Sol, Kürt Milliyetçiliği ve Aile: Bir İdeolojik Erozyonun Hikâyesi
Rusya, Kürtlerin tabiriyle Ûris, tarih boyunca Osmanlı’nın ve dolayısıyla Kürtlerin kaderinde derin izler bırakan bir güç olmuştur. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Rus ordusunun ilerleyişi sırasında, hem Doğu’da hem de Batı’da halk yığınları göç, zulüm, esaret, sürgün ve katliamlarla büyük acılar yaşamıştır. Bu yaşananlar, nesiller boyu aktarılan acı dolu hikâyelere dönüşmüştür.
İlginçtir ki Ûris, hafızada olduğu kadar mekân üzerinden de böyle bir iz bırakmıştır. Kürtler arasında Kevirê Qul (Delikli Taş) ismiyle bilinen bir yer vardır. Burası, Siirt’in Baykan ilçesi ile Bitlis arasında, sarp kayalıkların arasında, ıssız bir vadide yolun geçişine imkân veren bir oyuk ve bundan mülhem çok ünlü bir geçidin adıdır. Bu geçidi bu kadar üne kavuşturan hadise de şu: Birinci Dünya Savaşı esnasında Ruslar, Anadolu’nun doğusunda Kevirê Qul’a kadar ilerlemişlerdir.
Bilindiği üzere Osmanlı topraklarının batısında ise en son ilerledikleri nokta İstanbul’a birkaç kilometre mesafedeki Yeşilköy’dür. 93 Harbi’nde Yeşilköy (Ayastefanos)’ün toplumsal bilinçaltındaki karşılığı neyse, Kürtler arasında Kevirê Qul’un da tam olarak karşılığı odur. Birinci Dünya Savaşı’nda Şerê Ûris (Rus Harbi) hakkında o kadar çok hikâye, anekdot ve olay aktarılmış ki, bundan olsa gerek hafıza ve mekân olarak yarattığı travmanın etkisi de benzerdir.
Bu sebeple bu mıntıkadan her geçtiğinizde, özellikle yaşlılar arasında sıkça duyulan şu muhabbete tanık olursunuz: "Burası Delikli Taş’tır. Ruslar işte buraya kadar gelmişlerdir," der ve bununla ilgili trajik bir hikâyeyle devam ederler. Her seferinde, sanki ilk kez anlatılıyormuş gibi ve de heyecanından hiçbir şey kaybetmeden bu bilgi istisnasız aktarılır. Bu sözler sanki bir ritüelmiş gibi, o geçidin açılmasının anahtarıymış gibi zikredilir. Öyle ki, Delikli Taş’ın adının telaffuzu, Rusların buraya kadar geldiği, buradan öte bir adım dahi atmadığı ile ilgili rivayet ve en az buna bağlı trajik bir hikâye anlatılmazsa geçit yol vermeyecek hissine kapılırsınız.
Peki, Ruslar neden tam burada durdular? sorusu "Ruslar neden Berlin’e yürüyorlar?” dizelerindeki gibi insanın zihnine takılıp kalıyordu. İhtiyarların anlatımında bu bir muamma, çözülmeyi bekleyen bir sırdı. Sonunda ricat borusu çalmış, devasa Rus savaş makinesi geri dönmüştü. Ancak bu geri çekilişin sebebi bir türlü anlaşılamıyor, akıllarda her daim bir bulanıklık bırakıyordu. Bu belirsizlik, Delikli Taş’a dair bir büyü, bir esrar perdesi örüyordu. Sanki Rusları durduran güç, taşın kendisinden geliyormuş gibi masalsı bir anlam oluşturuyordu. Tıpkı yabancı filmlerde kötülüğü harekete geçiren ana gücün yok edilmesiyle ona bağlı makinelerin ansızın birer birer çökmeye başlaması gibi bir sahne canlanıyordu çocuk akıllarımızda.
Ruslar, Kürtlerin kolektif hafızasında, yıkıcı etkileriyle toplumsal değişimlerin, altüst oluşların ve her türlü olumsuzluğun temel kaynağı olarak kodlanmıştır. Kürt sözlü kültüründe “Keke Xıyaseddin”, "Îbo Begê Parsîne" ve dönemin diğer birçok kilamında yer alan ifadeler, Rus zulmü karşısında Kürtlerin aile ve namuslarını korumak için verdikleri mücadele, kolektif hafızada derin izler bırakmıştır. Bu mücadele, hem trajik olaylarla hem de destansı direniş hikâyeleriyle nesilden nesile aktarılmıştır. "Îbo Begê Parsîne"[1] ve ailesinin yaşadıklarını anlatan kilam bu hafızanın önemli bir parçasını oluşturur.
Ruslarla ilgili bu algının izleri, modernleşme süreçlerinde dahi açıkça gözlemlenmektedir. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya'nın Kafkas Cephesi Komutanı olarak görev yapan Çar’ın torunu General Nikola Nikolaviç bu dönemin sembolik figürlerinden biri olarak öne çıkar. Keke Xıyaseddin adlı kilamda, "Cumhuriyet Hükümeti"nin medreseleri kapattığı, camilere kilit vurduğu ve din âlimlerini sürgün veya idam ettiği dile getirilir. “Haberiniz yok mu?” sorusuyla başlayan kılam, şu dizelerle bu durumu eleştirir: "Kanûna me bû kanûna, Nîgalo û dewelê ecnêbîya." (Kanunlarımız, Nikola’nın ve yabancı devletlerin kanunları oldu). Cumhuriyet dönemi uygulamaları, kanunlar ve dönüşümler, Batılı ülkelerden (İngiltere, Fransa, İsviçre veya İtalya gibi) ziyade, daha çok Rusya'nın temsil ettiği yıkıcı imgelerle ilişkilendirilmiştir. General Nikola’nın ve Rusya’nın ne Cumhuriyet reformları ne de uygulamalarıyla doğrudan bir ilişkisi bulunmamasına rağmen, General Nikola ve Rus imgesi üzerinden olumsuz bir şekilde yorumlandığı görülmektedir.
Modern dönemlerde de bu olumsuz Rus algısı devam etti. Komünizmin kötü, ahlaksız ya da yanlış bir ideoloji olduğunu vurgulamak için anlatılan hikâyeler, genellikle Rusların kültürel ve ahlaki değerlerinden yoksun olduklarına dair bir imajla ilişkilendirilirdi. Örneğin, "evin girişine şapka asma hikâyesi" gibi anlatılar, komünistlerin, dolayısıyla da Rusların, namus kavramından yoksun olduğunu, bu nedenle her türlü kötülüğün onlardan sadır olabileceğini ifade etmek için kullanılırdı. Bu tür anlatılarla, din, ahlak, vicdan, şeref ve haysiyet gibi değerlerin komünizmle bağdaşamayacağı düşüncesi güçlendirilir ve bu değer yoksunluğu Rusların aile ve namus anlayışından uzak oldukları imajıyla pekiştirilirdi. Öyle ki, "Moskov komünistleri eşlerini hiç kıskanmaz" denir ve bir Moskov komünistinin eve geldiğinde kapıda başka birine ait asılı bir şapkayı gördüğünde bunu normal bir durum olarak karşılayacağı söylenirdi.
Komünizm gerçekten böyle bir şey miydi? Çocukluk yıllarımızda sıkça duyduğumuz bu hikâye(ler)in ifade ediliş biçimi biraz ağır olsa da tamamen mesnetsiz olmadığını belli bir yaşa erdiğimizde anlamaya başlamıştık. Asıl mesele, üretim ilişkileri ve buna bağlı üretim biçiminin ortaya çıkardığı sınıflı toplum yapısı ve eşitsizlik temelli bu yapıyı yeniden üreten üstyapı kurumlarından biri olan aileydi. Tabii bu teorik çerçeveden izah edilecek olursa sorun yok ancak Rusya'nın tarihi imajı, ihraç ettiği ideolojiyle birleşince hakaret kaçınılmaz oluyordu.
Akubeta Paşi:
Zamanla, Rusların "şapka asma" meselesine dair teorik çerçeveyi DİA’lar (devletin ideolojik aygıtları) üzerinden ve Delikli Taş’tan adeta buz kesmiş gibi geri çekilmelerinin asıl nedeninin Ekim Devrimi’nden kaynaklandığını anladık. Ancak Rusların komünizmden vazgeçmesi bile, zihinlerimizde yer etmiş olan bu imajı değiştirmeye yetmedi.1990’lı yılar boyunca Rusya Sovyet dönemindeki imajını gölgede bırakacak bir sürece girdi.
Fakat son günlerde, hem Ruslar hem de Kürtlerle ilgili iki haber, birbirinden tamamen bağımsız olmasına rağmen aynı gün gündemi meşgul edince, nereden nereye savrulduğumuz gerçeği adeta zihinlerimize bir tokat gibi indi. Bu iki haberin peş peşe okunması, Kürtlerin "Akubeta Paşi" deyimiyle özetledikleri durumu tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. "Akubeta Paşi," yani "hüsn-i hâtime" veya "Allah sonumuzu hayır eylesin" temennisi, bireysel olduğu kadar toplumsal düzeyde de anlam bulan bir duadır. İnsan ya da bir toplum için yaşananlar elbette önemlidir lakin son nefeste kim olduğun ve neye dönüştüğün, bütün bu hikâyenin nihai anlamını belirleyen en kritik dönüm noktasıdır.
Rusya'da aile değerlerini ve geleneksel yaşam biçimlerini koruma iddiasıyla hazırlanan bir kanun tasarısı basına yansıdı. BBC’nin haberine göre, tasarı yasal düzenlemeye kavuşursa, Rusya'daki tartışmalı "eşcinsel propagandası yapma" yasağının tüm yetişkinleri kapsayacak şekilde genişletilmesi planlanıyor. Bu kanun tasarısı ile birlikte, Rusya, tüm dünyayı kasıp kavuran ve yaşam biçimini küresel düzeyde dayatan bir ideoloji, ideolojiden de öte örgütlü bir ifsad projesine karşı açıktan cephe alan büyük güçlerden biri olarak öne çıkmış olacak.
Yeni düzenleme; Rusya’da Batı'nın tüm cephelerde yürüttüğü saldırılara karşı "geleneksel değerleri koruma" savaşının bir parçası olarak tanımlandı. Tasarıya göre "geleneksel olmayan yaşam tarzları" ya da "aile değerlerinin reddedilmesi" yönünde bilgiler ve beyanlar, yasal olarak pornografi, şiddet propagandası ya da ırk, etnik köken ve din ayrımına bağlı gerilimleri kışkırtma ile aynı kapsamda bir suç sayılacak. Ayrıca yasa tasarısında "pedofili propagandası" ifadesi, Rusya hükümeti tarafından eşcinselleri de kapsayan geniş bir kavram olarak kullanılmaktadır. Yasa kapsamına alınan bir başka unsur ise “küçük yaştakilerde cinsiyet değiştirme arzusu yaratabilecek bilgilere konulan yasaklama. Eğer tasarı yasallaşırsa LGBT ilintili konuların ele alındığı her türlü paylaşıma erişim yasağı konabilecek ve eşcinsellerin olumlu bir şekilde canlandırıldığı düşünülen filmler de yasaklanabilecek.
Bu konu bağlamında aynı günlerde gündemi meşgul eden bir başka haber de Kürtlerle ilgiliydi. DEM’in kadın belediye başkanlarından birinin televizyon programında yaptığı açıklamalar, geçtiğimiz günlerde geniş yankı uyandırdı. Daha önce de DEM’li bir büyükşehir kadın belediye başkanı, aileyi “en gerici kurum” olarak nitelendirerek benzer bir tartışmanın fitilini ateşlemişti. Kadın kontenjanından belediye başkanı seçilen bir diğer isim ki kadın kontenjanından seçilince bu kontenjana sizi layık görenlerin başını dik tutmak, kendinizi de kanıtlamak için illa Amazon savaşçısı tarzı bir feminist duruş sergilemek zorundaymışsınız gibi bir açıklama yapıyordu. Bu yeni açıklamada kadın başkan, belediyeyi devraldığında Kadın Politikalar Müdürlüğü'nün işleyişine ve söylemlerine yönelik şu eleştirilerde bulunuyordu:
"Kadın Politikalar Müdürlüğü o şekilde dizayn edilmişti. Evliliği öven, evlilikle ilgili broşürler hazırlanmıştı. Belediyeye gittiğimizde Kadın Politikalar Müdürlüğü binasında büyük bir tabela gördük; aileyi kutsayan, 'Aile en kutsal değerdir' gibi ifadeler yer alıyordu. Bu tür sözler, aileyi yaşamın merkezine koyarken kadını ikinci planda bırakan bir anlayışı yansıtıyordu. Bunları gördüğümüzde adeta bir şok hâli yaşamıştık."
Milliyetçi olduğunu iddia eden birinin böyle bir durum karşısında şok olması nasıl açıklanabilir? Millet, aslında genişletilmiş bir aile olarak somutlaşır ve bireylerin zihinlerinde bir anlam bulur. Ancak, aileyi “en gerici kurum” olarak nitelendiriyorsanız, milletin anlamını hangi temeller üzerine inşa edeceksiniz? Eğer aile ve dolayısıyla millet, yozlaşmış ve gerici bir varoluş biçimi olarak görülüyorsa, bu durumda derdiniz nedir?
Bu açıklamalar, yalnızca bir belediye başkanının kişisel görüşlerini yansıtmakla kalmamakta, aynı zamanda partinin ideolojik temellerinin merkezinde yer alan değerleri ve toplumsal yaklaşımları da ortaya koymaktadır. Parti tüzüğünün 1. Maddesinde partimiz, yeni bir yaşam ve gelecek için, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, adil, ekolojik, toplumsal cinsiyet eşitlikçi ve dayanışmacı bir toplumun kurulması yolunda… bir iktidarı hedefler. 2/e maddesinde yer alan “Erkek egemenliğini reddeder, her alanda ve düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eder” ifadesi, benimsediği ahlaki ilkeleri ve geleneksel aile değerlerine yönelik hedeflerini ortaya koymaktadır. Tüzüğün 3. maddesinin g bendinde geçen “Partimiz (…) cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim farklılıklarının eşitliğine dayalı bir toplumsal yaşamı savunur” ifadesi ise DEM’in ideolojik çerçevesini net bir şekilde tanımlamaktadır. Bu yaklaşım, partinin Kürtler için inşa etmeyi hedeflediği toplumsal düzenin temel ilkelerini ve değerlerini yansıtmaktadır.
Gelinen noktada, Rusların bile Kürt milliyetçi elitlerin “ilerici” vizyonu karşısında oldukça “ilkel” kaldığını görmek şaşırtıcı. Bir zamanlar Rusların ağır toplumsal dönüşümler dayatan politikaları, Kürt elitlerinin ideolojik ataklarıyla yan yana geldiğinde adeta romantik bir nostalji gibi duruyor. Çünkü bugün Kürt milliyetçi elitler, Kürt toplumunu Batı’ya pazarlama yarışında Rusların ve şeytanın aklına bile gelmeyen bir ideolojik derinlikle hareket ediyor.
Kürt toplumu gibi aileye dayalı güçlü bir yapının, bu “ileri görüşlü” elitler sayesinde ifsada uğratılması, toplumsal değerlerin kökünden sarsılmasına yol açıyor. Toplumun değerleri yıkılmış, aile çökmüş, kimlik silinmiş… ama tüm bu ideolojik saplantılar milliyetçilik olarak başarılı bir şekilde lanse edilebiliyor. Bu açıdan solun hakkını teslim etmek gerek…
[1] Îbo Begê Parsînî, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Rus ve Ermeni güçlerinin Serhat bölgesini işgali esnasında, yanında büyüyen ve aileden biri gibi olan Ermeni asıllı Xaçik'in ihanetine uğrar. Xaçik, Rus komutanına Îbo Beg'in cesaretini ve ailesindeki kadınların güzelliğini överek, komutana Îbo Beg'in eşi Medine Hanım'ı, yaverine ise gelini Ayşe Hanım'ı önerir. Kendisi de Îbo Beg'in kızı Adîle Hatun'u talep eder. Bu talepler Îbo Beg'e iletildiğinde, ailesiyle birlikte onurlu bir ölüm kararı alırlar.