Şerif Gören ve Sineması Etrafında Gecikmiş Bir Yazı

Şerif Gören ve Sineması Etrafında Gecikmiş Bir Yazı

 

Türkiye’de sinema incelemeleri eskisine göre gelişmiş durumda. Akademik yayınlardan popülere devasa bir yayın endüstrisi var fakat günlük gazetelerdeki sinema yazılarının aynı ölçüde çoğaldığı söylenemez. Bolluğun getirdiği kıtlık içinde öteden beri festivaller, bazı yönetmenler ve filmler ana hatlarıyla da olsa hak ettiği ölçüde konuşulmuyor veya ideolojik yönsemeler üzerinden yanlış kanaatler ısrarla tekrarlanıp yaygınlaştırılıyor. Mesela çekiminden yıllar sonra ancak 12 Şubat 1999’dan itibaren Türkiye’de gösterilebilen Yol farklı açılardan derinlikli biçimde tahlil edilirken öteden beri bu filmin Türk sinemasında “yarım kalmış bir proje olan [1] ” Yılmaz Güney’e değil, “kıdemli asistan” Şerif Gören’e ait olduğunun üstü örtülmek isteniyor.[2]  8 Aralık 2024 tarihinde aramızdan ayrılan yönetmenin vefatı üzerine Altyazı dergisinin X’teki paylaşımı Gören’in yanına illa Yılmaz Güney’i yerleştirme tutumunu göstermesi bakımından ibretlikti. [3] 

Buna karşın Şerif Gören, 50. Cannes Film Festivali’ne davet edildiği 1997’de Altın Palmiye’nin Yılmaz Güney’e verilmesi etrafındaki münakaşalar bağlamında “düşünce solosunu” susturacak hemen her şeyi açıklamaya çalışmıştı. Şu pasaj enformatik cehaletin tortusuyla görünmez olmuş gerçekleri, şöyle bir değinilip geçilen hususları anlamayı sağlayabilir:

 

Filmin yönetmeni bendim. Hâlâ da benim. Yılmaz Güney ise filmin prodüktörü ve senaristiydi. O günün şartları gereği ben yurt dışına çıkamadığımdan o da yurt dışında kaçak olarak bulunduğundan ödülü Yılmaz Güney aldı. Yol’un yönetmeni 1982’de de bendim, 1997’de de benim. O yıllarda kapalı bir dönemden geçiyorduk. Medyatik olarak Yılmaz’ın adı, politik kişiliğinden gelen nedenlerle biraz daha fazla kullanıldı gibime geliyor. Ayrıca, Yılmaz Güney de Yol’un yönetmeni benim demedi hiçbir zaman [4].

 

Beri yandan kurgu, görüntü, senaryo gibi bir filmin üretim sürecindeki her alanda yetkinleşerek, kendi özgün sinema dilini oluşturan ve ödülleri tarihî gerçekliği içinde değerlendirdiğinden pek de umursamayan Şerif Gören’in Amerikalı ile değil hâlâ Yol filmi üzerinden konuşulması bize özgü tuhaflıklardandır. Anadolu Ajansı gibi Sinema Yazarları Derneği de ufkumuzu genişletmek yerine Gören’i önce Yol filmi ile hatırlamayı seçti[5] . Yönetmenin filmlerinin önemini, süreklilik ve kırılmalarını dile getirmeye yönelik çabalar ise bağı çözük çiçekler gibi dağınık vaziyette kaldı. Sinema ortamına, politikalarına ve eleştirisine dair müdahaleleri de. Aslında yönetmenlerin vefatından sonra yayımlanan metinler kadar yayımlanmayanlar bu çerçevede ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim Türk sineması açısından inkâr edilemez önemi bulunan Gören’in ardından meselelere mesafeli bakmak gibi bir alışkanlığı bulunmayan sol çevrelerdeki metinler ister istemez tek boyutlu bir yönetmen anlayışını berkitti. Köşe yazarları da bu tartışmalara ucundan kıyısından çanak tuttu. Sadece Gören özelinde olsa da bu durum Türkiye’nin kendine özgü tarihî ve sosyal şartlarıyla bağlantılı olan kültür sanat gazeteciliğindeki[6] süreklilik arz eden problemleri tartışmak bakımından iyi bir örnektir.

Hâlbuki Türk kültürüne duyarlı olan Şerif Gören’i belli şablonlara sığdırma zorluğunun farkına varılabilmeliydi [7]. Genelde uçlarda gezinmiyordu fakat “uçlara kayan, gerginliklerin ve oto sansürün arttığı [8] Türkiye’nin gerçekçi bir resmini çizebilen yönetmenin değeri de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Gören, sinemaya gitmek için aylık bütçesinden para ayırmakta güçlük çeken orta sınıfta [9] görüldüğü üzere seyircilerin sosyal gerçeklik dışında izlenebilir yapımlar aradığının [10] bilincindeydi. Onun dile getirdiklerinden biri şuydu: “Devrimci sinema yapılmaz, yapılabilemez.” Peki, yapılabilir olan nedir? “Bir tür halk sineması yapacaksın. Sol film yapacaksın ama halk sineması yapacaksın [11].” Türkiye gerçeklerine duyarlı olma iddiasındaki başka çevrelerse vefatına müteakip Gören hakkında ufkumuzu genişletecek herhangi yeni bir metin yayımlamadı, anonim ajans haberleriyle yetindi.  Oysa yıllar önce; 1980’de Gören hakkında büyük emek ve özveri ile en kapsamlı makaleyi yazan [12] Kurtuluş Kayalı yönetmenin farklılığı açısından filmleri üzerine enine boyuna konuşturulabilirdi. Yönetmen üzerine dikkate değer bir tez hazırlayan Ali Karadoğan’la konuşulması da farklı değerlendirmelerin kapısını aralayabilirdi. Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmediği için Gören ve sinema düşüncesi aydınlığa kavuşamadı. Kayalı erken tarihli makalesini şu tespitle noktalıyordu: “Şerif Gören sineması Türk kültürünün özgün yanlarını vurgulamak anlamında folklorik zenginliğin sanatçı duyarlılığı ile özümlenmesinde somutlaşmaktadır. Bu özümleme Türk kültürünün çiçeklenmesine yol açacak daha derini, daha zengin Şerif Gören sinemasını müjdelemektedir.” [13] Bu yargının bihakkın kavranması için önce Gören’in hayatının belli durakları ardından da her biri karanlıkta şimşek gibi çakan fikirler barındıran söyleşileri hatırlanmalı.

 

Yönetmenin Hayatı ve Birkaç Filmi

Yunanistan İskeçe’de dünyaya 1944’te gelen Şerif Gören’in çocukluğunun ilk yılları burada geçti. 1956 yılında dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar adına verilen bir bursu kazanarak Türkiye’ye geldi. Çocukluğundan itibaren sinemaya karşı büyük ilgisi ve sevgisi vardı. Birçok sinemanın bulunduğu Fatih Şehzadebaşı’nda büyüdü. Vaktiyle hafta sonları babasının verdiği 10 lira ile sabah erken saatte gidip bilet aldığını sonra karaborsada sattığını anlatmıştı. O yıllarda filmlere çok rağbet edildiğinden kolay kolay bilet bulunmayan o yıllarda bu sayede hem para kazandığını hem de kendi biletini bedavaya getirdiğini eklemişti. Sinemayla ilişkisi böyle başlayan Gören, çok film seyretmiştir ayrıca. Kovboy filmleri yanında Üsküdar İskelesi, Kwai Köprüsü, Harp ve Sulh unutamadığı filmlerdendi. İstanbul Erkek Lisesini bitirince yönetmenlik yolunda ilerlemeye karar verdi. 

Şerif Gören 1962’de tesadüfen Lale ve Erman Film stüdyolarında kurgucu olarak çalışmaya başladığı Yeşilçam’da yüze yakın filmde asistanlık yaptı. Türkan Şoray’ın “cahil cesaretiyle” yönetmenlik koltuğuna oturduğu Dönüş (1972) filmi onun asistanlık yaptığı kırkıncı yapımdı.[14] Yöneticiliğiyle de yönetmenliğiyle de mükemmel dediği Metin Erksan’la çalıştı. [15] Kendisi “birinci harika” konumundaki Erksan’ın ona  “ikinci harika!” dediğini içinin yağları eriyerek anlatırdı. “Ağabey” diye andığı Atıf Yılmaz ve Yılmaz Güney de var tabii. Gören 1974’te pamuk tarlasında çalışan ırgatların zorlu hayatlarını gerçekçi bir tarzda yansıttığı ilk filmi Endişe [16] ile Antalya Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil altı dalda ödül kazandı. O yılların teknik imkânsızlıklarına rağmen yönettiği filmlerde kullandığı efektlerle Türk sinemasına pek çok yenilik kattı. Bir senaryoyu çok severlerse inanılmaz olmayı başaran Kadir İnanır, Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Tarık Akan, Orhan Gencebay gibi oyuncularla çalıştı ve çok iyi işler çıkardı.

Türkiye’de yaşananlardan ve bunun edebiyata yansımasından etkilenen Şerif Gören’in yönetmenlik serüveninde Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Osman Şahin, Necati Cumalı gibi yazarların kitaplarının belirleyici bir etkisi oldu. Okuma ve film yapma arasında esastan bir bağ kurdu: “Çok okurdum ben, okumak hayal gücünü geliştiriyor. Onları okumak beni iyi bir yönetmen yaptı. Okumayanlar bir atımlık yönetmen olur, bilemediniz iki, üç film çekerler. Herkes haddini bilerek film çekmeli.”[17] Herkesin siyasileştiği çalkantılı 1970’lerde bir yandan genç sinemacıların karşı karşıya kaldığı sorunları ele alan etkinliklere katıldı, diğer taraftan Sinema İşçileri Sendikası’nı kurarak başkanlığını üstlendi. Ardından yine başkanlığını yaptığı Yönetmenler Derneği sebebiyle yargılandı. Buralardaki görevleri, çektiği bir Orhan Gencabay filmi; Derdim Dünyadan Büyük (1978)  yüzünden halkı silahlı isyana teşvikten ve Yol filmi için dört maddeden açılan davalarla birlikte hakkında istenen toplam hapis cezası 93 yıldı. 12 Eylül 1980 Darbesi’yle tutuklandı, insanın kimliğini yok etmeye matuf işkencelere maruz kaldığı bir senenin ardından hapisten çıktı.[18] 

Filmleri âdeta “güncel tarih” gibi akan Şerif Gören edebiyat uyarlamaları başta olmak üzere çok sayıda filme imza attı. Her filmini çekerken, öncekilerden daha iyi olmasını giderek en iyi filmi seviyesine ulaşması umuduyla bir yılda dört film bile çevirdi.  Farklı dönemlerde hemen her türde filme imza atan Gören’in 1990 öncesindeki belli başlı filmleri arasında Köprü (1975), Deprem (1976), Nehir (1977), Derdim Dünyadan Büyük (1978), Almanya Acı Vatan (1980), Yol (1982), Tomruk (1982), Derman (1983), Firar (1984), Kurbağalar (1986), Kan (1985), Yılanların Öcü (1985), Sen Türkülerini Söyle (1986), Katırcılar (1987), Beyoğlu’nun Arka Yakası (1987)  On Kadın (1987), Sen de Yüreğinde Sevgiye Yer Aç (1987),  Polizei (1988) yer alır. 

Şerif Gören’in 1989’a kadar yurt dışına çıkma yasağı vardı. Başbakan Turgut Özal’ın özel izniyle yasağı kaldırılan Gören Yol filmi için Almanya’ya gitti. Berlin’de Alman toplumunun disiplinli hâlini ve çok kültürlülüğünü yansıtmayı amaçlayan 20’şer dakikalık Kırmızı-Yeşil (Rot Grun), Patates-Soğan (Kartoffeln Zwiebel) adlı iki belgeselin yanı sıra Kemal Sunal’ın oynadığı Polizei filmini çekti. Bir sene kaldığı Berlin onun hayata ve sinemaya bakışını büyük ölçüde değiştirdi.[19]  Sade anlatımı, özgün konusu ve incelikli gözlemleriyle Polizei iyi iş yaptı, film videonun yanında beş ülkeye satıldı. Bu yıllarda Türkiye’de yayımlanmaya başlayan ve kültür hayatında büyük bir ilgiyle karşılanan Ana/Britannica için “İngilizce bilmediğim için yararlanamadım. Şimdi bu şansı yakalayacağıma seviniyorum”[20] ifadelerini kullandı.

                  Yükseliş ve Düşüş: 1990’lardan 2010’lara

Film serüvenini sürdüren Şerif Gören Abuk Sabuk Bir Film (1990) ve Amerikalı (1993) ile tekrar gündeme geldi. Gösterildiği sezonun en iyi ikinci filmi konumuna yerleşen Abuk Sabuk Bir Film adıyla yönetmen başının belaya girdiği eleştirmenlere göndermede bulunuyordu. Bir iki isim dışında eleştirmenlerin derdini kavrayamadığı bu film, yönetmenin çabasına saygı duyulması talebinin yansımasıydı. Eleştirmenlerin yazılarının başlığını filme koyan Gören bunu şöyle özetliyordu: “Bir film çekiyorsunuz, uğraşıyorsunuz. Kalkıyorlar abuk sabuk yazıyorlar. Ben de abuk sabuk bir film çekeyim bakalım o zaman ne diyecekler diye düşündüm. Yine aynı şeyi yazdılar.”[21]

        Şerif Gören, sinema piyasasının meteliğe kurşun attığı bir dönemde ses getiren ve  “mükemmeliyetçilik” duygusu oluşturan Amerikalı filminden de anlaşılacağı üzere büyük bir çabanın içindeydi. Amerikalı ile Türkiye’de sinema alanındaki temel sorunun teknik ve senaryodan değil Amerikan sinemasının bütün sinemaları yok etmesinden kaynaklandığını ortaya koymuştu.[22] Ancak temellendirilmiş düşünceleri sinema ortamının sert duvarlarına çarpınca günden güne film çekmekten uzaklaştı. Sinemadan uzak kalması hakkında şu açıklamayı yaptı: “Ben prodüktör değilim, yönetmenim sonuçta. Bütün bu süre zarfında pek çok yönetmen dizilerden, şovlardan, bilmem nelerden para kazanarak film çekti. Kimse bana ‘Şu kadar paramız var, gel film çek!’ demedi ki!”[23] 

    Tecrübelerinden hareketle belgeselciliğini sürdüren Şerif Gören Strasburg’da Fransız üçüncü kanalı için La Zigone et la Corbeau (1994) belgeselini çekti. Bundan iki yıl sonra kamerasını Fransa’da yaşayan Türk kadınları arasında dolaştırarak her biri yaklaşık bir buçuk dakikadan oluşan 25 dakikalık Kimlik  (L’identite)  çalışmasını tamamladı. Belgeselinde elektronik teknolojiden yararlanan Gören, “sinemada sanatsal yaratıcılıkla teknolojik yaratıcılığın yer değiştirdiğini, yedinci sanatın bilgisayar yardımıyla sekizinci sanat hâline geldiğini”  ifade etti. Gören, 1995’te Türk sinemasını beğenmeyen yeni kuşağın tekrar sinemayla buluşturulması gerektiğini belirtirken Amerikan sinemasından Fransa’ya ve Türkiye’deki sinema ortamının ayrılmaz parçası konumundaki ödül tartışmalarından festivallere kadar pek çok konuyu gündeme getirdi. Kültür Bakanlığının maaşları ödeyecek mecalinin kalmadığı bir zamanda Türk sinemasının krizden kurtulması için yapılması gerekenlere odaklanırken sosyal boyutu gelişkin popülist teklifler de sundu:

Amerikan sinemasının kültür yayılmacılığını önleyebilmek için teknolojiyi yakından izlemekten başka çare kalmadı.

Artık kültür savaşı, ekonomik savaşın önüne geçti. Örneğin Fransa kültür merkezi olma özelliğini yitirince büyük paralar harcayıp filmler çektiriyor. Fransız sinemasına teknoloji giriyor. Türkiye’de ise […]devletin tüm gücüyle kültürü koruması gerekiyor. Çocuklar başka kültürlerin etkisinde kalınca sonra paniğe kapılınılıyor. Devlet olaya sadece parasal yardım diye bakmamalı.[…]

Ödüller artık fazla abartılmamalı, ödül enflasyonu yaşanıyor sinemamızda.[…] Az film[…] çok sayıda festival dolaşırsa sonunda sinema seyircisinin güveni yitirilir. Bir de festivallerin işlevleri gözden geçirilmeli. Örneğin İstanbul Film Festivali 14 yıldır Türk filmlerini ikinci sınıf yapımlar olarak göstermekten ileri gidemedi.[…] Türk filmleri için ayrı bir festival düzenlenebilir İstanbul’da. Medya burada, herkes burada. Adana ve Antalya’dan daha fazla ses getireceği kesin, İstanbul’daki ulusal festivalin.[24]

Türk sinema ortamının hemen her yönüyle yakından takip eden eleştirilerini ve tekliflerini yapan Şerif Gören, Cüneyt Ülsever’in siyasi ve cinai nitelikli Hacı (2003) romanının filmini çekecekti. Hazırlıklarını yapmasına rağmen akim kalan bu proje onun Türkiye gerçekleriyle kurduğu bağı yansıtmaktadır. Çünkü roman, Ankara’da bir bakanın öldürülmesiyle başlayan soruşturmanın arka planındaki din, radikalizm ve medeniyetler arası çatışmalar arasında Türkiye’nin durumunu işliyordu.  Gören bu yıllarda çokça eleştirdiği dizi sektörüne yöneldi; başarılı olamayan Serseri Âşıklar (2003), Kırık Ayna (2002-2003) ve Ahh İstanbul (2006) dizilerini yönetti. Yönetmen, babasına ithaf ettiği İskeçe 1955 adlı bir kısa filmi tamamlamak için çok uğraştı fakat çekimlerin bitmesine ramak kala babası öldüğünden filmini pederine seyrettiremedi.

Şerif Gören, 2011’de Ay Büyürken Uyuyamam filmiyle uzun bir aradan sonra yeniden sinemaya döndü. Ona göre Türkiye açısından 2010 sonrası toplumsal gerginliklerin yaşanmaması gerektiğinin anlaşıldığı önemli bir dönemeçti. Sinema Alevi, Kürt, laik ve İslâmcı gibi kimlik sorunlarının aşılmasına katkı sunabilirdi.[25] Senaryosunu Necati Cumalı’nın 1969’da yayımlanan aynı adlı eserindeki birkaç hikâyeden hareketle kendisinin yazdığı hatta ikinci ve üçüncüsünü çekmeyi düşündüğü [26]  bu film, onun kariyerinin veda filmiydi. Çok sayıda eleştiri alan yapım çoğu çevre tarafından çekildiği yılın en kötü filmlerinden biri görüldü. Gören’in “gülünüp geçilmesi” imkânsız yergiler karşısında söyledikleri Türk sinemasına emek veren her yönetmenin kurabileceği cinstendi: “Durmadan aşağılanan bir şey hâline dönüştü sinemamız, insanların beyninde de ikinci sınıf film hâline geldi Türk filmleri. Saygı, sevgi lazım biraz. Eleştirilmek doğal da biraz sınır aşıldı diye düşünüyorum...”[27]  Gören’i hem dost hem de yönetmen olarak çok seven Ülkü Tamer ise yönetmenin eleştiriyi tümüyle kaldırmaya kadar varan tavrını eleştirmişti.[28]  Aslında Gören’in eleştirmenler karşısındaki düşünceleri Türkiye’deki sinema eleştirisinin sorunlarını ortaya koyan genellemelerinin devamıydı. Gören’in 1993’te dedikleri eleştirmenlere karşı konumlanmasının çıkış noktalarını kavramak bakımından değerlidir:

Eleştirmenler bir misyon yüklediler kendilerine. Başladılar ‘Şerif şu tarz film çekmeli ya da bütün sinemacılar şu tarzda film yapmalı,’ diye yol göstermeye. Örnekleri de Fellini, Wenders, Pasolini gibi yönetmenler. Herkes bizim nasıl sinemacı olduğumuzu biliyor. Biz alaylıyız, asistanlık yaparak buralara geldik. Sınırlarımız belli. Peki onlar nasıl eleştirmen oldular? 50 film seyretmekle, birkaç kitap okumakla eleştirmen olduğuna inanan biri bazı dergilerin boş sayfalarını doldurmak için yazıyor. Yılların sinema yönetmenine hakaret edebiliyor. Eleştirmenin eleştirmeni olmadığı için kendi aralarında birbirlerine tavır koyamıyorlar. Bu eleştirmen kitlesi Türk sinema izleyicisini olumsuz yönde etkiledi. İnsanlar ‘Ben Türk filmi seyretmem’ gibi birtakım saplantılara kapıldılar. Eleştirmenlerden etkilenen bazı yönetmenler festivaller için film yapmaya başladı. Avrupa ve Asya’dan bir ödül gelince bazın ve TV filmi övüyordu. Film ödülsüzse  ticari şansının kalmayacağı gibi bir yanlışa düşüldü.[29] 

 

 Değişim İçinde Süreklilik

Hayatının her döneminde genelde izlenebilir yapımlara imza atan Şerif Gören, 1980 öncesinde geleneksel sinema ile bağını koparmamıştı. Sonraki yıllarda filmlerindeki sosyal boyutu dönemin eğilimlerine göre daha da geliştirdi. Gören’in tekelleşme sebebiyle darboğaz yaşayan Türk sinemasını dirilten[30]  Amerikalı filmi hem seyredilebilir Türk filmi çekilebileceğini hem de yönetmenin izleyicinin psikolojisini kavradığını gösterdi. “Aslında sinema anlayışımı taşımayan tek filmdir!” dediği bu filmi, Türk filmlerini iki-üç bin kişinin izlediği bir dönemde çekmişti. Çok büyük başarı kazanan ve 550 bin kişiye ulaşarak gişe hasılatı elde eden bu filmden sonra Türk filmleri daha fazla yapılmaya başlandı. Yenileşmenin ve farklılaşmanın ayırdına varan Gören, toplumun işkenceyi anlatan siyasi yapımları sevmediğinin farkındaydı. Toplumu çok iyi gözlemlediğini “Sessizlik kanıma sızan bir zehir” serzenişini haklı kılan söyleşilerinden anlamak mümkündür. İşte can alıcı bir örnek: 

 

80 sonrası ortaya çıkan partilerin hiçbiri ortada yok. Değişim süreci müthiş hızlı. Güncel tarihçilik yapmayı severim, güncel olaylar hoşuma gider. Türk toplumu sanata yakın değil; eğlenmeye, ağlamaya yatkın, daha çok tüketici. Bir filmi ‘çok ağlayacaksınız’ diye pazarlıyorlar, ötesi var mı? [31]

 

Şerif Gören’in dönemler içindeki Türk sinemasına ilişkin değerlendirmeleri özetle şöyleydi: 1960’lar sadece gençliğin değil aydınların, akademisyenlerin ve sanatçıların da siyasi kimliklerinin öne çıktığı politik bir dönemdi. 1970’ler ve 80’ler de keza öyleydi. Hâliyle o günkü sinemayla sonraki yılların yapımlarını karşılaştırdığınızda, bambaşka bir fotoğrafın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Mesela o dönemlerde Cannes’da ödül alan filmlerle, günümüzdekiler arasında benzerlik bulmak güçtür.[32] Yönetmen Engin Ayça’nın da vurguladığı üzere Yılmaz Güney fırtınasının koptuğu 1970’lerde sinemaya politik bakma eğilimi çok daha güçlüydü.[33] Cannes’da Yol ödül aldığında tahkiyesi politik filmler ön plandaydı. Aradan geçen sürede algı, beğeniler, jüri daha doğrusu zaman değişti. Belki Yol filmi sonraki yıllarda bu festivale katılsa ödül alamazdı. Her şey seçici kurula ve dönemin anlayışına bağlıydı. Eski ve yeni dönemde jüriyi değiştirdiğinizde bambaşka filmin ödül alması kaçınılmazdır. Yönetmen profilinin ve seyir kültürünün değiştiği günümüzde daha durağan yapımların ödüllendirilmesi de bununla bağlantılıdır. 

Şerif Gören, gençlerin sinemaya ilgi duymasını, film çekmesini ve bağımsız sinemanın gelişmesini destekledi. Sırtını sıvazladığı yönetmenlerden Ömer Vargı’nın “Şerif Gören benim ustamdı ve ondan çok şey öğrendim.”[34] demesi sebepsiz değildi. Gören, film festivallerinde cesaretle çekilmiş fakat ne çektiklerinin farkında olmayan, dahası çekemediklerini bilmeyen yönetmenlerin filmlerini seyrederken üzüntü duyduğunu saklamadı. Ona göre “film gibi film” çeken kuşağın dışında 2010’lar itibarıyla yönetmenler, dizi sektöründen, fotoğraf ekolünden ve Avrupa sinemasından gelenler olmak üzere üçe ayrılabilirdi. Bunlar arasında en başarısızı ise seyirci ile sinemasal bağ kurmak gibi bir derdi olmayan dizi kuşağından gelenlerdi.[35] 

Şerif Gören, ister dizi ister film olsun tüm yapımlarda başarılı oyuncu gerektiğini, başarısız oyuncuyla dizinin çekilemeyeceğini dile getirdi. Oyuncularla yönetmenler arasında ayrım yaptı, oyuncuların teklif geldiğinde mutlaka oynayacaklarını belirtti. Ona göre yönetmenler bir filmden vazgeçebilirdi son tahlilde bir gösteri yapan oyuncular asla vazgeçmezdi. Bazı dizilerde Türk sinemasından parçalar gördüğünde hoşuna gitse[36] de sinema ve diziler arasında ayrım yaptı. “Kalıcıdır sinema, dizi oynuyor ama öteki hafta unutuluyor. Teknoloji de geliştiği için diziler de iyi oluyor artık.”[37] dedi.

Şerif Gören, sinemaya sponsor desteğini kurumsallaştırmak meselesini gündeme getirdiği 1990’larda, sinemanın “artık emperyalist” bir sanat vasfı kazanmasından dolayı Türk sinemasının dünyaya açılması zorunluluğunun altını çizmişti: 

Türk sinemasını tanıtmak için iyi film çekmek yetmiyor; kendinizi dünyaya tanıtmak zorundasınız. Yoksa sadece iyi film çekip beklemekle olmuyor. Dünya pazarının içine girmek, Türk sinemasını tanıtıcı etkinliklerde bulunmak zorundasınız. Bir pazar sisteminin kurulması gerekiyor. Bunun için büyük paralar gerekiyor. Bizim Kültür Bakanlarımız ve konuyla ilgili diğer yetkililer, bırakın sinemaya destek vermeyi, şimdiye kadar yapılan destekleri geri çektiler.[38]  

Şerif Gören sinema yasasının da çıktığı 2000’lerde Kültür ve Turizm Bakanlığının sinemaya desteğini önemsediğini ancak politikalarını doğru bulmadığını söyledi. Bunun sebebi her giden projeye aynı miktarla destek sunulmasıydı. Ona göre bütçesi 10 milyon olan bir film çekilecekse, o para o filme değecekse, gereken destek bir biçimde mutlaka verilmeliydi. Minimal bütçeli filmlere de destek sunulmalıydı ancak bir denge mekanizması kurulmalıydı. Filmlerin çoğuna yazık olduğunu söylerken de sayısal çoklukla iyi bir iş yapıldığı yanılsamasına dikkat çekti. Oysa 60 film yerine kaliteli 6 iyi film çekilse daha iyi olurdu. Gören, yeni yönetmenler üzerine de konuştu, birtakım değerlendirmeler yaptı. Zeki Demirkubuz’u beğendiğini, Çağan Irmak’ın sinema dilinin bulunduğunu söyledi mesela. Cem Yılmaz’da başka, Şahan Gökbakar’da başka bir tat buldu.[39] Bir filmin toplumu değiştirecek gücü olmadığını vurgularken şöyle bir çerçeve çizdi:  “O filmler de yapılmalı. Sinema bir zenginliktir, tarihî bir film de olmalı, avantür de komedi de. Gülüyorum onlara, niye gülmeyeyim, ben de insanım.”[40] Bazıları hakkındaysa “Hem hiçbir şey bilmiyorlar hem de kendilerini acayip tezgâhlıyorlar. Cilalı imaj devri ne de olsa. Herkes kendini olduğundan farklı göstermeyi becerebiliyor. Hem film çekmeyi bilmezler hem de atıp tutarlar...”[41]  dedi.

Türk sinemasının en üretken yönetmenlerinden Şerif Gören, beraber çalıştığı ve ortak iş yaptığı bütün yönetmenlerden feyz aldı ama sineması hiçbirine benzemedi. Pek hoşlanmasa da film dilini kavrayan eleştirmenler dinamik ve süratli yapısından dolayı çektiklerine “Şerif Gören sineması”[42] derdi. Onun için felaket, “kimsenin beğenmeyip sadece eleştirmenlerin beğendiği film yapmak”tı[43] . Gören, Türk sinemasının önemli kilometre taşlarından; Metin Erksan’ın, Lütfi Ö. Akad’ın, Memduh Ün’ün, Osman Seden’in, Zeki Ökten’in aralarında bulunduğu bir kuşağın son temsilcisiydi.[44] Gören’in 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali açılış töreninde Muzaffer Hiçdurmaz’a Orhan Kemal Emek Ödülü’nü takdim ederken Akad’ı hatırlatarak şöyle demişti: “Muzaffer Hiçdurmaz, Lütfi Akad’ın en çok sevdiği, oğlu gibi sevdiği yönetmen asistanıydı. Benim de 60 yıllık sinemadaki yol arkadaşım.” [45] 

Şerif Gören Gezi Parkı olayları akabinde nükseden eski alışkanlıkları hariç başöğretmen edasında değildi, önderlik etme gibi bir vasfı ve amacı yoktu, sadece “film gibi film” dönemine mensup bir yönetmendi. Onun da belirttiği gibi bu kültüre koruyucu şemsiyeyle yaklaşmak gerekirdi. Kendisinin ne efsaneleştirilmesini ne de yerin dibine batırılmasını istemeyen Gören, sanatçı olduğunu yurt dışına gittiğinde daha iyi anladığını sürekli tekrarlardı. Çünkü Türkiye’deki karşılığı yıllarca sadece  “filmci” idi. Dolaysıyla asi bir delikanlı olarak girdiği film sektöründe kendi pratiğini sorgulayarak geliştiren Gören’in filmleri hem sinemasal hem de toplumsal özellikleri açısından incelenmelidir.[46]  Mesela senaryosu gerçek olaylardan, gazete haberlerinden hareketle yazılan suç işlemiş dokuz kadının hikâyesini anlatan On Kadın filmi sosyolojik açıdan birtakım tartışmalar yapmak için verimliydi. Filmin, yönetmenin ustası Atıf Yılmaz’ın tüm birikimini kadın filmleri çekmeye hasrettiği bir dönemde onun “elindeki bütün malzemeyi alma” niyeti barizdi.[47] 

Şerif Gören’in deyimiyle On Kadın, “ahlak, namus, kadınların değişim, cinsel özgürlük, kadın erkek eşitliği kadın hakları, o zamanki feminizmin” tartışılması dahası “betonlaşmaya karşı ilk ikazları” yönüyle de “yakın tarihe doğru düzgün bakan filmlerden biri”[48]  konumundaydı.  Gelgelelim modern Türkiye’de feminizmi merkeze alan kapsamlı olma iddiası öne çıkan siyasi düşünce derlemesinde bile filmin ve yönetmenin adı bir defa olsun geçmedi. Gören’in 1990’ların ikinci yarısında hazırladığı ve emekli bir başsavcının bir anda pop starına dönüşmesini merkezine yerleştiren Türkiyeli adlı projesi onun toplumsal değişimin nabzını yakalama çabasını gözler önüne serer niteliktedir. Kültürel gerçekliklere duyarlı olan Gören, Amerikalı filminden sonraki toplumsal şartların değişimini gözlükler üzerinden okumayı da gündemine almış hatta insanların kendilerine daha iyi bakması için Gözlük adlı bir film tasarlamıştı.[49] 

 Dizi film veya şipşak fotoğraf çeker gibi film çekmeyen fakat Türk sineması için elinden gelen ne varsa onu yapan Şerif Gören gelen her yılın “yeni toplumsal değişikliklerle” geldiğinin farkındaydı. Onun kritik müdahaleleri hüviyetindeki söyleşilerinden bir alıntıyla bitirelim yazımızı: “Dünyaya insan olmak için geldik, onu başarırsak bütün sorunlar ortadan kalkar zaten. Ne İslâmcı ne laik kavga eder, ne Türk ne Kürt. Yeter ki insan olabilelim.”[50]

 

 

 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Engin Ayça, “Sinemaya Politik Baktık”, söyleşi: Orhun Atmış, Cumhuriyet, 23 Nisan 2024, s. 14.

[2] Bu durum 1982’den bu yana pek değişmemiştir. Mesela filmin Şerif Gören tarafından çekildiğini bilen Atilla Dorsay önce bunu dil ucuyla yazmış, baştan sona Yılmaz Güney’i övmüştür. Bk. Atilla Dorsay, “Yol’un Ödülü, Yılmaz Güney ve Sinemamız”, Cumhuriyet, 4 Haziran 1982, s. 5. Daha sonra ise Fransız sinema dergilerinden hareketle Yol’un Cannes’da ödül almasını irdelerken filmin Yılmaz Güney tarafından çekildiğini yazmıştır. Bk. Atilla Dorsay, “Ölüm Toplumsal Bir Yazgı mı?: Yol”,  Cumhuriyet, 6 Ağustos 1982, s. 5. Sonraki bazı metinlerde ise Cannes Film Festivali’nin politik yanını vurgulanmaya çalışılırken Yol filminin Yılmaz Güney ve Şerif Gören tarafından müşterek çekildiği izlenimi uyandıran ifadeler kullanılır. Bk. Mehmet Basutçu, “Sinemayla Siyasetin Kaçınılmaz Birlikteliği”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2022, s. 12.

[3] Paylaşım şöyleydi: "Toplumsal ve politik meseleleri derinlemesine ele alan sayısız filmde imzası olan, Yol filmiyle Cannes'da Altın Palmiye'yi Yılmaz Güney'le birlikte alan Şerif Gören'į kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz."

[4] Şerif Gören, "Sinemamızın Dünyada Yeri Yok!", söyleşi: Duygu Durgun, Cumhuriyet, 9 Haziran 1997, s.11.

[5] Meraklısı bilir ama gene de hatırlatalım: Kendisiyle uzun uzadıya konuşulsa da Şerif Gören, Hüseyin Tabak'ın yazıp yönettiği Çirkin Kral Efsanesi belgeselinde yer almak istememiştir. Emrah Kolukısa, "Çirkin Kral'ın Izinde", Cumhuriyet, 27 Ekim 2018, s. 18.

[6] Türkiye'deki sanat gazeteciliğinin 1980'lerdeki vaziyeti üzerine yapılan bir değerlendirme kökü çok derinlere inen kültürel ikiliklerin kavranması bakımından yararlı olabilir. Bk. Beşir Ayvazoğlu, Ain Çizili Satırlar, Timaş Yayınları, Istanbul, 1997, $.19-22.

[7] Ali Karadoğan, Film Çeviriyorum Abi/Şerif Gören Sineması'nda Öykü, Söylem ve Tematik Yapı, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2006.

[8] Zuhal Aytolun, "Bu Film 50 Yılım Jübilesi", Cumhuriyet Pazar, 4 Eylül 2011, s. 4.

[9] Şerif Gören, "Seyirciden İlgi Görmeyen Bir Film İşlevini Yerine Getiremez", Cumhuriyet, 21 Ağustos 1985, s. 4.

[10] Kurtuluş Kayalı, Türk Sineması İliklerimize Kadar İşlemiş Ruhumuza Sinmiş Bir Sanat Pratiği, Vakıf Kültür Yayınları, İstanbul, 2022, s. 198-199.

[11] Kurtuluş Kayalı & Safa Önal, "Türk Sinemasının Yapısal Serencamı", moderatör: Hediyetullah Aydeniz, Sinemarmara, 2014, sayı: 3, s. 40.

[12] Kurtuluş Kayalı, Yönetmenler Çerçevesinde Türk Sineması, Tezkire Yayınları, İstanbul, 2015, s. 185-199,

[13] Kurtuluş Kayalı, age., s. 199.

[14] Emrah Kolukısa, "32 Yıldır Dertler Aynı", Cumhuriyet Pazar, 7 Nisan 2019, s.5.

[15] Elif Aktuğ, "Yeniden Cannes Yolu Göründü", Akşam, 3 Aralık 2011.

[16] Yılmaz Güney, 1974'te Adana Yumurtalık ilçesi hâkimini bir tartışma sonrasında öldürünce hapse girmişti. Onun üzerinde çalıştığı yarım kalan filmi Endişeyi Şerif Gören'in aynı yıl tamamladığı ileri sürülür. Bk. Göksel Aymaz, "Romantik, Dik Başlı, Silahşör, Devrimci, Aşık... Hepsi O!", Cumhuriyet Pazar, 9 Eylül 2018, sayı: 36, s.5.

[17] Elif Aktuğ, agy.

[18] "Emrah Kolukısa, agy, s.5.

[19] Güner Yüreklik, "Berlin TV'sine İki Film", Cumhuriyet, 3 Kasım 1988, s.4.

[20] Cumhuriyet, 29 Ekim 1986, s.8.

[21]. Şerif Gören, "Seyirciyi Yüz Defa Güldüreceğim", söyleşi: Cumhur Canbazoğlu,  Cumhuriyet Dergi, 11 Nisan 1993, sayı: 368, s.1912.

[22] "Seyirciyi Yüz Defa Güldüreceğim", s.18."Şerif Gören,

[23] "Şerif Gören, "Eleştirmenlere Dava Açacağım!" söyleşi: Şirin Sever, Sabah, 19 Aralık 2011.

[24] Şerif Gören, "Bize Ayrı Festival Düzenlemeli", söyleşi: Cumhur Canbazoğlu, Cumhuriyet, 23 Nisan 1995, s.14.

[25] Zuhal Aytolun, agy., s. 4.

[26] Zuhal Aytolun, agy., s. 4.

[27] Şerif Gören, "Eleştirmenlere Dava Açacağım!"

[28] Ülkü Tamer, "Şerif Eleştirmenlere Karşı", Cumhuriyet, 24 Aralık 2011, s.17.

[29] Şerif Gören, "Seyirciyi Yüz Defa Güldüreceğim", s.19.

[30] Kurtuluş Kayalı, Kültür Eksenli Türk Sineması Ruhunu Yitirirken, Vakıf Kültür Yayınları, İstanbul, 2023, s. 128.

[31] Elif Aktuğ, agy.

[32] Şerif Gören, "Eleştirmenlere Dava Açacağım!"

[33] Engin Ayça, agy., s. 14.

[34] Sevilay Koçoğlu, "İnsanları Anlatmayı Seviyor", Cumhuriyet, 26 Kasım 2003, s.15.

[35] Zuhal Aytolun, agy., s.4.

[36] Emrah Kolukısa, agy., s.5.

[37] Elif Aktuğ, agy.

[38] Şerif Gören, "Sinemamızın Dünyada Yeri Yok!", s.11.

[39] Elif Aktuğ, agy.

[40] Elif Aktuğ, agy.

[41] Elif Aktuğ, agy.

[42] Şerif Gören, "Seyirciyi Yüz Defa Güldüreceğim", s.19.

[43] Nilay Karman, "Anket Defteri", Cumhuriyet Dergi, 13 Ağustos 1989, sayı: 179, s.14.

[44] Şerif Gören, "Eleştirmenlere Dava Açacağım!"

[45] "Altın Koza'dan Görkemli Açılış", Cumhuriyet, 25 Eylül 2024, s. 13.

[46] Kurtuluş Kayalı, Türk Sineması İliklerimize Kadar İşlemiş Ruhumuza Sinmiş Bir Sanat Pratiği, s. 200.

[47] Şerif Gören, "Seyirciyi Yüz Defa Güldüreceğim", s.19.

[48] Emrah Kolukısa, agy. s.5.

[49] Şerif Gören, "Sinemamızın Dünyada Yeri Yok!", s.11.

[50] Elif Aktuğ, agy.

 

 

 

Diğer Yazıları

Yorum Yaz