Laikliği Düşünmek 1: Zor Sorular
Laikliğin aslında ne olduğu, ne olması gerektiği ve nasıl uygulanacağı soruları kadar, hatta belki onlardan daha da önemli olan “neden laiklik?” sorusu. Günün sonunda bir ölçüde “ne” ve büyük ölçüde de “nasıl” soruları, neden-niçin sorusunun yanında ikincil ve kolay sorular, zira varlıkları, “neden” sorusuna bağlı olarak anlam kazanıyor. Mesela, günün birinde eşinizin mobilyaların kumaşı ne olsun, kumaşın rengi ne olsun, şekli nasıl olsun, iki tane bağımsız üçlü kanepe mi olsun yoksa köşe koltuk olarak birleşecek kanepeler mi olsun gibi eve alınacak mobilyaların ne ve nasılına dair sorularla geldiğini ve hatta bir iki güne netleştirelim, ön ödemeyi yaptım usta haftaya malzemeleri sipariş edecek dediğini hayal edin. Şimdi de ucu ucuna denkleştirdiğiniz (aile) cüzdanınızdan ön ödemesi yapılmış ve kalanı da yapılacak olan bu “mobilya meselesi”ni ilk defa duyduğunuzu ve (beraber yaşadığınız) evinizdeki mobilyalardan da memnun olduğunuzu hayal edin. Konuşmayı hangi sorular üzerinden sürdürürdünüz: Eşinizin sunduğu “ne renk, nasıl mobilya” soruları mı, yoksa “neden mobilya” sorusunun versiyonları olan mobilyaya ihtiyacımız var mı, bütçemizi neden (başka şeye değil de) mobilyaya ayırıyoruz-ayırmalıyız, mobilya şu an bizim için öncelik mi tarzındaki sorular mı?
Şimdi de her birimizin diğerinin üçüncü kişisi olduğu ve “kamu” dediğimiz bu üçüncü kişilerin hakları dolayısıyla da içinde yaşarken yükümlülüğümüzün merhametten önce adalet olduğu evimiz - Türkiye - için düşünelim bu örneği, ancak bu sefer mobilya değil laiklik olsun mesele. “Düşündüğümüzde” cevap gayet kolay: Ne ve nasıl soruları, neden laiklik gerekli-değil, neden laikliğe ihtiyacımız var-yok, neden laiklik önemli-değil sorularına verdiğimiz cevapların devamı olarak gündemimizi işgal eden veya etmeyen sorular olmalı. Genel hatlarıyla bilinen laikliğin gerekli ve önemli olduğunu kimsenin düşünmediği bir ortamda laikliğin “aslında ne” olduğunu ve “nasıl” uygulanması gerektiğini tartışmayız. Önemi olmayan, varlığı gerekli görülmeyen bir mevzuya mesai (mobilyaya para) harcamak zaman ve enerji israfı sonuçta. Ancak Türkiye’de güçlü ve zayıf sorular arasındaki ilişki maalesef böyle işlemiyor. Sanki birincil, dolayısıyla da güçlü olan “neden” sorusu cevaplanmış gibi davranılıyor ve ikincil-zayıf sorular önümüze sürülüyor. “Mış gibi” diyorum zira ne birincil sorular cevaplanmış ne de ikincil sorulardan birincillere dönmemize imkân veriliyor. Yani ne “evet, cevaplandı”” deniliyor ne de “hayır, cevaplanmadı”. Eğer sorular gerçekten cevaplanmış olsaydı 100 yıldır aynı şeyi konuşuyor olmazdık ve her seferinde bu kadar infial yaratamazdı. Öte yandan cevaplanmadığı da kabul edilmiyor. Eğer “hayır, cevaplanmadı” diyebilseydik birincil-zor sorulara dönmemiz mümkün olurdu. Birazcık “düşününce” bu tespiti yapmak ve anlamlandırmak zor değil: Türkiye’de, başta laiklik olmak üzere pek çok konuda zor sorulara yaklaşmaya bile cesaret edemeden “mış gibi” yaşıyoruz çünkü, Yasin Aktay’ın da bir süredir Arkoun’a referansla dile getirdiği üzere, bunlar bizim için “düşünülemezler”, Kemalizmin düşünülemez kıldıkları.
Fakat benim odaklanmak istediğim, Türkiye, Kemalizm veya laikliğin Türkiye özelindeki düşünülemezliği değil. Bunlar her ne kadar önemli ve birincil-zor sorularına inmemiz gereken mevzular olsalar da ben meseleye Türkiye’yi de kapsayan ancak Türkiye’nin ötesindeki bazı birincil sorularla yaklaşmak istiyorum. Zaten laikliğin veya laik olanın düşünülemezliği Türkiye’yle sınırlı değil. Çin’den Fransa’ya, Amerika’dan Hindistan’a, Bangladeş’ten Almanya’ya kadar pek çok yerde kamusallık, kamusal alan, kamusal akıl gibi beraber yaşama pratiğine dair tartışmalar günün sonunda bir şekilde dine bağlanıyor. Zira bütün sekülerleşme anlatılarına, daha doğru bir deyişle temennilerine rağmen din, yok olmadığı gibi insanların azımsanamayacak bir kısmı için en kapsayıcı ve belirleyici unsurlardan birisi olarak devam ediyor. Dolayısıyla da en basit ve geniş anlamıyla dini-olmayan şeklinde tanımlayabileceğimiz laiklik, bu tartışmaların büyük bir çoğunluğunun öncelikle kaçınılmazı sonra da düşünülemezi olarak karşımıza çıkıyor. Düşünülememe katılığı ve nispeten de tanımı bağlama göre değişse bile laikliğin bu yaygın durumu, özellikle de birkaç yüzyıl öncesine kadar bu durumun neredeyse tam tersi olduğu hesaba katıldığında, dikkat çekici ve hakkında zor soruları gündeme getiriyor. Bunların en başında da “laikliği veya laik olanı normal, doğal, nötr kılan ne” sorusu geliyor. Zira düşünülemezlik iddiası, aynı zamanda epistemolojik (ve ontolojik) üstünlüğü de varsayan bir normallik, doğallık ve nötrlük ön kabulüne dayanıyor. Peki, laik olan, neden normal, doğal, nötr olan (değil)? Bu zor sorunun cevabı da kamusallık ve kamusal akıl açısından laikliği ele alacağım sonraki yazılara kalsın…