Kalpleri Katı, Dilleri Taştır Onların!

Kalpleri Katı, Dilleri Taştır Onların!

 

Yaklaşık on-onbeş yıldır Türk toplumunda popüler düzeyde sürdürülen göçmen (*) karşıtı söylemin birçok toplumsal çatışma ve linçe yol açtığını biliyoruz. Bu linç kampanyasının şimdiye kadar açığa çıkmış en önemli dışavurumu belki de Kayseri’de yaşananlar.
Daha önce başka başka beldelerde benzeri olayların yaşandığını, hatta Kayseri’deki olayın akabinde bu kez Sarıyer’de kendini bilmez birinin elindeki bıçakla Suudi iş adamının üzerine yürüdüğünü, Gaziantep’te bir partiye mensup olanların göçmenlere ait bir dükkâna saldırdığını, Konya’da göçmen karşıtlarının yine başka bir dükkânı taşladıklarını hatırlayarak göçmen karşıtlığının bir noktadan sonra Türkiye için nerdeyse rutine binerek bir milli güvenlik meselesine dönüştüğünü söylemeli. Bu olayların Almanya’da yaşanan Solingen faciasına benzer bir faciaya yol açma ihtimali esasen bizi olduğu gibi devleti yönetenleri de korkutmalı.

 

Diğer yandan bu olayların oluşmasına yol açan söylem kendi kendine kurulmuş bir söylem değil, üzerinde incelikle (bu incelikten kastımızın önemli bir bölümünü sosyal medyada yaygınlaştırılan yalanlar mevzuu teşkil ediyor) çalışılmış bir söylem. Öteden beri insanların yabancı sevmez oldukları, birbirlerine kızınca “köken tartışması” yaşandığı gündelik hayatımızdan çok iyi bildiğimiz bir gerçek; lakin popülist-siyasal bir düzeyde “göçmen karşıtlığı söylemi” üzerinde uzun müddet çalışıldığı, bir takım ismi gereksiz siyasi parti başkanının çeşitli vesilelerle ısrarla dile getirdikleri sözlerle bu karşıtlığın oluşumunu teşvik ettikleri, bu partilere bağlı bağnaz unsurların her türlü olayda ön safta bu karşıtlığın beslenmesi ve büyümesi için mücadele ettikleri de unutulmamalı. (Söz konusu partilerden birinin genel başkanı Kayseri olaylarının ardından sözümona geri çekildi, ama hâlâ sosyal paylaşımlarında üretilmiş kimi saçmalıkları -ki birçoğunun sosyal medya yalanı olması gayet muhtemel- paylaşmaya devam ediyor. Onun güya “geri çekilmiş” görünmesi bile o linç girişiminin bir parçası olduğu iddiasını bu açıdan epey makul hale getiriyor.)

 

1924’te yayınlanmaya başlayan Anadolu dergisinin bir sayısında yer alan ve mübadele ile Türkiye’ye gelmiş insanların yaşadığı sıkıntıların dönemin gazetelerinde dile getirilmesine tepki olarak yazılmış bir yazıyı burada hatırlamalı belki de: Mübadillerin başlarına her ne gelirse gelsin ses çıkarmalarına, gazetede haber olmalarına kızgın olduğu besbelli müellif onların sorunlarıyla gazetecilerin ilgilenmesini bile eleştiri konusu ediniyordu. (Adını andığımız derginin yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Hilmi Ziya Ülken, Yahya Kemal Beyatlı, Mükrimin Halil Yınanç, Nurettin Topçu gibi isimlerin bulunması sonraki dönemlerde oluşan kimi yaklaşımları değerlendirmek bakımından elbette ilginçti.) Bahsedilen göçmenler, yani mübadiller Müslüman ve Türk idiler lakin önceden Anadolu’da yaşamıyorlardı; müellifin eleştirdiği husus tam buydu: Onlar kimdi ki devlet eliyle de olsa Anadolu’ya yerleştirilmişlerdi?

 

Bugünkü ırkçılığın bir bölüğünü bu fikri çizgide aramalı esasen. Göçmen karşıtlığını dini kimi unsurlara düşmanlıkla birlikte istihdam eden başka bir bölük de onlara eklenmeli nitekim. Göçmen karşıtlığının popüler söylemde yaygınlaşmasına uğraşan parti mensuplarının önemli bir bölümünün Müslümanlara karşı “tengricilik” tasladığına rast gelmemiz boşuna değil: İslam’ı Arap dini olarak değerlendiren ırkçılar kendilerini Tengrici olarak lanse ediyorlar. Her iki bölüğün de göçmen karşıtlığını meşrulaştırmada sık sık birbirlerinden argüman ödünç aldıklarını, çoğu kez böylelikle birbirleriyle kaynaştıklarını da belirtmeli. Yine de daha çok ödünç alanın fikri çizgisi olduğunu bildiğimiz bölük olması ortada bazı şeylerin ters gittiğini gösteriyor. Fikri çizgi kuvvetleneceğine giderek zayıflıyor; deyişim maruz görülsün, bu eğilim ırkçılığa bel bağladıkça iyice sığ(ır)laşıyor. Bu sığlık ırkçılığın doğal hali de sayılabilir öte yandan. Köklerini Anadoluculuğa kadar sürdüğümüz çizginin fikri inkırazının bu sığlığa epey imkan tanıdığı kaydedilmeli. İşin ilginç yanı bu noktada Anadoluculuğun en temel tezinin yanlışlanması: Kurtarılmış son vatan parçasının, yani Anadolu’nun Türk milletinin varoluşu için yegâne ideal addedilmesine karşın kaynaşılan ırkçı bölüğün istemlerine boyun eğerek neredeyse o parti mensuplarının sığ anlayışına gönül veren sözüm ona bir “fikirler bütünü.” 

 

Kayseri’de yaşanan linç girişimi nereden bakılırsa bakılsın Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hayatı bakımından bir dönüm noktasıydı handiyse. Bu dönüm noktasının sunduğu seçenekler çok net: Ya Türkiye ve Türk halkı ırkçılıkla ifade bulan bu sığlığı gerileterek bugünkü dünyanın politik sahnesinde edinmeye çalıştığı “güçlü ülke/güçlü halk” iddia ve imajını koruyacak ya da bu ırkçılığa yenilenerek bölgesinde etkisi ufarak bir ülke/halk pozisyonunu kabullenecek. Irkçılığın vurdulu kırdılı düzayak sığlığının toplumsal-politik düzlemde hakimiyet sağlaması ise olabilecek en kötü senaryo. Bölgesinde Arapları ve Kürtleri kendisine düşman eden bir anlayışın uluslararası düzeyde yetkinliğini ispatlamış bir politikasının var olduğundan kuşku duyulmalı. Belki de her şey bunda yatıyor: Türkiye’de ırkçılığın beslenmesi ve gelişmesi birtakım uluslararası politik oyunun bir parçası. İsmini anmadığımız parti ve onun çizgisindekilerin bu politik oyunların yaygınlaşmasına belki bile isteye belki de bilmeden istemeden verdikleri desteğin ise Türkiye’nin bugüne dek savunageldiği ve uyguladığı dış politikanın yenilgisi anlamını taşıması bu sebepten.

 

Ezcümle kalpleri katı, dilleri taş kesilmiş ırkçılara bu saatten sonra herhangi bir şey anlatmanın bir yolu ve geçerliliği pek yok. Sorumuz ise hâlâ cevap bekliyor: Türkiye’de politik-toplumsal düzeyde yaygınlaştırılmaya çalışılan ırkçılığın ortaya çıkardığı güvenlik meselesi ve maliyetinin taşıdığı gerçek anlamı yöneticilerimiz acaba ne zaman görüp gerekli önlemleri alacaklar?

 

 

(*) Her ne kadar hukuki bir nitelik de taşısalar Suriyeli göçmenler için sık sık kullanılan ‘mülteci’, ‘sığınmacı’ vb. deyişlerini yanlış buluyorum, çünkü mülteci kelimesi sığınılan kişide merhamet talebini yansıtan bir kelime. Oysa bana kalırsa bir Müslüman rahatça göçebilmeli Müslüman bir memlekete.

Diğer Yazıları

Irkçılık

Irkçılık

  • 01.09.2024 / 00:27

Yorum Yaz