Nemrut hikayesi dolayımında Çiğköftenin serencamından tütüne

Nemrut hikayesi dolayımında Çiğköftenin serencamından tütüne

 

Benim, kendimi çocuklara başarılı bir baba olarak gösterme hevesim ve hanımın da beceremediğim her işin sonunda alaycı bakışlarla beni ezmesi bitmez bir maceradır. İlk defa uçakla seyahat edeceğim bir keresinde, günlerce hava atıp durmuştum evin içinde. Neyse beklenen gün geldi, havaalanına gittim. Uçağın kalkmasına daha bir saat var. Kapıda oyalanıp duruyorum. On beş dakika kala girdim içeriye. Kimliğimi uzattım. Beyefendi, geç kaldınız, o kadar anons ettik, dediler. Nasıl yani? Daha on beş dakika var kalkmasına? dedim. Evet, ama kırk beş dakika öncesinde çekin (hala yazılışını bilmiyorum) yaptırmanız gerekir. Siz onu da yapmamışsınız ve şu anda uçağın kapıları kapanmış, kalkmak üzere, yolcu alamaz, dediler. Eve döndüm mecburen. Kapıda beni gören hanım, hani gidiyordun? dedi. Yine dalga geçeceğini bildiğim halde hakikati anlattım. Başladı alay etmeye. Biraz da kızmaya. Boşa giden paraya kızıyordu daha çok. Ne kızıyorsun, biraz da iyi tarafından bak olaya. Bugüne kadar hep otobüs kaçırıyordum. Artık sınıf atlamışız ki uçak kaçırıyorum, dedim. Zoraki gülmeye başladı. Bugün size, yine başarısızlıkla sonuçlanmış kendimi becerikli gösterme maceralarımdan birini anlatmak istiyorum. Çiğköfte yoğurma macerası. Biliyorum, bugünler “çiğköfte” yazacak günler değil. Bir kere çok banal, çok doğulu ve çok yerel. Fazlasıyla gundî. Ama Muhsin Kızılkaya,”Habertürk”te  çiğköftenin macerasını yazınca, ister istemez bu konuya dair bazı hususlar aklıma geldi, bazı hatıralar canlandı. Bir de Kızılkaya’nın yazısında eksiklik olduğunu görünce, yazmak farz oldu.

ALDI HATIRALAR

Bir ara, yine başarılı görünme sevdam yüzünden evde çiğköfte yoğurmaya heves ettim. Akşam iş dönüşü markete girdim. Bana bir kilo bulgur verin, dedim, ne yapacağını bilen bir müşteri edasıyla. Bir miktar kıyma da aldım. İsot falan derken evin yolunu tuttum. Hazırlayın sinileri, tepsileri çiğköfte yoğuracağım, dedim. Hanımın, sen hayatında çiğköfte mi yoğurmuşsun anlamına gelen bakışları arasında, sen ne diyorsun, tarzı bir bakış fırlattıktan sonra başladım yoğurmaya. Bütün bildiğim, televizyonlarda çiğköfte yoğuranları seyretmiş olmam. Yoğur Allah yoğur. Bir türlü yumuşamıyor, taş misali bulgur. O kadar sert ki bulgur, avuçlarım kanayacak. Televizyonda gördüğüm çiğköfte ritüellerini tekrarlıyorum, belki keramet ondadır diye. Kıvamına gelip gelmediğini anlamak için tavana fırlatıyorum, yok, taş gibi küt diye elime geri geliyor. Allah sizi inandırsın, bir ara, acaba keramet yoğuranın alnında biriken terin siniye damlamasında mıdır yoksa, ben ikide birde terimi silmekle yanlış mı yapıyorum, diye düşündüm.  Son çare, çocuklara, dizilin şöyle arkama, “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar” türküsünü çığıracağız, dedim. Değişen bir şey olmadı, bulgur bırakın peygamberi, Nuh bile demiyor. “Gezme ceylan gezme bu dağlarda seni avlarlar” türküsüne geçiş yaptık. Sanki sini, bana “girme bu işlere girme, seninle alay ederler” diyordu. Olmuyordu, olmadı. Sonunda pes ettim. Kimse de elini uzatıp yemedi. Büyük bir hezimet yaşamış, hevesi kursağında kalmış biri olarak boynumu bükmüş, hanımın alaycı bakışlarından kaçmaya çalışıyordum. Tam o sırada Hızır gibi yetişti kapı zili. Bir arkadaşım, ailesiyle bir yerden dönerken bir de bize selam vermek istemişler. Salona buyur ettik. Çiğköfte partisi (!)verdiğimizi görünce, büyük bir iştahla yumuldular çiğköfteye. Nasıl bir iştahla yiyorlardı, görecektiniz! Yıllar geçti, hala, sen usta bir çiğköfte yoğurucusun, hayatımda yediğim en lezzetli çiğköfteydi, deyip duruyor.

Ertesi gün, ilk iş olarak markete gittim ve tezgahtarlara akşamki hezimetin hesabını sormaya başladım. Güldü birisi. Sen, çiğköfte yapacağım demedin ki, dedi. Direkt bir kilo bulgur verin, diye söze girdin. Nasıl yani, çiğköfte yoğuracağım dediğin zaman bulgur ona göre mi davranıyor diye aklımca espri yaptım. Hayır, beyefendi, çiğköftelik bulgur daha incedir, dedi, eğer Çiğköfte yoğuracağım, deseydin, sana çiğköftelik bulgur verirdik. Biz sana pilavlık bulgur verdik. Ayrıca her kıyma da çiğköfteye gitmez, kıymada sinir olmamalı ve de iki kere çekilmeli. Biz sana yemeklik kıyma verdik, diye de ekledi. O zaman, niçin televizyonlarda gördüklerinizi lütfen evde denemeyin, dediklerini anladım. Gördüğümüz bir şey, her zaman sadece göründüğünden ibaret olmazmış. Yalnız, hala çözebilmiş değilim, arkadaşım ve ailesi nasıl oldu da o kadar iştahla yediler ve de beğendiler. Çok mu acıkmışlardı acaba?!

ALDI EZO

Şimdi sıra geldi Çiğköftenin macerası dolayımında Muhsin Kızılkaya’nın anlattığı Nemrut hikayesinin eksik kısmına. Bizim köyde rahmetli Ezo vardı. İyi bir masalcıydı. Onun anlattığına göre, Nemrut, bizim oralarda hala devam eden geleneğin gereği olarak ahalinin yaptığı gibi yazları Tatvan’da yaylaya çıkar, kışları da tekrar Urfa’ya dönermiş. Asıl başkenti Urfa, Tatvan ise onun yazlık başkentiymiş (Bu arada Adıyaman arada kaynadı. Ama merak etmeyin sıra ona da gelecek). Tatvan’daki Nemrut dağının ismi de buradan gelirmiş. Ben şahsen kaç kere görmüşüm. Tam bir yayla. Zaten yaylacı Koçerlerin eksik olmadığı bir bölge. Yine Ezo’nun anlattığına göre Nemrut isminin aslı “Nemirt” (Nemir-ölümsüz), yani Kürtçe bir kelime. Tanrılık iddia ettiği için kendisinin bu şekilde anılmasını istermiş.

Ezo anlatıyordu. Nemrut ben tanrıyım diye ortalıkta dolaşınca bir gün şeytan karşısına çıkıyor (Ezo’nun dediğine göre Şeytan orada ilk ve son kere doğruyu söylemiş). Tanrı dediğin, yemez, içmez, defi hacet etmez. Fakat sen bunların hepsini yapıyorsun, demiş. Nemrut, ben de yemiyorum, içmiyorum, defi hacet etmiyorum diye söylemiş. O günden sonra gizlice yiyor, içiyor ve kuytularda defi hacet ediyormuş. Bir keresinde bir kayanın duldasında defi hacet ederken Şeytan karşısında bitivermiş. Nemrut! Bu ne? Hani defi hacet etmezdin, demiş. Nemrut, Kürtçe “tu tune” (bir şey yok) demiş. O anda Cenab-ı Allah, Nemrut’un imtihanını ağırlaştırmak için,  çömeldiği yerde tütün otunu yeşertmiş. Adıyaman tütününün aslı da buymuş (Ben Ezo’nun yalancısıyım). Ya sevgili okuyucular, neler olmuş bu dünyada neler!! Siz siz olun burnunuzun girmediği yere başınızı sokmaya kalkmayın.

    

Diğer Yazıları

Film İçinde Film Günleri

Film İçinde Film Günleri

  • 16.11.2024 / 15:03
Devletin Kürt Politikaları

Devletin Kürt Politikaları

  • 20.07.2024 / 00:57

Yorum Yaz