Öze Değil, Özün Eleştirisine Dönüş!
Yaklaşık yirmi beş yıl önce, 28 Şubat postmodern darbe sürecinin sönümlenmeye yüz tuttuğu bir dönemde (süreç iddia edildiği gibi bin yıl sürmedi, aksine çok çabuk tükenmeye başladı) Müslüm Gündüz vb. figürlerin sebebiyet verdiği olayları bahane eden laikçi bir koronun Müslümanları ve İslamcıları, 28 Şubat’ta kazandıklarını düşündükleri zaferin bir Pyrus zaferi olmamasını arzuladıkları (kısa bir süre sonra AK Parti’nin iktidara geldiği düşünülürse 28 Şubatçıların kazandıklarını düşündükleri sözümona zaferin Pyrus zaferi olduğu açıktır) için özeleştiriye davet etmeleri ya da en azından bu söyleme kışkırtmaları dolayısıyla kaleme alınmış bir yazıydı Özeleştiri Temrinleri: Mağlupların Dili ve Ethosu. Davet edilen özeleştiri söyleminin içsel çelişkilerini konu ediniyordu yazı: Siyasi rakipleriniz sizi özeleştiriye davet ediyor ve hatta buna kışkırtıyorsa bundan kuşkulanmanız için yeterli sebep vardı. Sizi “suçlu” konuma düşürmenin bir başka çeşidiydi belki de özeleştiriye davet etmek/buna kışkırtmak. Şiddet dolu sol örgütlerin jargonuyla konuşursak, bu örgütlerin artık “hain” olarak belledikleri eski mensuplarına infaz öncesi söyledikleri gibi laikçi bakış, İslamcıların özeleştiri vermesini istiyordu! Ya da gizli bir hayranlık besleniyordu, sırlarına vakıf olamadıkları “İslamcı” hareketlilik, özeleştiri yoluyla da olsa o sırlarını ifşa etseydi, ortaya saçsaydı ya!
Son dönemlerde Müslümanlar/İslamcılar içinde/arasında sıkça karşılaştığımız, yani bu kez yirmi beş yıl öncesinden farklı (dost) ağızlarca dile getirilen bir söylem türü olarak görünüyor özeleştiri. Siyasi rakiplerini değil, doğrudan kişinin ya da çevrenin kendi kendisini hedefleyen bir söylem. Bu açıdan, hem siyasi ve toplumsal rakipler nezdinde hem de kişi ya da çevrenin kendi gözünde, değerli. Özeleştiri hüsnüniyet içerdiği varsayılan, epey kullanılışlı, epey sevecen bir kavram bu bakımdan. Özeleştiri yapıyor görünerek bir başkasını ya da çevreyi eleştirebilirsiniz sözgelimi. O kişiyle ya da çevreyle aranızda oluşabilecek bir polemiğe de fırsat tanımazsınız. İçindesinizdir zaten. Ayrıca o kişiyi ya da çevreyi eleştirdiğiniz konuda kendinizi muaf tutmadığınıza delil olur özeleştiri söylemini kullanmak. Çünkü siz de en az diğerleri kadar o çevre içinde, o çevre hakkında söz (bu durumda eleştiri) sahibisinizdir. Kendiliğinden bir müdafaa hattı da inşa edilir böylelikle. Özeleştiri, haddi zatında kişinin kendisini eleştirmesi, bu açıdan bize kalırsa elbette ironiktir. Sevecenliği de doğrudan bu ironiden kaynaklanır. Çünkü kendinizi özeleştiriye tabi tutarak övmüş bile addedilebilirsiniz. Kişinin özünü/kendisini/çevresini yermesi nereden bakarsanız bakın elbette yüce bir haslettir. Bildiği yegâne şeyin hiçbir şey bilmediği olduğunu söyleyen Sokrates’in ironisi gibidir durum. Sokrates’in hiçbir şey bilmediğini söyleyen yüce alçakgönüllülüğü aslında kendisini övmesidir: Bilinecek yegâne bir şey vardır, o da hiçbir şey bilmemektir ve bu mertebeye Sokrates erişmiştir. Sözüne kulak kabartırsak “Sokrates’in bilgeliğinin mesnedi cehaletidir” demekten kendimizi alamayız.
Müslümanlar/İslamcılar arasında birtakım fenalıkların çoğalması, yaygınlaşması, kendi geçmişleriyle uyuşmayacak türden söz ve eylemlerin artışı, önceden kurucu olduğu varsayılan bazı tez, kanaat ve görüşleri savunanların bile o tez, kanaat ve görüşlerin tam tersini şimdilerde dile getirmeleri, çözülme diyebileceğimiz türden bir kaos durumu başta olmak üzere birçok yanlış bahse konu edindiğimiz özeleştirilerde sıkça dile getirilen hususlardan. Hatta öyle ki kumaşlarımızdan bile kuşku duymaya başlamışızdır. Nice sağlam kumaşın kullanıldıkça epridiğini bilenler ise kişinin kendi kumaşından duyduğu kuşkuya hak veremez, tabii eğer bu kumaş sahiden kullanılmış, toplumsal olayların sınamasıyla kalitesizliği ortaya çıkmamışsa. (Bu durumda bile kumaş ne kadar kaliteli olursa olsun, sadece kullanılan bu “kumaş” metaforundan yola çıkarak diyebiliriz ki, toplumsal zamanın/olayların sınamasıyla eprimeyecek, eskimeyecek, dolayısıyla kolayca yırtılmayacak bir kumaş yoktur.) Kumaş metaforunun da gösterdiği üzere esasen özeleştiri söylemlerinde bir nevi nostalji vardır ve onunla birlikte söyleme bir “hayıflanma” duygusu hakimdir. Nostaljik duyguda eski güzel günlere duyulan özlemi fark edersiniz, çünkü o günlerde -söylemek bile gereksiz- kumaşın kaliteli olduğu zannedilir. Kumaş kalitesizliğini özeleştirel bakışa göre şimdide açığa vurmuştur. (Ah bu şimdi yok mu bu şimdi, oysa ne güzeldi eski günler! En azından kumaşımızın kaliteli olup olmadığını sorma ihtiyacı bile hissetmiyorduk…) Geçmişte savunulan görüşlerin şimdilerde tam tersinin savunulmaya çalışıldığının düşünülmesi, görüş sahibinin geçmişte tuttuğu yer ile şimdi tuttuğu yerin özdeşlenmesi kadar geçmişteki toplumsal kavganın mihengiyle şimdiki toplumsal kavganın mihenginin özdeşlendiğini gösterir. Bize kalırsa bile isteye yapılan bir hata ile oportünizmin doğrulanışı şeklinde okunan yaklaşımların tarihsel-toplumsal dönüşümle birlikte düşünülmesi halinde durumun kolayca bu şekilde anlaşılmayacağı görülecektir. Her nasılsa o yaklaşımların kendisinin beşerî olduğu, yani en başından beri tarihsel ve toplumsal olduğu ıskalanmayacaktır.
Geçmiş güzel günler ile şimdiki kötü zamanları birbiriyle kıyaslayan özeleştirenimiz eğer inside trader’lık yapmıyorsa geçmiş güzel günleri yeğlediği açıktır. Nostaljik duyguların burada doruğa çıktığını görürüz. Bu noktada aslında kişi kendi duygu ve değer yitimine, güzelliklerle dolu bir mazinin yitimine ağıt yakmaktadır. Kendisine ya da içinde bulunduğu çevreye o güzelliklerle dolu mazinin, o duyguların ve değerlerin kaybı dolayısıyla sürekli sitem ettiğini, sürekli hayıflandığını görürüz. Melankoliktir esasen öz eleştirmenimizin halet-i ruhiyesi. Benliğin (içinde bulunduğu çevrenin) bir parçası, diğer parçayı sürekli sorgular, sorumlu tutar matemden (*) farklı olarak melankolide: Kayıptan benliğin (içinde bulunulan çevrenin) o parçası sorumludur. Bu anlamda melankolik kişilerin gerçeklikle yüzleşmekten kaçındıklarını, sorumluluğu hep başkasına yıktıklarını söyleyebiliriz. Belki özeleştiri ameliyesinin sorumluluktan kaçmanın, kurtulmanın bir yolu olduğunu iddia edebiliriz. Özeleştiri, onu uygulayanın herhangi bir dahli olmasa da o kaybın yaşanmasından dolayı hissedilen pişmanlığı bertaraf eder, vicdan azabını hafifletir, o yükten kurtarır ilgili kişiyi.
*Sigmund Freud’un erken dönemli Matem ve Melankoli yazısı kapsamlı bir analiz sunar bu farklılaşmayla ilgili olarak.