Modern Bir Önyargı Türü: Irkçılık
“Balkan Harbi esnasında İstanbul’a akan muhacir kafileleri onların neslinde öylesine menfi bir imaj meydana getirmiş olmalı ki soğuk kış günleri camilerde yer gösterilen bu diyar gariplerine bir nazar-ı merhamet dahi fırlatmadan ‘Bitli muhacirlerin, sümüklü çocukların etrafı kirletmesine kim izin vermişse cezalandırılmalı. Sanki İstanbul’dan başka gidecek yer kalmamış gibi buraya doluştular. Şu muharebe bir bitse de hepsi yerli yerlerine dönseler, etrafımız da onlardan temizlense’ diyorlardı.”
Aktardığım bu cümleler Samiha Ayverdi’nin Hey Gidi Günler kitabından. Yabancı gelmiyor aslında bu ifadeler. Bugün de benzeri cümlelerin nedense hep Suriyeli ya da Afgan muhacirler için kullanıldığını görüyoruz. Hatta “mültecilerin Suriye’ye döneceği günü” bekleyenlerle Balkan Harbi’nin bitip muhacirlerin yerli yerlerine dönmelerini ve etraflarının “temizlenmesi”ni bekleyenlerin arzularının bile aynı olduğu işaret edilmeli. Suriyeli mültecileri ülkeden bir şekilde göndermeyi ya da onlara Türkiye’de yaşamayı zorlaştırmayı (kimi belediyelerin sundukları hizmetleri onlar için daha pahalı bir hale getirmesi bunun bir göstergesi) propagandaları içinde yer veren partiler bile bulunuyor Türkiye’de. O partilerin oy toplamak için kullandığı bir vaat bu: Muhacirleri yerli yerlerine göndermek! Bir fark var ancak: Bu vaat iç savaşın bitmesini bile beklemiyor, buna bile tahammülü yok belki de. Muhacirler söz konusu olduğunda yüz yıl önceki arzu ile şimdilerde popülerleştirilmeye çalışılan vaat ve arzuların kapsamlarının ve konularının aynı olması şaşırtıcı değil. Bu beklenti ve arzuların varlıklarını “bitli muhacirler” ve onların “sümüklü çocukları” benzeri aşağılama içeren ifadelerle birlikte izhar etmesi de pek ilginç değil doğrusu.
Diğer yandan Kayseri’de yaşanan meş’um gecenin bir benzerinin bu kez İngiltere’de 3 çocuğun ölümü sonrası yaşananlarla aynı olmasına da pek şaşırmıyoruz. İngiltere’deki olayda “aşırı sağcı” (bu ifade “ırkçı” ya da “faşist” dememek için kullanılıyor herhalde) bir partinin yaygınlaşmasına önce ürettiği, sonra da yaygınlaşmasına hizmet ettiği dedikodunun ve tabii ki bunun için kullanılan dedikodu mekanizmalarının ve hatta “aşırı sağcı” bir partinin (en azından o parti mensuplarının) hemen hemen benzer bir şekilde Kayseri’de de var olması şaşırmamıza yol açmıyor. Kayseri’deki meş’um geceye de bir partinin mensuplarının yaygınlaşması için insanüstü gayret sergiledikleri çarpıtılmış haber içerikleri ve dedikodular sebep olmuştu hatırlanırsa. Gerçi o partinin genel başkanı olaylı geceden sonra -bize kalırsa göz boyamak için olsa gerek- mesajıyla provokasyona gelinmemesini söylemişti; ama sosyal medyada yayınladığı yeni çarpıtmalarla da o meş’um geceye yol açan psikolojik havanın oluşması için elinden gelen gayreti sergilemeye devam etmişti.
Biliyoruz ki ırkçılık dediğimiz şeytani heva ve heves hemen her yerde aynı usullerle işliyor. Irkçı usullerin zaman ya da mekân boyutlarına bakılmaksızın hep aynı şekilde işlemesi, aynı beklenti ve arzulara yatırım yapması beşerî heva ve hevesin değişmezliğiyle yakından alakalı elbette. Bu değişmezliği en iyi gözlemleyebileceğimiz alan belki de ırkçılık. Ancak yine de söylemeli ki modern zamanlarda ırkçı tasavvurların oluşumu Avrupa’nın sömürgeci-emperyalist geçmişiyle bağlantılıdır. Locke, Kant, Hegel gibi ünlü filozoflardan Aydınlanma dönemi içinde değerlendirilen birçok diğer felsefecilerin ırkçı tasavvurların arka planını oluşturan değerlendirmelerde bulunmuş ya da buna katkı sağlamışlardır. Her türlü önyargıya karşı aklı yücelten bu bakışların köklerinde popüler tasavvurların olduğu kuşku götürmez bir önyargı türü olarak ırkçılığı icat ederek ona katkı sağlamaları elbette sömürgecilik sebebiyledir. Hatta Hegel “Siyahlar köleliği hiçbir şekilde yanlış bulmazlar; İngilizler köleliği ve köle ticaretini kaldırmak için ellerinden geleni yaptıkları halde, Siyahlar tarafından düşman muamelesi görürler” diyerek bir yerde köle ticaretini meşrulaştırmaya soyunur. Aynı :Hegel’in sömürgecilik sayesinde birçok ülkeyi gezme imkanı bulan Avrupalı seyyahların çarpıtmalarla dolu eserlerini ileri süreceği fikirler doğrultusunda bir daha çarpıtarak kullanmasına şaşırmayız.
Bununla birlikte günümüz Türkiye’sinde bilhassa Suriyeli-Afgan muhacirler üzerinden kendine bir alan açmaya çalışan ırkçı teşebbüslerin ise Avrupalı benzerlerine nazaran herhangi bir felsefi arka planı olmadığı, bu yüzden bazı ekonomik gerekçeleri (bu gerekçelerin büyük bölümü de üretilen yalan haberlere dayanır) kendilerine mazeret olarak seçtiği görülmektedir. Felsefi arka planın olmayışını en iyi halkın yaşadığı bazı ekonomik sıkıntıları kullanan bu türlü teşebbüslerin hep popüler birtakım varsayım ve fantezilere dayanarak ortaya çıkışı ispatlar. Bu teşebbüsler esnasında ya ırkçılığa yarayacağı düşünülen birtakım olaylar ya icat edilir ya da vuku bulmuş olaylar ırkçılığa yarayacak şekilde yalan ve dedikoduyla çarpıtılmaya uğraşılır. Bu noktada bu tür yalan ve dedikodu yoluyla çarpıtmalar için sosyal medyanın hızı kullanılarak oluşturulan toplumsal infiallerin Kayseri’de olana benzer şekilde güvenlik meselesi ve maliyetine dönüşmesine dikkat çekicidir elbette.
Siyasi çabaların ötesinde herhangi bir felsefi arka planı bulunmadığını görebileceğimiz popüler tasavvurlar yoluyla yürütülen muhacir karşıtı propagandaların gerek Avrupa’da yaygın ırkçı yaklaşımların gerekse Türkiye’de yaygınlaşmaya çalışan benzeri tutumların seküler bir akılla ortaya çıkmaları da ilginç değilse bile dikkat çekicidir. Türkiye’de kendini Tengrici sayan zevatın bilhassa Suriyeli ve Afgan muhacir düşmanlığı yaparak sözümona Türkiye’nin iyiliğini düşündüklerini iddia etmeleri de elbette yanıltıcıdır. Esasen bu yanıltıcı, sığ(ır) bakışı mezkûr zevatın düşmanlıklarının genelde Avrupa dışından gelen göçmen ve turistlere yönelmesinde keşfedebiliriz. Burada bile seçici bir tavır sergileyen zevat birtakım uluslararası politik oyunlara payanda olduklarını, bu oyunlarda kullanılan birer piyon mesabesinde kaldıklarını fehmedemiyorlar.