İslamofobi Üzerine: Müslüman İslamofobik Olabilir Mi?

İslamofobi Üzerine: Müslüman İslamofobik Olabilir Mi?

 

Bir önceki yazıda İslamofobi tartışmalarının Müslüman azınlıklara yönelerek Müslüman (çoğunluklu) toplumları ihmal ettiğini, bu ihmalin İslamofobinin anlaşılmasını güçleştirerek artmasına sebep olduğunu, dolayısıyla da İslamofobinin ne olduğu ve nasıl tespit edilebileceği konusuna odaklanılması gerektiğini söylemiştim. Bunun için de elimizdeki “normallerin” nedenlerine, yani İslamofobi çalışmalarında Müslüman azınlıklara yönelik neden bu kadar yoğun bir ilgi olduğuna odaklanmış ve bu soruyu azınlık bağlamının üç özelliğiyle açıklamıştım: Vaka sayısını arttıran asimetrik güç ilişkileri, şeffaflık nedeniyle vakaların tespit edilmesinin kolaylığı ve yine şeffaflık nedeniyle vakaların analiz edilmesinin kolaylığı. Bu noktalar, azınlıklara ilgiyi açıklayabilirken aynı zamanda Müslüman toplumlara karşı ilgisizliği anlamak için de ipuçları sağlayabilir. Bu yazıda neden Müslüman toplumları çalışmıyoruz sorusuna cevap vermek adına, bu ipuçlarını ele alacağım.

 

İlk ipucu olarak, bu üç noktanın, özellikle de şeffaflık meselesinin, algılanan veya şeylere yüklenen kimlikler ve anlamlar arasında zorunlu bir ilişki olduğu varsayımını ortaya çıkarttığını söyleyebiliriz. Daha akademik bir dille ifade etmek gerekirse, İslam’a ilişkin kimlikler ve anlamlarda özcü varsayımlarla hareket edilmektedir veya hareket etmekteyiz. Ancak, bu tür özcü varsayımlar, bazen vakaların tespitini ve analizini kolaylaştırsalar da bazen de yanlış tespitler ve tanımlamalar nedeniyle yarardan çok zarar getirebilir. Mesela, anlamların-kimliklerin daha bariz-sabit olduğu ve dolayısıyla da yoruma daha az yer bıraktığı azınlık vakalarında, potansiyel failler, muhataplarının ve kamuoyunun belirli eylemleri nasıl anlamlandıracağını bilecektir. Dolayısıyla eylemin İslamofobik olmaması pek muhtemel değildir, zira eylemi yapan kişi aksi takdirde bunu yapmaktan kaçınacaktır. İran-Fransa örneği üzerinden düşünürsek, Fransa’da başörtüsü yakacak olan bir Fransız, bu eylemin, niyetinden bağımsız bir şekilde İslamofobik olarak okunacağını bilir ve buna göre hareket eder. Bu yüzden de, İran’da başörtüsü yakmaktan farklı olarak, Fransa’da gerçekleşen bir başörtüsü yakma eyleminin İslamofobik olmama ihtimali çok yoktur. Bu açıdan bakıldığında da, özcülüğün sonucu oluşan yerleşik bir araca sahip olmak (başörtüsü yakmanın İslamofobik olarak tanımlanması gibi), vakanın tespit ve analiz edilmesine yardımcı olabilir. Fakat öte yandan, bu özcü varsayım, dönüşen ya da anlamların daha az veya farklı biçimde doğallaştığı bağlamlarda açığa çıkardığından daha fazlasını gizleyebilir. Diğer bir deyişle, faydadan çok zararı olabilir. Zira, bariz ve tipik vakalar için üretilen araçlar, örtük ve benzer olmayan vakaları tespit edemezler. Bunun sonucunda da farklı örnekler gözden kaçar ve bir şekilde tespit edildiklerinde de, diğerlerine benzemedikleri için inkar edilirler. Tespit edilemeyen İslamofobik mikroagresyonlar veya kurumsallaşmış İslamofobi azınlık bağlamında bu tür durumlara örnek teşkil edebilirken, “Müslüman çoğunluklara” dair literatürün eksikliği bu durumun, yani özcülüğün açığa çıkardığından daha fazlasını gizlemesinin bir başka kanıtıdır.

 

Bu özcülük-gizleme durumu bizi ikinci ipucuna götürür: İslamofobinin yeterince teorize edilmemesi. Araçların azlığı bu eksik kuramsallaştırmayı zaten göstermiş olsa da, azınlıklara ilginin nedenlerine odaklanmak, bu ipucunu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Belirttiğim gibi, yeterince sabitlenip şeffaflaştığında, kimlikler-anlamlar-şeyler çok fazla sorgulamayı gerektirmez ve mevcut teoriler onları anlamlandırmak için yeterli kabul edilir. Tıpkı bir önceki yazıda İslamofobiyi tanımlamadığım gibi, düşmanlığı-antagonizmayı da tanımlamamış olmam bu bağlamda düşünülebilir. Zira, bahsettiğim vakalarda düşmanlığın ne-nasıl olduğu bir tanımlamaya ihtiyaç bırakmayacak kadar nettir veya düşmanlık deyince aklımıza ilk gelen şeyle bu vakalardaki eylemler, üzerine kafa yormamızı gerektirmeyecek şekilde örtüşmektedir. Öte yandan, bize bir şekilde bu basit örnekleri hatırlatan ya da onlarla ilişkilendirebileceğimiz yeni veya benzer olmayan olaylarla karşılaştığımızda, özellikle de bu olaylar bazı aile benzerlikleri yoluyla bir örüntü oluşturduğunda, bunları anlamlandırmanın yollarını aramaya başlarız. Irk-sonrası durumda ırkçılık üzerine yapılan araştırmalar bu tür çabalara bir örnektir. Resmi veya kamusal ayrımcılık gibi açık ırkçılık biçimleri ırk-sonrası durumda hoş karşılanmadığı için, ırkçılık daha incelikli ve kurumsal bir biçime evrilmiştir. Bu nedenle de, ırkçılığın bu ırk-sonrası biçimlerine yanıt veren bir literatür ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde, düşmanlığın açıkça gözükmediği gündelik hayat pratiklerine sinmiş örtük ve kurumsal İslamofobi üzerine de yeni bir yazın oluşmaktadır. Bununla birlikte, bu yeni yazın da esas olarak askeri işgaller, medya temsilleri veya uluslararası politikalar-raporlar gibi Batı hegemonyası tarafından azınlıklara veya küresel-ötekine karşı gerçekleştirilen İslamofobi hakkındadır. Dolayısıyla, İslamofobi küresel bir olgu olarak incelendiğinde bile, daha ziyade, Müslüman muhatap kimliğinin nispeten sabitlendiği bir okumayla “küresel bir azınlık olarak Müslümanlar” ve “gayrimüslim/İslami-olmayan hegemonya-fail” üzerinden çalışılmaktadır. Bu durumda da hegemonyanın-failin aynı zamanda Müslüman/İslami olduğu Müslüman toplumlar yine İslamofobi tartışmasının dışında bırakılmış olur. Böylece ampirik vaka çalışmalarına eşlik eden teorik çalışmalar yerel ve semptomatik kalır ve küresel bir olgu olarak İslamofobinin mantığı anlaşılamaz. Nihayetinde de, asemptomatik vakalar tespit edilip adlandırılamaz, ki Müslüman toplumlar bu tür vakaları örneklemektedir.

 

Bu da bizi üçüncü ipucuna, yani asemptomatik bir İslamofobi durumuna sebep olan Müslüman/İslami fail sorusuna getirir: Müslümanlar İslamofobik olabilir mi? Bu sorunun varlığı, olası cevabından daha ilginçtir, zira sorunun varlığı, “hayır”ın bir cevap olabileceği varsayımına dayanmaktadır. İlginçtir, zira gayrimüslimlerin İslamofobik olup olamayacaklarını sormayız. Bunun yerine, doğrudan olabileceklerini varsayarız. Müslümanlara ve gayrimüslimlere dair varsayımlarımızdaki bu farklılık, kimliklere ilişkin bahsettiğim özcülüğü göstermektedir. Bu tür varsayımların arkasındaki ana fikir, Müslümanların İslam/Müslüman karşıtı, yani bunlara düşman olamayacağıdır. Fakat İslam dünyasında şahit olduğumuz, laiklik karşıtlığının suç sayılması, başörtüsü yasakları veya Türkiye özelinde tek başına 28 Şubat tecrübesi bile Müslümanların da İslam karşıtı olabileceğini gözler önüne serer. Öte yandan, Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen bu düşmanca-antagonistik eylemlerin İslamofobik olarak değerlendirildiğine nadiren şahit olurken, gayrimüslimler tarafından gerçekleştirilen benzer eylemlerin İslamofobik olarak yorumlandığını görürüz. Mesela, Fransa’daki veya Almanya’daki nispeten bireysel sayılabilecek başörtüsü yasaklarını İslamofobi olarak inceleyen pek çok tartışma mevcutken, Türkiye’deki başörtüsü yasağı, yıllarca tüm ülkeyi ve kamuyu-kamusal alanı kapsayacak şekilde uygulanmasına rağmen nadiren İslamofobi olarak ele alınmıştır. Müslümanların Müslüman sıfatıyla, başka Müslümanların Müslümanlıklarına karşı düşmanlık kapasitelerinin bu şekilde inkâr edilmesi, Müslüman kimliğinin depolitize edildiğini göstermektedir. Yani, Müslümanların belirli konulardaki siyasal kapasitesi -antagonizma veya düşman olma melekesi- reddedilmekte ve Müslüman, Müslüman olarak veya Müslüman olduğu sürece siyasal faillik kazanamaz denilmektedir. Ayrıca, paradoksal bir şekilde, bazı Müslümanların İslamofobik eylemleri de Müslüman kimliğine dair bu depolitizasyon varsayımını kanıtlar niteliktedir. Zira bu İslamofobik-antagonistik eylemler, Müslümanlara siyasallığı ve siyasal kapasiteyi reddetmek suretiyle Müslümanlığı özel alana sıkışmış bir dindarlığa indirgeyerek Müslümanların siyasallaşmasına ve Müslüman olarak siyasal faillik-kimlik kazanmalarına karşı çıkmaktadır. Nitekim, başörtüsünün “siyasal simge” olduğu gerekçesiyle yasaklanmasını savunan Müslümanların tutumu, başörtüsünün siyasal simge olup olmamasından bağımsız bir şekilde, Müslümanların siyasallaşma kapasitesine karşı bir tutumdur. Bu İslamofobik iddiaya göre, Müslümanlar, Müslüman olarak veya Müslümanlıklarıyla siyasal bir eylemde bulunamaz, Müslümanlıklarını siyasal alanda icra edemez, Müslümanlıklarını siyasal kimliklerinin ve taleplerinin oluşumunda bir ilham-kaynak olarak kullanamazlar. Peki ama bütün bu çarpık Müslüman-lık, siyasal-lık ve İslamofobi oku(yama)malarının temel sebebi nedir ve daha iyi bir okuma nasıl yapılabilir? Sonraki yazılarda da bunlarla devam edelim.

Diğer Yazıları

Yorum Yaz