Modernlerin Anlam ve Amaç Krizi

Modernlerin Anlam ve Amaç Krizi

Hayata, iki boyuttan gözümüzü açarak bakabiliriz; bir; kafa gözümüzü, iki; akıl ve zihin gözümüzü. İnsanın kendi bedenini herhangi bir engele ve engebeye takılmadan taşıyabilmesi kafa gözünün rehberliğinde gerçekleşen fiziksel ve basit bir biyolojik davranıştır. Diğer duyular bu fiziksel davranışın tamamlayıcı unsurlarıdır.

İnsanın, kendisinde içkin olan akıl gözü ile bir anlam dünyasına sahip olması ve bunu taşıyabilmesi bir yandan bütün kâinatın, kozmosun varlığını gerektirirken diğer yandan da içsel anlamda anlam üretim bileşenlerin(duyu, algı, zihin, akıl, sezgi vd.)i de gerektirir. Bu anlam kaynaklarının tarihsel varoluşu ve deneyim üzerinden çeşitlenen boyutları da anlamın varlık karakteri hakkında bize derin bir seziş ve duyuş kapısını aralar.

Anlamın tarihi insanlığın tarihidir. Muhtemelen tersi de doğrudur; insanlığın tarihi aynı zamanda anlamın da tarihidir.

Kozmosun aklen kavranılabilir olanın ötesinde olan muazzam varlığı; büyüklüğü ve genişliği ve buna karşılık evren içinde Dünya’mızın buna karşılık bir toz zerresi mesabesinde olması, hayatın anlamına, insanın değerine yönelik üretilecek anlam haritaları ve anlam katmanları konusunda bize neler vaat etmektedir?  

Bu konular ve sorular bütün bir düşünce ve felsefe tarihinin temel problem alanıdır; bir yandan ontoloji diğer yandan epistemoloji kayıtları üzerinden insanın anlam arayışı sürgit devam etmektedir.

Bu çerçevede Roger Garaudy, felsefenin, doğumunda ortaya koyduğu sorulara henüz bir cevap vermediğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede hayatımımızın ve ölümümüzün anlamı nedir? Özgürlük eğilimimiz ve kaynağı nedir? Gibi soruları bize hatırlatmaktadır.

Anlamın kaybı ve buharlaşması hiçbir dönemde olmadığı kadar modern dünyanın, modern düşüncenin, modern felsefenin temel problematiği haline gelmiştir.

Bilim ve teknolojinin 19. Ve 20. YY’da gezegende oluşturduğu değişim döngüsü ve hızı, sanayileşmenin geleneksel kültür ve anlam havzalarını kasıp kavuran sosyal, siyasal ve kültürel etkisi, insanın içten gelen bir huzur ve güvenle rahatlıkla ayağını basabileceği sabit anlam adacıklarını, yaşam zeminlerini, anlam ve yaşam topluluklarını sarsmıştır. Berger ve Luckmann’nın vurgusuyla  geleneksel, klasik bilgi ve anlam stokları buharlaşmış ve modernler yeni bilgi ve anlam stoklarını devreye sokmakta zorlanmışlardır.

Yine mezkûr sosyologların ve düşünürlerin belirttiği gibi anlam ve kurumların tarihsel birikiminin ortaya çıkması, belirli şartlarda birdenbire sıfırdan ortaya çıkan deneyim ve eylemle ilgili problemleri çözme konusunda bireyin yükünü hafifletmektedir. Modernleşme ve sanayileşme ile bunların ideolojik hegemonik aygıtları ve araçları olan modern bilim ve ideolojiler, küresel ve yerel hegemonya alanları inşa etmek için eski, geleneksel/klasik anlam sistemlerine, anlam ve bilgi stoklarına ve meşruiyetlerine saldırmış ve birey ve toplumun bütün yükünü bir biçimde alan bu kaynakları şeytanlaştırmaya çalışmıştır.

Bilinen hikayesiyle modernleşmenin toptancı, mutlakçı diline karşın postmodernizmin, bütün anlam katmanlarını geçersizleştiren bilgi ve söylem pratikleri modernleri ya tamamen radikal yeni söylemlere ya da tamamen öznel bilgi alanlarıyla başbaşa bırakmıştır.  

Bu, genel hatlarıyla dile getirilen temel problemler üzerine batı düşüncesi özel olarak eğilmiş ve değişik projelerle modern dünyanın ürettiği anlam krizlerini anlama ve aşma çabası içinde olmuştur.

Peter L. Berger ile Thomas Luckmann gibi iki önemli düşünür ve araştırmacı kültürel yönelimler konusunda hazırlanan bir proje kapsamında şu soruların cevaplarının peşine düşmüşlerdir:

  1. Bireyler çoğulcu tercih çeşitlilikleri arasından seçimlerde bulunarak hayatlarını nasıl anlamlı hale getirebilirler?
  2. İnsanlar, etkileşim içerisinde bulunduğu sayısız rolleri ve sosyal ağları nasıl koordine etmektedirler? Başka bir deyişle; kendi kimliklerini nasıl dengede tutmaktadırlar?
  3. Hangi değerler sistemleri, onların iyi ve kötüye dair fikirlerine yol göstermektedir? Mademki bireyler ortak değer kalıplarını paylaşmaktalar, o halde bazı müteakip soruları sormak zorundayız: hangi topluluklar, benzer anlam kalıplarını paylaşan ve yaşamlarını aynı değer sistemleriyle anlamlandıran bu tür bireylere şekil vermektedir? Velhasıl: Bu topluluklar, bir bütün olarak toplumun bütünleşmesine nasıl bir katkı sağlamaktadır ya da bunların böyle bir bütünleşmeyi tehlikeye atmasının boyutları nelerdir? Modern toplumlar gerekli bağları nasıl oluştururlar?

Bu, her açıdan cevaplandırmaya açık uçlu sorular, bütün çeşitliliğiyle serimlendiğinde muhtemelen modern anlam krizi konusunda yazının başında belirtmeye ve vurgulamaya çalıştığım sorun alanlarının değişik zorlu katmanlarıyla yüzleşmiş oluruz.

  • ‘Modernite, Çoğulculuk ve Anlam Krizi’, Peter L. Berger, Thomas Luckmann

 

 

Diğer Yazıları

Yıkılmadık, Ayaktayız!

Yıkılmadık, Ayaktayız!

  • 06.07.2024 / 13:47

Yorum Yaz