Soykırım Notları 4: Mükemmel Bahçeye Doğru?

Soykırım Notları 4: Mükemmel Bahçeye Doğru?

 Zygmunt Bauman’a göre kamplar çağını mümkün kılan şeyin modernleşme olduğunu, çünkü modernleşmenin sağladığı uzaktan iş yapabilme kabiliyeti ve ahlaki kayıtsızlık sayesinde zalim olmayan insanların da zalimce şeyler yapabildiğini söylemiştim. Bauman bunu, “modernliğin bayrağı altında kötülüğün daha fazla kötü insana ihtiyacı yok” diyerek özetlemişti. Ancak, her ne kadar birkaç kötü insanın acımasızlığıyla açıklanamayacak bir katliam olsa da, kamplar amaçsız da değildi. Bu yazıda, modern medeniyetin kamplara imkân veren üçüncü özelliği olan bu amaç meselesini, “rasyonel olarak dizayn edilmiş yapay bir nizamı amaçlayan bahçıvan duruşunu”[1] ele alacağım.

 

Bauman’a göre kampların kuruluş ve işleyişlerinin bir gayesi ve mantığı vardı. Tüm bu zalimliğin fitilini ateşleyen ve bir anlamda da bütün yapılanları gerekçelendiren ve meşrulaştıran bir niyet vardı: Mükemmel toplumu, evreni yaratmak. Bu açıdan kamplarda olan şey yaratıcı bir yıkımdı; “tıpkı tasarlanan bir bahçe güzelliğine ulaşmak için yabani otların yok edilmesi gibi.” Kamplara ve soykırıma giden sürecin başındaki öncü isimler, idealindeki kusursuz, çer çöpten arınmış tertemiz bahçeyi yaratmak için her bitkiyi tasarladığı nizama göre kesip biçen ve gerektiğinde yok eden bir bahçıvan edasıyla çalışmıştı. Mesela Hitler için bu çer çöp ve yabani otlar Yahudiler iken, Lenin içinse belirli sınıflardı. Dolayısıyla Hitler, sadece “üstün” bir ırktan oluşması hasebiyle ırksız, ırktan-temizlenmiş bir toplum tasarlarken, Lenin,  sınıfsız bir toplum istemişti.[2] Benzer şekilde, İsrail, Filistinlilerden temizlenmiş bir toplum hayal ederken; Çin’in estetik nizamını bozan Uygurlardı. Bu yabani otların tamamı, arzu edilen homojen, yani birbirinin kopyası ve yönetilebilir üstün insanlardan oluşan bir toplumun ve düzenin tesis edilmesini farklı ve aşağı oluşlarıyla engelliyorlardı. Bu örneklerin hepsinde de “mesele, acı verici belirsizliklerden, müphemliklerden ve olumsallıklardan - ve dolayısıyla da daha az değerli olanlardan, geri kalmışlardan, öğretilemezlerden ve dokunulamayanlardan kurtulmuş, estetik açıdan tatmin edici, şeffaf ve homojen bir evrendi.”[3]

 

Bu evren aslında Aydınlanma’nın yaratmak istediği “aklın krallığı”nın bizzat kendisiydi: İnsan gücünün doğayı tahakkümü altına aldığı; insanın sonsuz potansiyelinin nihai noktasına ulaştığı; insan aklının, ihtiyaçlara, arzulara, duygulara ve hayallere karşı egemenliğini ilan ettiği modern toplum. İnsanın doğa/sı üzerindeki egemenliğini sağlaması kayıtsız şartsız en öncelikli görev olarak kabul edilince de, “insanların kendileri de fazlalık haline gel(di); ve zaten bu ödeve böyle bir öncelik tanıyan totaliter devletler, insanları gereksiz/fazlalık kılmaya çalıştı.”[4] Sonuç olarak da, zaten gereksiz ve fazlalık kabul edilen insanların, yabani otların, amaca giden yolda kıyımdan geçirilmesi mubah hatta duruma göre lazım hale geldi. Mesela Uygurların 1950’lerden beri Doğu Türkistan’da yaşadıkları, bu modern bahçıvan duruşunun Çin versiyonuydu. Bölgeye yapılan yoğun Çin Hanlısı göçleriyle öncelikle aşamalı olarak Uygurlar demografik çoğunlukken azınlık haline getirildi. Bahçenin “Çinlileştirme” politikasıyla homojenliği arttırıldı ve 1953’te 5 milyon civarındaki nüfusun %75’i olan Uygurlar, 2000 yılındaki nüfus sayımında 18,5 milyona yaklaşan nüfusun %45’ine düştü. 1989 Tiananmen Katliamı sonrası kademeli olarak artan otoriterlikle birlikte de 2014-“Halkın Teröre Karşı Savaşı” ve 2017-“Aşırılığın Ortadan Kaldırılmasına dair Yönetmelik” (Regulations on De-extremification), Uygurların etnik temizliğini tutuklamalar, kamplar, gözetleme sistemleri gibi pek çok politikayla iyice hızlandırdı.[5] Uygurların tabi tutulduğu bu uygulamalarla ilgili Komünist Partinin 2018 tarihli bir açıklaması, Bauman’ın hastalıklı otlardan kurtarılıp ıslah edilecek bahçe metaforunun Çin versiyonu gibiydi, bir farkla ki, hastalık olarak Yahudiliğin yerini İslam, Aryan’ın yerini (Han) Çinlisi almıştı:

 

“Aşırı ideolojiyle indoktrine edilmiş kişilerin bir kısmı herhangi bir suç işlememiş olmalarına rağmen hastalığa zaten yakalanmış durumdalar. Hastalığın her an ortaya çıkıp topluma ciddi zararlar verme riski her zaman mevcuttur. Bu nedenle, beyinlerindeki virüsü tedavi edip temizlemek ve normal zihinlerine kavuşturmak için zamanında bir yeniden-eğitim hastanesine kaldırılmaları gerekiyor. Tedavi için yeniden-eğitim hastanesine gitmenin, insanları zorla tutuklayıp cezalandırmak üzere hapsetmenin bir yolu olmadığını, bunun, onları kurtarmaya yönelik kapsamlı bir kurtarma misyonunun parçası olan bir eylem olduğunu açıkça belirtmeliyiz… Ancak bir gerçek konusunda dikkatli olmalıyız: Yeniden-eğitimden geçmiş ve ideolojik hastalıktan kurtulmuş olmak, kişinin kalıcı olarak iyileştiği anlamına gelmez… Bir hastalıktan kurtulduktan sonra, vücudu ve bağışıklık sistemini hastalıklara karşı güçlendirmek için egzersiz yapmazsanız, durum eskisinden daha kötü hale gelebilir.”[6]

 

 Bu ideal hastalıksız evrenin yaratılmasında, Bauman’a göre kamplar, “kendi sinsi mantıklarıyla”, temel olarak üç hayati görevi yerine getiren araçlar oldular: laboratuvar, okul ve kılıç. Kampların ilk görevi, daha önce denenmemiş tahakküm ve kontrol mekanizmalarının keşfedildiği ve test edildiği laboratuvarlar olmaktı. Henüz kullanılmamış gözetim sistemleri, orijinal silahlar ve öldürme yöntemleri, insan bedenine ve psikolojisine dair yeni çalışmalar, hepsi kamplarda test edilebilirdi. En önemlisi de, gelecekte bir kamp gibi yönetilmesi planlanan, kusursuz bir bahçe olarak idame ettirilmek istenecek toplumların ilk denemeleri bu kamplarda yapılmıştı.[7] Bunun bildiğimiz en eski örneklerinden biri, Nazi kamplarından çok daha önce olan tıbbi sömürgecilik veya sömürge tıbbı diyebileceğimiz laboratuvar tecrübesiydi. Tıbbın pek çok alanındaki ilerleme, özellikle de jinekolojideki bilgi ve teknik birikimi, Afrikalı kölelerin canlı veya ölü bedenleri üzerinde yapılan deneylerden elde edildi.[8] Benzer olarak, İsrail’in tutsak ettiği Filistinlilerin bedenlerini de aynı amaçlarla kullandığı yıllardır bilinen bir durumdu.[9] Ancak Filistin, bütünüyle bir açık hava hapishanesi veya kampı olarak, “laboratuvar” işlevinin, tıp alanının da ötesinde muhtemelen en kapsamlı ve güncel örneklerinden bir oldu. Mesela, 2023 yılında çıkan Filistin Laboratuvarı: İsrail İşgal Teknolojisini Dünyaya Nasıl İhraç Ediyor? adlı kitabında gazeteci Antony Loewenstein, İsrail’in dünya standartlarındaki silah endüstrisi başta olmak üzere ileri savaş, işgal ve gözetim teknolojilerini ve yöntemlerini Filistinliler üzerinde deneyerek geliştirdiğini ve daha da önemlisi “savaşta test edilmiştir” (battle-tested) diyerek pazarladığını gösteriyordu. Örneğin, İsrail’in en büyük savunma şirketi Elbit Systems, direkt Filistinlilerin öldürüldüğü gerçek video kesitlerini dronlarını pazarlarken tanıtım reklamı olarak kullanmakta bir sakınca görmemişti. Benzer biçimde, 11 Eylül sonrası, pek çok Amerikan polisi, terörle mücadele, istihbarat ve protestoları bastırma gibi konularda İsrailli yetkililerden, bazen bizzat İsrail’e giderek eğitim almıştı. Bu anlamda “Filistin laboratuvarı, İsrail’in imzası niteliğinde bir satış noktası” oldu.[10]

 

Kampların ikinci görevi, “şimdiye kadar sıradan insanlar olan insanlardaki zalimlik yapmaya yönelik duyulmamış hazır-olma durumunun alıştırmasının yapıldığı okullar” olmaktı. [11] Düne kadar kendi halinde, kimseye zararı olmadan yaşayıp giden sıradan bir Alman, içindeki, şimdiye kadar belki de habersiz olduğu zalim, her an zulmetmeye hazır olan yanı kamplarda kazandığı tecrübeyle geliştirebiliyordu. Böylece kamplar, sadece cesetlerin değil zalimlerin de imal edildiği bir yere dönüşüyordu. Ancak Bauman’ın zalim yetiştiren okulundan farklı olarak kamplar, toplumun tek tip olması istenen bireylerini yetiştiren okullar şeklinde de işleyebilirdi. Mesela, Çin’in Uygur toplama kamplarını tarif ederken kullandığı “aşırılar için yeniden-eğitim hastanesi” ve “(suçlular için) meslek okulları” gibi tabirler, arzu edilen yapay bahçe düzeninin temin edilebilmesi için kampların nasıl eğitici ve ıslah edici okul işlevi gördüğüne işaret ediyordu. Yetkililer, kamplarda mesleki eğitimin yanı sıra Çince, milli güvenlik, terörizm-karşıtlığı ve Çin hukuk sistemi gibi konularda da eğitim verildiğini açıkladı. Buna ek olarak, askeri eğitimlerin de verildiği kamplarda, İslam karşıtlığının da hem doktrin düzeyinde hem de domuz eti yemeye ve alkol içmeye zorlamak gibi uygulama düzeyinde öğretildiği ve hücre hapsi, uykusuz ve aç bırakma, fiziksel ve psikolojik işkence ve hatta tecavüz gibi cezalandırma metotlarının da bu “eğitim” sürecinin bir parçası olduğu ortaya çıktı.[12] Bu anlamda, saf bir Çin bahçesi dizayn etmeye çalışan Komünist Parti, kamplarda sadece zalimleri değil yeni Çinlileri de eğitiyordu. Ancak ceza, yani yaban otların kıyımı ve muhtemel pürüzlerin giderilmesi de bu eğitim sürecinin bir parçasıydı. Bauman’ın üçüncü görev olarak bahsettiği “kılıç”, aslında bu ceza sisteminin bir uzantısıydı. Zira kamplar aynı zamanda, “muhalefetlerine müsamaha gösterilmeyeceğini” ve “rızalarının aranmadığını” öğretmek için, “dikenli telin diğer tarafındakilerin kafası üzerinde duran kılıçlardı.”[13] Sistemi eleştirenlere, eleştirme niyetinde olanlara, sistemin dışında kalanlara, en geniş anlamıyla bahçenin yapay nizamındaki kusursuzluk imajını zerre kadar da olsa bozma ihtimali olan “ötekine” verilen bir mesajdı kamplar. Peki bu “öteki” kimdi ve katliamların, soykırımların kurbanı oldukları bu süreçte “fail” ile “öteki” arasındaki ilişki, hayvanlaştırma gibi meşrulaştırma stratejilerinin dışında nasıl işliyordu ve işleyebilirdi? Bir sonraki yazıda, özellikle de modernleşme bağlamında, bu meseleyi tartışacağım.  

 

 

[1] Zygmunt Bauman, “A Century of Camps?”, içinde Life in Fragments: Essays in Postmodern Morality (Blackwell Publishing, 1995), 196.

[2] A.g.e., 198.

[3] A.g.e.

[4] A.g.e., 200.

[5] Ali Çaksu, “Islamophobia, Chinese Style: Total Internment of Uyghur Muslims by the People’s Republic of China”, Islamophobia Studies Journal 5, sy 2 (2020): 176-77.

[6] A.g.e., 191.

[7] Bauman, “A Century of Camps?”, 201.

[8] https://helloclue.com/articles/culture/the-racist-and-unethical-origins-of-modern-gynecology

[9] https://www.middleeastmonitor.com/20140228-report-unveils-the-use-of-palestinian-detainees-for-israeli-medical-testing/

[10] Antony Loewenstein, The Palestine Laboratory: How Israel Exports the Technology of Occupation Around the World (Verso, 2023).

[11] Bauman, “A Century of Camps?”, 201.

[12] Çaksu, “Islamophobia, Chinese Style”, 180.

[13] Bauman, “A Century of Camps?”, 201.

Diğer Yazıları

İslamcılar Aslında Yok Mu?

İslamcılar Aslında Yok Mu?

  • 23.07.2024 / 19:30
Ayasofya ve Siyasal Ol(may)an

Ayasofya ve Siyasal Ol(may)an

  • 16.07.2024 / 18:40

Yorum Yaz