Laikliği Düşünmek 2: Kamusal Akıl
Kamusal akıl veya kamu aklı kavramının hepimizin üzerinde anlaşabileceği detaylı ve sınırları keskin bir şekilde çizilmiş bir tanımını yapmak mümkün değil. Öte yandan, bu imkansızlığa rağmen kavramın çeşitli çağrışımlarını şemsiyesi altına alacak, unsurları yoruma açık genel bir çerçeve sunabiliriz. Bu çerçeveye göre kamusal akıl, kamuya ve idaresine dair olanı değerlendirdiğimiz standart, bir nevi referans noktası olarak görülebilir. Kamu görevlilerinin ve vatandaşların davranışlarından gündelik hayat ve siyaset hakkındaki düzenlemelere, yasalara ve kurumların tutumlarına kadar her şeyi “kamuya ve idaresine dair olan” sınıfında düşünebiliriz. Böylece de kamusal akıl, tüm bu davranışları, tutumları ve kuralları kendisini ölçüt kabul ederek değerlendirdiğimiz standart olur. Neden böyle bir standarda, yani kamusal akla ihtiyacımız olduğuna gelince ise bir önceki yazıda bahsettiğim beraber yaşama meselesi karşımıza çıkar. Nihayetinde kamu dediğimiz şey birbirinden pek çok açıdan farklı bir grup insanın beraber yaşamasını içermektedir. Farklılık ve beraber yaşama ise başta çatışma olmak üzere, düzen, düzensizlik, uyuşmazlık, istikrar, istikrasızlık gibi endişelere sebebiyet verir. Kamusal akıl bu endişelere cevaben ortaya çıkar, çünkü bu endişelerin nasıl giderileceği mevzuunda bazı standartlara ihtiyacımız vardır. Bir kamu görevlisinin nasıl davranması gerektiği, kuralların nasıl ve neye göre belirleneceği, vatandaşların görevlerinin ve haklarının ne olduğu ve tüm bunların nasıl uygulanırsa meşru olacağı tarzındaki soruları yanıtlarken başvurulacak bir standarttır söz konusu olan – kamusal akıl.
Her ne kadar bu tartışmalar çoğulculuk, bir arada yaşama, bireysel otonomi ve özgürlük gibi noktalar üzerine yoğunlaşan liberal teoriye has olmasa da güncel versiyonuyla gündemimizi işgal etmesi büyük ölçüde liberal kuramlar üzerinden olmuştur. Kamusal aklı toplumsal nizamı sağlamak için düzenleyici bir çerçeve olarak sunan bu kuramlar, çeşitliliklerine rağmen iki temel prensip üzerine inşa edilmişlerdir: özgürlük ve kamusal gerekçelendirme. Özgürlük prensibi, özgürlüğün her zaman norm olması ve dolayısıyla da özgürlüğün kısıtlanması anlamına gelen zor kullanımının (cebir) gerekçelendirilmesi gerektiğini iddia eder.[i] Özgürlük prensibinin ikinci bölümünden devam eden kamusal gerekçelendirme prensibi ise kamunun her üyesinin, cebrî bir kanunu hatta genele olarak cebri kabul etmek için kesin bir gerekçesi yoksa o kanun meşru değildir der.[ii] Aslında kamusal gerekçelendirme prensibi kamusal akıl tartışmalarının bir özeti olarak düşünülebilir çünkü kamusal akıl bir standart-ölçü olması hasebiyle ilgili yazında kamusal gerekçelendirme ile çoğunlukla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Yukarıda bahsettiğim ve genel hatlarıyla cevapladığım “neden kamusal akıl” sorusuna da zaten genellikle özgürlük ve gerekçelendirme ilkeleri üzerinden yanıt verilmektedir. Buna göre insanlar düşünümsel, yani başlarına gelenler ve muhatap oldukları şeyler ve bunların kendileri üzerindeki etkisi hakkında düşünen varlıklardır ve bu yüzden insana saygı, onları etkileyeceği kesin olan kanunlar hakkında en azından bilgilendirilmelerini gerektirir. Liberallere göre saygı bilgilendirmenin ötesinde her birinin iknasını da gerektirmektedir zira her türlü kanun, hatta siyasi karar - bireysel düzeydekiler dahil - insanların üzerinde güç kullanmak suretiyle onların özgürlüğünü sınırladığı için cebirdir ve yukarıdaki iki prensipten dolayı gerekçelendirilmek zorundadır. Eğer gerekçelendirmezsek insanları kendi amaçlarımız için kullanmış sayılırız; en temel hakları olan insan olarak değer görme haklarını ihlal etmiş oluruz ve böylece de eşitliğe ve hakkaniyete aykırı davranarak saygısızlık etmiş oluruz.[iii] Dolayısıyla, insanca bir arada yaşamanın ön koşulu kamusal gerekçelendirme olarak prensibe dönüşen kamusal aklın varlığıdır.
Bu “felsefi” ve “teorik” tartışmalar çok fazla ve önemli şeyler söylüyormuş gibi dursalar da aslında pratikte pek de çözüm sağlayamazlar hatta daha çok problem yaratırlar çünkü kavramlarının ve argümanlarının pek çoğu hem evrensellik iddiasındaki bazı yerel-liberal varsayımlara dayanmaktadır hem de pratiğe geçirilemeyecek derecede muğlaktır. Bu problemli durumun en bariz örneklerinden biri de din-laiklik gerilimidir. Kamusal akıl ve kamusal alan bağlamındaki din-laiklik gerilimi, kamunun her üyesinin kamusal-kesin bir gerekçesi olmayan cebir veya cebrî kanunlar meşru olmadıkları için sınırlandırılmalıdır argümanının bir versiyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre, dinsel gerekçeler kamusal olmadığı için kamusal aklın parçası kabul edilemez, bir meşruiyet zemini oluşturamaz, dolayısıyla da “sadece” dini gerekçelerle desteklenen hiçbir cebir-kanun meşru sayılamaz. Liberalizm prensibi bağlamında cebrin özgürlüğü kısıtlayan (kamusal) her şeyi kapsadığını hatırladığımızda da yanında dini-olmayan bir gerekçesi bulunmayan ve kamuyu etkileme ihtimali buluna tüm kararlar doğal olarak meşruiyetini yitirir. Sonuç olarak, kamu mensupları laik bir gerekçe sağlayamadıkları hiçbir cebri-kanunu-kararı savunmamalıdır ve din kamusal alanda kısıtlanmalıdır.[iv]
Kamusal akıldan dinin kısıtlanmasına uzanan bu akıl yürütme çok doğalmış gibi ileri sürülse de içinde gerekçelendirmeyi gerektiren ciddi varsayımlar ve boşluklar bulundurmaktadır. En başta, dinsel akıl yürütme veya dini gerekçeler neden kamusal değillerdir? Dini olup olamamasından bağımsız olarak bir gerekçeyi kamusal yapan şey nedir? Cebrin meşruluğunu sağlayan kamusallığı her bireyin aynı gerekçeyle gelmesini gerektirmekte midir, vatandaşların her biri bir cebri-kanunu farklı gerekçelerle meşru görüyorlarsa bu cebir-kanun meşru değil midir? Kamuya kim dahildir kim değildir – vatandaş, göçmen, mülteci, kadın, erkek, çocuk, suçlu, akıl hastası, kişi, kurum…? Kamunun “her” üyesi kimden müteşekkildir – bireyler, kurumlar, temsilciler…? Hangi kararlar cebir sayılır hangileri sayılmaz? Mesela, başörtüsü serbestisi bağlamındaki mahalle baskısı tartışmalarını hatırlayacak olursak, sınırı yine tartışmaya açık olan kamusal alanda başını örtmek bir cebir midir değil midir? Eğer öyleyse, kamunun hangi üyelerinin -hizmet alan, hizmet veren, öğretmen, öğrenci, savcı…- eylemleri cebir kapsamındadır? Bu minvaldeki soruların sayısı arttırılabilir ve bu sorulara verilecek cevaba göre sadece dinin değil laikliğin, kamusallığın, cebrin, özgürlüğün ve ilgili pek çok kavramın anlamı ve aralarındaki ilişki yeniden şekillenecektir. Sonraki yazılarda da yukarıdaki sorular bağlamında dinin kısıtlanması yönündeki iddialar üzerinden dini-olmayan şeklinde tanımladığımız laikliğin normalliğini tartışmaya devam edelim.
[i] Kevin Vallier, “Convergence and Consensus in Public Reason”, 2010, 3, https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1644506.
[ii] Gerald Gaus, “The Place of Religious Belief in Public Reason Liberalism” 2009, 4.
[iii] Charles Larmore, “The Moral Basis of Political Liberalism”, The Journal of Philosophy 96, sy 12 (1999): 607; John Rawls, Political Liberalism (New York: Columbia University Press, 1996), 68, 136; Robert Audi, Democratic Authority and the Separation of Church and State (Oxford University Press, 2011), 41; Thomas Nagel, “Moral Conflict and Political Legitimacy”, Philosophy & Public Affairs 16, sy 3 (1987): 238.
[iv] Christopher J. Eberle ve Terence Cuneo, “Religion and Political Theory”, içinde The Stanford Encyclopedia of Philosophy, ed. Edward N. Zalta, Spring 2015 (Metaphysics Research Lab, Stanford University, 2015), https://plato.stanford.edu/archives/spr2015/entries/religion-politics/; Christopher J. Eberle, Religious Conviction in Liberal Politics (Cambridge University Press, 2002).