Kim Lan Bu İslamcılar?

Tarihin her döneminde bir idealin peşine düşenler, elbette bedel ödemeye mahkûm edilmiştir. Kimileri zindanlarda çürütülmüş, kimileri darağaçlarında can vermiş, kimileri de en acı olanına, unutulmaya ve dışlanmaya mahkûm edilmiştir. Bugün Türkiye’de “İslamcı” denildiğinde, herkesin eleştiri oklarını yönelttiği, iktidarın da muhalefetin de üstüne basarak yükseldiği, ama en çok da yalnız bırakıldığı bir kesim akla geliyor. Peki, bu İslamcılar kimdir? Ne istediler, ne verdiler, ne kaybettiler?
Bir araştırmacı gazeteci tecessüsü ile onların izini süren biri, karşısında ne menfaat şebekelerinden nemalanan bir grup bulur ne de devasa servetler içinde yüzenler. Tam tersine, geçim sıkıntısı çeken, yaşlılıkta bile kira derdine düşen, çocuklarına iş bulamayan, en nihayetinde bir belediyenin lütfettiği mezarlık bekçiliği gibi işlerle hayata tutunmaya çalışan insanlar çıkar karşısına. Bir zamanlar büyük ideallerin, yüksek fikirlerin peşinde koşan bu isimlerin, bugün böylesine perişan durumda olması, sadece onları değil, bir medeniyet iddiasını da sorgulamayı gerektirir.
İslamcılık, modern Türkiye’de bir iddiaydı. Mehmet Akif’in kaleminde şekillenen, Tahir Harimi Balcıoğlu’nun kitaplarında yankılanan, İzmirli İsmail Hakkı’nın zihninde yoğrulan bir dava… Sonraları, dergilerde, sohbet halkalarında, akademik çalışmalarda kendine yer buldu. Bir kuşak, bu davayı omuzlarında taşıdı, ama ne yazık ki o yükün altında ezilen de yine onlar oldu. Bugün 70’li yaşlarına gelmiş Abdurrahman Arslan ve Abdülaziz Tantik gibi daha birçok isim, bir zamanlar yazılarıyla, fikirleriyle, eleştirileriyle gündemi belirlerken, bugün geçim derdiyle boğuşuyor. Türkiye’nin hemen her ilinde görüştüğüm eski İslamcıların durumu birbirinden farksız. Bir zamanlar idealler için mücadele eden, gençlerin önünü açmaya çalışan insanlar, şimdi kendi kiralarını bile ödeyemez hale gelmişse, burada bir sorun var demektir.
Bu isimler, devlet kapılarında iş takip edenlerden olmadı. İhalelerden pay kapmaya çalışmadı. Belediyelerin, vakıfların, devlet destekli projelerin peşinden koşmadı. Siyasetin menfaat çarkına kapılmadı. Ve işte tam da bu yüzden, bugün sahipsiz kaldılar. Oysa, yıllar önce verdikleri mücadele sayesinde, bir şehir muhafazakârlaştı, bir nesil inançlarını yeniden hatırladı, fikir dünyasında İslamcılık bir ağırlık kazandı. Fakat ne acıdır ki, onların çabasının meyvesini bugün başkaları yiyor. Hem de bu meyveyi, ağacı sulayanları hatırlamadan, onlara tek bir teşekkür bile etmeden…
Bugün Türkiye’de herkes İslamcıları eleştiriyor. Solcusu da, sağcısı da, liberali de, muhafazakârı da… İktidar da muhalefet de… Haber portallarında gırla iktidarı eleştirecek yerde İslamcıları tenkit eden isimler türüyor. Oysa gerçek şu ki, İslamcılar eleştirilmekten çok unutuluyorlar. Ve bu unutuluş, onların bir ideoloji olarak başarısızlığından değil, tam tersine, yıllarca mücadele etmelerine rağmen sistemin, düzenin ve güç odaklarının onları dışlamasından kaynaklanıyor.
İslamcıların trajedisi burada yatıyor. Onlar, fikirleriyle bir dönemi şekillendirdiler ama o fikirler, başkalarının elinde sermayeye, siyasete, gösterişe dönüştü. Kendileri ise o sistemin içinde kayboldu. Bugün, bir belediyenin verdiği mezarlık bekçiliği işine razı olan, geçim sıkıntısıyla boğuşan İslamcılar, aslında bir dönemin aynasıdır. Bu ayna, onlara sadece geçmişin değil, bugünün ve geleceğin de bir yüzünü gösteriyor: Sahipsizlik... Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un durumu gibi…
Peki, bu sahipsizliği kim üstlenecek? İslamcılık, bu kadar mücadeleye rağmen neden siyasetin ve toplumsal düzenin içinde bir karşılık bulamadı? Neden kendini yeniden üretemedi? Neden bir ideoloji olarak sadece hatıralarda kaldı? Belki de en kritik soru budur. Zira bir fikir, savunucuları yaşlandığında değil, gençler onu devralmadığında ölür. Bugün İslamcılık, yeni bir kuşak tarafından taşınmıyorsa, belki de en büyük problem budur.
Bu yazı, bir ağıt değil. Bir tespit. Belki de bir uyarı. Çünkü eğer bir idealin sahipleri, sahipsiz kalıyorsa, ortada bir yanlış vardır. Ve o yanlış düzeltilmezse, gelecekte başka idealler de aynı akıbete uğrayacaktır…
Hülasa, karşılaştığım ve tanıdığım ne kadar İslamcı varsa, çoğunun maddi durumu perişan. Oysa bunlar, bir zamanlar düşünceleriyle toplumu şekillendiren, kitleleri etkileyen, nesillere rehberlik eden insanlardı. Bugün ise unutulmuşluğun ve sahipsizliğin kıyısında, geçim mücadelesiyle baş başalar.
Peki, neden bu tablo değişmiyor? Bir zamanlar harıl harıl dergiler çıkaran, entelektüel tartışmalar yürüten bu neslin bugün bırakın matbu yayınları, internet dergiciliği yapacak imkânı bile yok. Kalemleriyle fikir dünyasına yön veren bu insanlar, artık yazı yazacak bir mecra dahi bulamıyorlar.
Belki de bu sorunun cevabını tarihin sayfalarında değil, insan tabiatının derinliklerinde aramalıyız. Ve belki de en acı gerçeği dile getirmek için Amin Maalouf’un şu sözlerine kulak vermeliyiz: “Orta Doğu insanı her şeye üzülür ama hiçbir şey yapmaz.”