Silinişi Adlandırmak: Bir Soykırımı Gör-mek ve Gör-memek

Silinişi Adlandırmak: Bir Soykırımı Gör-mek ve Gör-memek

Binlerce Filistinlinin öldürülmesi, yaralanması ve yerinden edilmesiyle Gazze’de devam eden soykırımın üzerinden on bir aydan fazla zaman geçmiş olması inanılmaz görünüyor. Ocak 2024'te Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) yaptığı sunum, bir soykırıma dair harici bilginin ve onun meydana gelişinin, dünyanın gözleri önünde, bir arada, gerçek-zamanlı olarak vuku bulduğu olağanüstü durumun altını çizdi. Ancak buna rağmen, çoğu batılı ülkede soykırımın devam eden ve kararlaştırılmış bir aklaması, sansürü ve inkarı, ve ulusal medyalarında ve siyasi arenalarında ortak bir sessizlik de mevcut. Tarihsel ve devam eden varlığıyla şiddeti her gün görenler ile görmeyenler ve hatta aktif olarak inkar edenler arasındaki bu uçurumu nasıl anlamlandırabiliriz?

Bu makalede, Gazze'de devam eden soykırımda gör-me ve gör-meme, görünürlük ve siliniş arasındaki siyasi sınırı ve bunun ima ettiği şeyleri “kanıt” fikri üzerinden inceliyorum. Kanıt, bu sınırı, görme ve bilme arasındaki bir ilişki olarak resmetmektedir. Görmek, görünürlüğün ilk katmanıdır; bilmek ise bunun altında, ötesinde yatan şey, onun sonucu ya da ima ettiği şey, ona verdiğimiz anlamdır. Argümanım dört bölümden oluşuyor.

 

Siyasi Sınır

 

Gör-mek ve gör-memek, görünürlük ve silme arasındaki siyasal sınırdan neyi kastediyorum? Burada siyasal olan, soykırımın şiddetini görebilenlerle göremeyenler arasındaki biz/onlar ilişkisini ifade ediyor. Yaşadıkları dünyanın bir parçası olarak bu soykırıma yükledikleri anlam itibarıyla, sırasıyla, farklı dünyaları işgal ediyorlar.

Şiddeti gör-memek, onun silinmesini inkar şeklinde bünyesinde barındırıyor. Bu inkar birkaç biçimde olabilir: birincisi, bu soykırım gerçekleşmiyor; ikincisi, gerçekleşiyor olabilir ama bunun adı soykırım değil, başka bir şey; ya da üçüncüsü, gerçekleşiyor olabilir ama haklı ve adının ne olduğu önemli değil.

İkinci grup, yani soykırımı göremeyenler, görmeyenleri de içeriyor. “Görmeyen” ve “göremeyen”, faillik ve niyet için bir alanın, bir seçimin var olduğunu ya da olmadığını ima ediyor. Ancak bu bireysel değil, yapısal bir seçim; belirli insan gruplarının gör-memesine aracılık eden yapısal faktörler var.

 

 

Kanıt

 

Görmek ile gör-memek arasındaki sınır, Filistin deneyimlerinin 'kanıtları', bu deneyimlerin neyi kapsayıp neyi dışarıda bıraktığı, Filistinlilerden ve onu gören izleyicilerden ne istediğiyle görünür hale geliyor. Kanıt, Filistinlilerin çektiği acıların bir tür ampirik teyidi olarak hizmet ediyor.

En basit anlamıyla, kanıtın hukuki bağlamda rolü delil sağlamak. Güney Afrika, İsrail'in Gazze'de yaptığı ve yapmaya devam ettiği şeyin soykırım olduğunu göstermek için davasını kanıtlar kullanarak sundu. Öldürülen Filistinlilerin, bombalanan bölgelerin, tahrip edilen hastanelerin ve yaralı ve yerinden edilmiş insanlara insani yardım ve tıbbi bakım sağlanmaması için yapılanların boyutlarını ve sayısını belgeleyen sunumlarının ayrıntılarını vermeyeceğim. BM İşgal Altındaki Filistin Toprakları Özel Raportörü Francesca Albanese de Ocak ayındaki Uluslararası Adalet Divanı duruşmalarından bu yana durumla ilgili hazırladığı raporlarda bu ve diğer şiddet olaylarını doğruladı.

Bu yıkımın ampirik delili olarak kanıtların rolü, izleyicilerin görmesine olanak veriyor. Bu izleyici kitlesi hem Güney Afrika heyetinin hitap ettiği Mahkeme'yi hem de küresel olarak duruşmaları takip eden ve sözlü savunmaları izleyen herkesi kapsıyor. Bu kanıtların sunulması önemli bir psikolojik ve ahlaki rol oynamakta, çünkü Gazze'deki Filistinlilerin çektiği acıları doğrulamakta, hem yaşamda hem de ölümde insanlıklarını inkar etmekle aktif olarak meşgul olan bir dünyada onları insan kılmakta.

Görenler için, delillerin hukuki bağlamda sunulması, başka türden bir delilin arka planında gerçekleşmektedir. Yaşananları ve yaşanmakta olanları haberleştiren, sosyal medya ve bunları yayınlamaya istekli az sayıdaki medya kuruluşu aracılığıyla soykırımı görünür kılan, Gazzedeki Filistinli gazeteciler. Bunlar arasında Al-Jazeera Gazze Büro Şefi Wael Dahdouh, foto muhabiri Motaz Azaiza ve Mayıs ayında AJ+ ile 2024 Peabody Ödülü'nü kazanan Bisan Owda da yer alıyor. Bu üç gazeteci, televizyon muhabiri Hind Khoudary ile birlikte, Gazze'den yaptıkları haberler nedeniyle Ağustos ayında Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildiler. Büyük kişisel bedeller ödemelerine rağmen, mesleki rollerini yerine getirirken, yaptıkları haberlerin ahlaki bir önemi de var: Filistinlilerin deneyimlerini ve acılarını dünyaya görünür kılmak, küresel bir izleyici kitlesi tarafından kabul edildi.

Güney Afrika heyetinin sunumu soykırımın hukuki bir mesele olduğuna dair kanıtlar sunarken, aynı zamanda Filistinlileri Gazze'den silme girişimini görünür kılma gibi paradoksal bir rol de oynadı. Bu anlamda, soykırımın gerçekleştiğini ve halen devam ettiğini 'kanıtlayan' deliller aynı zamanda, Patrick Wolfe'un (2006) iddia ettiği gibi, yerleşimci sömürgeciliğin ayrılmaz bir parçası olan tasfiyeci mantığının da kanıtı.  Yerleşimcilerin bu topraklara yönelik iddialarını ve bu topraklara el koymalarını kolaylaştırmak amacıyla Yerlilerin topraklarından tasfiye edilmesi, bu soykırımı hem Filistin'de hem de küresel olarak, yerleşimci sömürgeciliğin daha uzun bir tarihi içine konumlandırıyor.

 

Görmek ve Bilmek

 

Kanıtın rolünü kısaca özetledikten sonra, görme ve bilme arasındaki ilişkiye dönüyorum. Kanıtın bilgiyle ilişkisini nasıl anlamlandırırız? Kanıt yoluyla neleri bilmek mümkündür ve neler dışarıda bırakılır?

 

Ampirik delil olarak anlaşılan kanıt, görmeyi bilmeyle eşitler. Basitçe söylemek gerekirse, eğer soykırımın kanıtı dünyaya gösterilirse, insanlar bunun “gerçek” olduğunu ve “gerçekten yaşandığını” bileceklerdir. Bu da UAD'nin İsrail'i ve onu maddi ve siyasi olarak destekleyen batılı müttefiklerini uluslararası hukuk karşısında sorumlu tutmasını sağlayacaktır.

 

Ancak, kanıtları deneysel olanla sınırlı olarak görürsek, neyin görülebileceğini, neyi görebileceğimizi bilme olasılıklarını sınırlandırırız ve bu nedenle görülmezse veya belgelenmezse, silinir. Görme ve bilme arasında, içinde yaşadığımız dünyalar fikrine ve bu dünyalarla ilişkili olarak politik olaylara nasıl anlam verdiğimize dayanan daha kapsamlı bir ilişki öneriyorum.

Soykırımı görenler, zaten sömürgeciliğin ve beyaz üstünlüğün şiddetiyle inşa edilmiş bir dünyada onun şiddetini görebildikleri için bunu yapıyorlar. Bu soykırım, korkunç olmanın ötesinde, yeni bir şey değil. Bu, ABD, Kanada ve Avustralya'da devam eden diğer yerleşimci sömürge projeleriyle olan bağlantıları ve yankılarıyla birlikte, Filistin'deki yerleşimci sömürge projesinin çok daha uzun bir tarihinin ve devam eden bugününün bir parçası. Yerlileri topraklarından silme girişimi, son birkaç yüz yılda mantığı değil sadece yöntemleri değişen küresel bir beyaz üstünlüğü projesinin parçası.

Bu da bizi Charles Mills'in cehaletin epistemolojisi üzerine yaptığı çalışmaya götürür ki bu da beyaz üstünlüğün(ün) şiddetini, dünyanın ve dünyanın içindeki bilginin inşasıyla ilişkili olarak konumlandırmamızı sağlar.

 

Beyazlık ve Dünya

 

Mills (1997), küresel beyaz üstünlüğünün ya da beyazlığın bir sistem olarak, beyaz grupları beyaz olmayan gruplara göre ayrıcalıklı kılan Irksal Sözleşme tarafından ve bu sözleşme aracılığıyla sürdürüldüğünü savunmaktadır. Beyazlık farklı bağlamlarda farklı biçimler alsa da, Irksal Sözleşme küresel ve tarihsel biçimlerinin arkasındaki yapılandırıcı mantık olmaya devam etmektedir; mesela Amerika'nın fethinde veya beyaz yerleşimci kolonilerinin kurulmasındaki gibi. Cehalet epistemolojisi, Irksal Sözleşmenin bir özelliğidir; öyle ki, küresel düzenini sürdürmek için dünyanın beyazlık yoluyla inşa edildiğini görmeyi reddetmeyi gerektirir.

Mills, bu dünyanın inşasına atıfta bulunarak şöyle yazar:

 

““Beyaz” olarak inşa edilmenin ne anlama geldiğinin bir parçası, Beyazlığa ulaşmak için neyin gerekli olduğunun bir parçası… öz şeffaflığı ve toplumsal gerçeklikleri gerçek anlamda anlaşılmasını engelleyen bir bilişsel modeldir. Öyleyse, beyaz imzacılar önemli ölçüde, icat edilmiş sanrısal bir dünyada, ırksal bir fantezi ülkesinde yaşayacaklardır…” (Mills 1997, 18).

 

Ve şöyle devam eder:

 

“O halde, denebilir ki, genel bir kural olarak, beyazların ırkla ilgili konularda yanlış anlamaları, yanlış temsil etmeleri, kaçınmaları ve kendilerini kandırmaları son birkaç yüz yılın en yaygın zihinsel olguları arasındadır; fetih, sömürgeleştirme ve köleleştirme için psişik olarak gerekli olan bilişsel ve ahlaki bir ekonomidir. Ve bu olgular hiçbir şekilde tesadüfi değildir, beyaz idaresi kurmak ve sürdürmek için belirli bir yapılandırılmış körlük ve opaklıklar programını gerektiren Irksal Sözleşmenin şartları tarafından öngörülmüştür” (Mills 1997, 19).

 

Mills, özellikle soykırım veya beyaz yerleşimci sömürgeciliğin bir analizini sunmaktan ziyade, öncelikle ırk meselelerinden bahseder. Irksal Sözleşme fikrini yapılandırıcı bir güç olarak kabul edersek, bu bizi çoklu dünyalar fikrini düşünmeye götürür. Hepimiz aynı dünyada yaşamıyoruz çünkü bu dünyaya dair bilgi ve dünyanın bilgisi beyazlık aracılığıyla inşa edilmektedir. Daha spesifik olarak, bir dünya, beyazlığın, kurucu özelliği olarak reddedilmesi yoluyla kurulur ve kurulabilir. Böylece Mills'in fikri, ampirik deliller aracılığıyla görme ve bilme arasındaki doğrusal, pozitivist ilişkiyi, yani Filistin'de olup biteni ayrıntılı olarak anlatırsak, bunun olduğu gibi bir soykırım olarak bilineceği fikrini bozar.

Aslında ampirik kanıtlar yeterli değildir - hiçbir zaman yeterli olmayacaktır - çünkü sorun bu değildir. Sorun ontolojik bir sorundur; dünyaların nasıl var olduğuyla ilgilidir. Bu soykırımın silinmesi, ilk etapta, gör-meme dünyasının, yerleşimci sömürgecilik olarak beyazlık aracılığıyla inşa edilen bir dünyanın nasıl inşa edildiğinin yapısal bir özelliğidir. Gör-mek ile gör-memek, görünürlük ile silinme arasındaki sınır, öyleyse yalnızca şu anda Gazze'de olanlarla sınırlı değil; tarihsel, coğrafi ve politik açıdan çok daha büyük bir şeyi kapsar ve geçmişte ve günümüzde pek çok beyaz yerleşimci sömürge projesine yönelik eleştirileri bir araya getirir.

 

 

Küresel Adalet ve Özgür Bir Filistin

 

UAD'nin Ocak ayı sonunda Güney Afrika'yı destekleyen ve İsrail'i Gazze'deki askeri eylemlerini durdurmaya çağıran ara kararına rağmen, geçtiğimiz on bir ay (ve devam eden süre), özellikle Batı ülkeleri, hükümetleri ve medyaları arasında soykırımı göz önünden silmek için sistematik çabalara harcanan ortak gücü, kuvveti ve şiddeti görünür hale getirdi. Aynı zamanda bu soykırım, protesto gösterileri ve kamplar yoluyla Filistinlilerle dayanışma ve desteklerini ifade etmek üzere küresel çapta insanları sokaklarda ve üniversitelerde harekete geçirdi. Bu seferberlik aracılığıyla inşa edilen dünya, belirli bir coğrafi konumdan çok daha fazlası olarak Küresel Güney'i kapsamaktadır; ki burası epistemik bir yerdir. Bu, sömürgecilik anlayışını bütünleştiren ve görenlere, küresel adalet ve özgür bir Filistin olasılığı için umut veren bir bilme biçimini içerir.

 

 

Yazının orijinali Sümeyye Sakarya tarafından Critical Muslim Stadies sayfasından çevrildi: https://criticalmuslimstudies.co.uk/project/naming-the-erasure-see-ing-and-not-seeing-a-genocide/

 

 

Dr. Uzma Jamil, ReOrient: The Journal of Critical Muslim Studies'in Editör Kurulu'nun kurucu üyesi ve Yardımcı Editörüdür ve aynı zamanda Network ReOrient podcast'ine katkıda bulunmaktadır. Araştırmaları ve yayınları, Quebec'te Müslümanlar, İslamofobi ve beyazlık, Müslümanlar hakkında bilgi inşası ve "teröre karşı savaşta" Müslümanların güvenlikleştirilmesi üzerine odaklanmaktadır. Şu anki çalışmaları bilgi üretimi, Avrupamerkezcilik ve beyazlık üzerinedir.

Diğer Yazıları

Yorum Yaz