İslamcılar Aslında Yok Mu?

İslamcılar Aslında Yok Mu?

 

Olivier Roy’un Siyasal İslamın İflası’nı (L’échec de l’islam politique) 1992’de ilan ettiğini düşünürsek, İslamcılığın sonu veya post-İslamcılık iddialarının en azından 30 yıllık olduğunu söylemek mümkün. Ancak ilginçtir bu 30 yılda ne münadileri bu ölüm ilanını yinelemekten yoruldu ne de zaten ölmüş olan İslamcılar tekrar ve tekrar ölmekten.

 

Mesela, İslamcıları gömmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan Roy, Arap Baharında protestocuların İslam Devleti, Şeriat, Ümmet gibi kavramlar yerine demokrasi, iyi yönetim, hürriyet gibi sloganları kullanmasını bu ölümün bir göstergesi olarak değerlendirdi ve meşhur beyanını yineledi: “Yirmi yıl önce işaret ettiğim siyasal İslam’ın iflası artık apaçık ortadadır”.[1] Roy bu çıkışında yalnız da değildi. Zira, “post-İslamcılık” deyimiyle bu minvaldeki argümanları bir anlamda kavramsallaştırmış olan Asef Bayat’ın da katkısıyla, bu “son” veya “post” söylemi İslamcılık okumalarında çoktan ana akıma dönüşmüştü. Selalar Arap Baharı sonrasında da devam etti. 2019’da AK Parti’nin İstanbul seçimlerindeki başarısızlığı, 2021’de Nahda’nın kapatılarak Gannuşi’nin tutuklanması ve yine 2021’de, Fas’ta 10 yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçimi kaybetmesi bu söylemin öne sürüldüğü vakalardan sadece birkaçıydı.

 

Fakat, “İslamcılar öldü” diye meydanlara koşanlardan biri de çıkıp, bu İslamcılar 1992’de veya 2011’de zaten ölmemişler miydi diye sormadı. Yoksa, 30 yıldır ileri sürdükleri şeyin aslında “İslamcılar artık İslamcı değil” şeklinde özetleyebileceğimiz bir oksimorondan ibaret olduğunu görüp bir noktada durabilirlerdi. Zira eğer İslamcılar 1990’larda ölüp post-İslamcıya dönüştülerse, Arap Baharında ölenlerin veya seçimlerde başarısız olanların İslamcılar değil post-İslamcılar olması gerekirdi. Mesela, 2002’de iktidara gelen AK Parti ve Erdoğan İslamcılığın sonunu temsil eden post-İslamcılar ise, 2019 İstanbul seçimlerinde kaybedenin İslamcılar değil post-İslamcılar olması lazımdı. Dolayısıyla da seçimlerdeki başarısızlığın İslamcılığın veya İslamcıların değil, post-İslamcıların başarısızlığı ve ölümü olarak yorumlanması gerekirdi. Benzer şekilde, eğer Gannuşi zaten İslamcı değil de post-İslamcıysa, 2021’de Tunus’ta olanlar post-İslamcılığın iflasına ve “post-post-İslamcı” bir döneme işaret etmeliydi. Ki her vakada “post”u ilan edilenin aynı aktörler olduğunu düşünürsek, şimdiye kadar sayısını tahmin bile edemeyeceğimiz kadar “post”un nitelediği bir İslamcılık okuması sunulmalıydı. Ancak bunların hiçbiri olmadı ve ilgili “uzmanlar”, her yeni vakada aynı İslamcıların yeniden ve yeniden ve yeniden öldüğünü, sanki dün İslamcıların cenazesini kılanlar kendileri değilmiş gibi duyurmaya devam etti.

 

Burada, eleştirilerime cevaben, belki, başarısızlığın, iflasın veya ölü-olmanın bir vaka/olay değil de bir süreç olduğu iddia edilebilirdi. Dolayısıyla da son 20-30 yıllık sürecin tamamı bu başarısızlığa bir sahne olmuş olur ve bu sürecin bir ispatı olan pek çok vakada bu ilanı yinelemeleri problem olmayabilirdi. Ki, Bayat’ın post-İslamcılığın, İslamcılığın kendisini tükettiğini gösteren bir “durum” olduğu iddiası da bunu desteklerdi.[2] Fakat o zaman da bu aktörlere post-İslamcılar diyemezlerdi. Bunun yerine, başarısız olmuş veya olmakta (süreçte) olan bir projenin, yani İslamcılığın, yaşayan aktörleri, yani İslamcılar, şeklinde adlandırabilirlerdi ve mesela Arap Baharı gibi bir vakaya kadar İslamcılığın sonundan bahsedemezlerdi. Bu durumda da Arap Baharı öncesi aktörler post-İslamcı olmazdı, çünkü Schrödinger’in kedisi olmadıkları sürece bu aktörlerin aynı anda hem İslamcı hem de post-İslamcı olmaları mümkün olmazdı.

 

Tüm bu çelişkilerinden de anlaşılacağı üzere, post-İslamcılık iddialarının temel meselesini, İslamcıların aslında var olup olmadığı meselesi oluşturdu. Bu problemi çözmek için, ılımlı İslamcı, Müslüman demokrat, yeni (neo) İslamcı gibi isimler gündeme getirildi. Ancak şimdiki aktörler bu yeni isimlerle anılırken, geçmiş aktörlerden “eski” İslamcılar olarak değil, direkt İslamcılar olarak bahsedilmeye devam edildi. Yani bir yandan, “aynı” kişilerden bahsedilmesi ve üzerine binlerce yazın üretilmesi bakımından var olduğunu iddia ettikleri İslamcıları, bir yandan da yeni isimlerle yokluğa mahkûm ettiler. Analizlerinde İslamcıların bir sürekliliği olduğunu varsaymalarına rağmen, bu aktörlerin varlıklarının sürekliliğini sağlayan şeyin “İslamcı” ismi değilse ne olduğu sorusuna cevap veremediler. Bu durum aslında, ilgili uzmanlar için bu varlık meselesinin bir “isimlendirme” meselesi olarak tecessüm ettiğini de gösterdi. Zira bilebilirliği zaten sınırlı olan yaratılanlar olarak varlığın erişebildiğimiz kısmı bizim için isimleriyle erişilebilir yani var oldu. Bu anlamda her isimlendirme de beşerî anlamda bir var veya yok etme eylemine dönüştü ve var edilenin sınırlarını belirledi. Post-İslamcılık yorumcularının, “başarısız” ve “iflas etmiş” olduğu çelişkilerinden aşikâr olan İslamcı ve post-İslamcı “isimlendirmesi” de, İslamcıların varlığını böylece bir mesele haline getirdi. Daha ikinci selayı okuduklarında bu yorumculara “bu İslamcılar zombi mi, nasıl tekrar ölebiliyorlar?” diyerek post-İslamcılık söyleminin ölümünü ilan etmesi gereken koca bir güruhun her bir fırsatta büyük bir hevesle İslamcıların cenazesine koşması da, İslamcılık tartışmalarının varlıkbilimsel (ontolojik) bir düzlemden çıkıp hayaletbilimsel (hauntolojik) bir düzleme geçtiğini ya da geçmesi gerektiğini gözler önüne sermiş oldu.

 

 

 

[1] Olivier Roy, “The Transformation of the Arab World”, Journal of Democracy 23, sy 3 (2012): 8.

[2] Asef Bayat, “Post-Islamism at Large”, içinde Post-Islamism: The Changing Faces of Political Islam, ed. Asef Bayat (Oxford University Press, 2013), 26.

 

 

Diğer Yazıları

Yorum Yaz