Siyonizm’e Karşı Yahudi Bir Filozof: Herman Cohen

Siyonizm’e Karşı Yahudi Bir Filozof: Herman Cohen

Yirminci yüzyılın başlarında Almanya’daki Yahudilerin handiyse en önemli kamusal entelektüellerinden biri sayılır Herman Cohen. O aynı zamanda Neo-Kantçı Marburg okulunun kurucu lideri olarak da hafızalara kazınmıştır, ama bu kadar. Çünkü, Türkiye’deki entelektüel kamuoyunda diğer Neo-Kantçı okul, bir anlamda Rickert’le ünlenen okul, yani Heidelberg okulu Weber (ki Weber, Rickert’in hem öğrencisi hem de dostudur) gibi bu okuldan (daha doğrusu Rickert’in verstehen kavramından) etkilenen isimler sayesinde daha çok tanınsa da aslında öğrencileri arasında başta yazacağı Dr. Jivago romanıyla büyük sükse yapacak Boris Pasternak olmak üzere geliştirdiği sembolik formlar felsefesi ve Kant yorumculuğuyla dikkat çeken Ernst Cassirer, mantıksal pozitivist Paul Natorp ve ünlü İspanyol filozof Ortega y Gasset’in de bulunduğu Herman Cohen’in o kadar tanınmadığını kaydetmeliyiz. Onun Türkiye’de tanınmamasında kısmen ilgilendiği konuların yirminci yüzyılda Türkiye’deki entelektüel kamuoyunun ilgilendiği -bu anlamda yaygın- meseleler olmayışının etkisi vardır muhakkak, lakin yeterince bilinmemesinin (en azından öğrencileri kadar bilinmemesinin) başka boyutları da bulunsa gerektir. (Bu boyutlar arasında Cohen’in hem Yahudi hem de “antisiyonist” olması da yer alıyordur mutlaka.)

Herman Cohen’in etik ve siyaset felsefesinin Marksist olmayan, Kantçı bir demokratik sosyalizmi işaretlediği söylenebilir; temelde evrensel oy hakkı ve işçilerin demokratik olarak oluşturulmuş kolektifler örgütleme (bir anlamda sendika kurma) hakkı için tartışmalar yürüttüğü bilinir. Ahlak ile din arasında derin bir bağ olduğunu belirten Cohen’in inanç ve davranış için Yahudiliğin temel ahlaki sistemi olduğu bir bakış açısı geliştirmesi normaldir: Yahudiliğin Cohen için taşıdığı ahlaki önem onun sadece Almanya’daki Yahudilerin yerini antisemitist saldırılara karşı kamusal bakımdan savunulmasını geliştirmesine imkân tanımaz; aynı zamanda Cohen yirminci yüzyıl başlarındaki Siyonizm’in ilk hallerinin eleştirmeni olarak da öne çıkar. Özellikle 1915 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın kopmasının hemen akabinde yayınladığı bir risalede savaş içindeki Almanya lehine milliyetçi sayılabilecek görüş ve kanaatler serdetmiş, aynı zamanda bu risalede Yahudilerin Alman kültür ve siyasetine katkılarının da altını çizmiştir. Bir yerde o bu risaleyle Yahudi azınlığın Alman milli kimliğinin ayrışmaz bir bileşeni olduğunu göstermek istemiştir. Özellikle son idealist olarak Siyonizm’e ve diğer irrasyonalizmlere (sözgelimi tarihsicilik, materyalizm, ulusalcılık, kötümserlik, antisemitizm ve varoluşçuluklara) yönelttiği eleştiriler sebebiyle son derece “kahramanca” (çünkü yüksek etik ve entelektüel değerler içeren) bir duruş sergileyen Cohen’in bu tutumunun “trajik” bir sonuca ulaştığını, tarihsel bakımdan etkilerini kaybettiğini iddia eden analistlerden biri yine de onun Yahudiler üzerindeki etkisinin -bu nasıl oluyorsa artık!- tarihsel olarak Alman imparatorluğunu aştığını, özellikle son dini yazılarının yirminci yüzyıl içinde yenilenen Yahudi din ve ahlak felsefesine ilham kaynağı olduğunu belirtme ihtiyacı hisseder.

Onun Siyonizm’i eleştirisinin özü yayınlanan risaleye itiraz eden Siyonist Martin Buber’e gönderdiği mektup formundaki cevapta yer alır: Yahudiliğin mesiyanik içeriği en iyi onun devletsiz oluşunda ortaya çıkar. Siyonizm ise bu devletsizliğe dönük bir saldırıdır bir bakıma. Almanlar ile Yahudileri birbirinden ayırır. Cohen’e kalırsa Siyonist girişimler özünde Yahudilik lehine olan Yahudi dinselliğinin apolitik ilkesini ihlal eder. Eğer Yahudiler seçilmiş insanlarsa demektedir Cohen, herhangi bir özel devletin temsilcileri olarak seçilmemişlerdir, aksine “bütün insanlık ile Tanrı arasında aracı” (messiyanik ideal) olmak için seçilmişlerdir. Bu hususu Buber’e mektubunda açıkça yazar Cohen: “Yahudiliğin temel öğretilerini Yahudi halkı için saklayan kişi, mesiyanik insanlığın eşsiz Tanrısını inkâr eder. Yahudiliğin seçimini, insanlığın İlahi seçimi açısından yalnızca tarihsel aracılık olarak kabul ediyoruz.” Siyonizm, Yahudi halkını devletli olduğu bir döneme geri döndürme çabalarından başka bir anlama gelmez Cohen için. İşin gerçeği, Cohen, Siyonistleri Yahudilik tarihini "sadece ideoloji" olarak yanlış tanıtmakla, Yahudiliğin mesihçi idealini göz ardı etmekle suçlar. Cohen’in iddiasına göre Siyonistler Yahudilerin uzun süredir devam eden acı ve vatansızlık geçmişini bir "getto zihniyeti" olarak görür, bunun övünülesi bir şey olmaktan çok kaçınılması gereken bir şey olduğunu belirtir. Fakat Cohen, Siyonistlerin “getto zihniyeti” diyerek aşağıladıkları zihniyetin Yahudiliğin ve onun hakikatinin doğru ruhu olduğunu ifade eder.


Netice itibariyle Herzl ve diğer siyasi Siyonistlerin liberal devletin Yahudileri antisemitizme karşı korumadığı/koruyamayacağı yönündeki argümanlarını kabul etmedi çünkü devlet kontrolünden ve zorlamasından korunan özel bir alanda nefrete izin vermesi gerekiyordu. Aksine, Cohen modern liberal devleti Yahudi sorununa bir çözüm olarak gördü ve Yahudilerin liberal devlete karşı bir "ahlaki yükümlülüğü" olduğunu savundu.

Diğer Yazıları

Yorum Yaz