktatörlük olmuştur. Arapların dili hiçbir zaman yasaklanmadı. Ancak biz Kürtler, dilimizden kültürümüze, kimliğimizden varoluşumuza kadar her alanda haksızlığa uğradık. Suriye, kan emici zalim bir diktatörden kurtuldu.
Yazıya İskender’in hikayesiyle, bir darb-ı meselle başlamıştık. Şimdilik, hikayeyi bir fıkra ile sonlandıralım: Bir gün bir diktatöre sormuşlar: "Halkın halinden memnun musunuz?" Diktatör gülümseyerek cevap vermiş: "Tabii ki! Daha kötüsü ne olabilir ki?"
Not:
Salih Müslim’in röportajı: https://www.youtube.com/watch?v=iGW_F9HHukE
Nevzat Çiçek’in Colani ile röportajı: https://www.indyturk.com/node/750107/yazarlar/ht%C5%9F-lideri-colani-kimdir