İslamcı Siyasi Söyleme Bağlılığın Bugünkü Ana Kriteri

İslamcı Siyasi Söyleme Bağlılığın Bugünkü Ana Kriteri

 

İslamcılık üstüne düşünmenin bir şekli de elbette İslamcı kuşakları düşünmek olabilir. İslamcılığın duygusal rejiminin bir tarihi bu kuşakları düşünerek yazılabilir. Bugün anlaşıldığı şekliyle İslamcılığın ana damar ifadesine kavuşmasının 1980’li yıllarda olduğunu anmıştım Modern Türk Ruhunun Trajedisi’nde. Sağcılık ve solculuktan bağımsız, kendi siyasi tahayyülüne sahip çıkan bir yaklaşım olarak İslamcılığın Türkiye gündemine vurduğu damganın çarpıcı izleri de bu yıllardaydı.

 

1980 ila 1995 yılları arasında İslamcılığa bağlananların diğer İslamcı kuşaklara bu bağlılık bakımından faik olduklarını düşünüyorum. Sebebi gayet açık bunun: 1980 öncesinde lise ya da üniversitede okurken İslamcı olanların kahir ekseriyeti öğrenimini sürdürebilmek için ya ülkücü ya solcu ya da İslamcı olmaya mahkumdu. Çünkü ülkede “sağ-sol kavgası” olarak adlandırılan ve sonu 12 Eylül’de darbeye çıkan bir nevi iç savaş vardı; bu iç savaş dolayısıyla oluşmuş toplumsal ve siyasal şartlar okuyan gençlerin bir kampta yer almalarını gerektiriyordu. Bu toplumsal mekanizma o dönem İslamcılarını İslamcı olmaya zorunlu kıldı bir yerde; İslamcılık ayrıntılı bir biçimde okuyarak, sıkıca inceleyerek, demem o ki son kertede toplumsal şartlardan bağımsız olarak alınmış bir karar değildi. O dönem bir kampta yer alınmak zorunda kalınmıştı; yetişme ortamı ve şartları, o dönemki çoğu kişinin İslamcılıkta karar kılmalarını gerektirdi, bu karar bazen bile isteye alınmış da olsa çoğu kez yaşanan zorunluluk neticesiydi bana kalırsa. En azından bu karardaki en önemli saik o zorunluluktu. Demem o ki, dini duyarlılığı biraz daha kuvvetli olanlar İslamcılığa kapak atarken diğerleri ya ülkücü ya liberal ya da solcu olmuşlardı. Bu kavganın ve siyasal-toplumsal şartların darbeyi gerçekleştiren “our boys”un tutumlarıyla ve ülkeyi karıştırmaları neticesi oluşturulması, öne sürdüğümüz argümanın geçerliliğini etkileyecek değildir. İslamcılığın 12 Eylül rejiminin desteği sayesinde geliştiği şeklinde özetlenebilecek klasik sol-sosyalist tezlerin de yanlış olmaları yanı sıra ileri sürülen argümanla alakasız olduğunu kaydetmeliyiz.

 

Benzer şekilde 1965 öncesinde doğan İslamcıların çoğunda Soğuk Savaş döneminde yetişmeleri dolayısıyla belirgin sağcı çizgilerin olduğunu görülebilir. Sözgelimi M. Akif İnan merhum 1964 -1969 yılları arasında Türk Ocağı’nda faaliyet gösterirken 1978’de Milli Selamet Partisi’nden Konya milletvekili olacak Sultanu’l Vaizin lakabını hak eden Tahir Büyükkörükçü Hoca 1969’da Demirel’in Adalet Partisi’ndedir. Doğrudan Necmettin Erbakan’ın TOBB Genel Başkanlığı ve bağımsız Konya milletvekili adaylığı sürecinde yaşananlar da o dönem İslamcılık üstünde var olduğunu söyleyeceğimiz sağcı etkilerin geriletilmesindeki önemli durak noktalarını gösterir. Aynı şekilde İslamcılık üzerinde fikirleri ve eylemleriyle belirgin sayılabilecek etkileri olmuş birçok kişinin, sözgelimi rahmetli Yılmaz Yalçıner ile Atasoy Müftüoğlu’nun başlangıç noktalarının Türk Ocağı ya da Mücadele dergileri olması ilginç değildir. En umulmadık isimlerde, sözgelimi Necip Fazıl Kısakürek’te bile son kertede Amerika sevicilik addedebileceğimiz ifadeler bulunur. Geçtiğimiz günlerde sohbet ettiğimiz dost bir büyüğümüz rahmetli Nevzat Arabacı hocanın ağzından şu cümleyi duyduğunu ifade etmişti: “ABD ile Rusya savaşta karşı karşıya gelse ABD’yi destekleriz.” Aynı şekilde merhum Rasim Özdenören ile gerçekleştirilen bir sohbette onun kullandığı bazı cümlelere hayret etmiş ve birbirimize bakakalmıştık Erdal Baykan hocayla. Yine bir arkadaşımız “kızıl milyarder” addedilen kişinin ülkede egemen Kemalist hegemonyanın geriletilmesindeki rolünü öven ifadeleri kullanan konuşmacıya şaşırmıştı. Demem o ki bu ve buna benzer birçok örneğe 1965 öncesi doğumlularda sık sık denk gelirken 1965 sonrası doğan İslamcılarda sağcılık vurgusu içerdiğini düşünebileceğimiz çizgi ve söylemlere daha az rastlarız.

 

Elbette 12 Eylül öncesinde başta MTTB ve Akıncılar Derneği olmak üzere birçok İslamcı dernek ve kuruluşun ve bu kuruluşlarda yer alanların bütün eylemlerini, çalışma ve çabalarını küçümsemek benimsenebilecek bir tutum değildir. Ancak karşılaştığımız gerçekliği inkâr etmenin de aynı kapıya çıktığını belirtmemiz gerekir. Bağımsız bir İslamcı siyasi tahayyülün gelişimi bakımından sağcı eğilimlerden kurtulmanın nihai durağıydı 1980’li yıllar. Bu yılların siyasal-toplumsal şartlarını oluşturan darbe rejiminin bir desteği sayılacaksa bu, belki okuma ve düşünmenin son kertede İslamcılar içinde yaygın oluşu dikkat çekmeliydi elbette. İslamcılığın siyasi tahayyülünü benimseyenler içinde bu yıllarda her çeşit görüşe yönelik okuma iştihasının yoğun olduğu fark edilebilirdi.

 

Bu yıllarda İslamcılığı benimseyenlerin İslamcı siyasi tahayyüle bağlılıklarının diğer kuşaklara nazaran daha baskın kalışı o yüzden fazla yadırganmamalı. Çünkü düşüncelerinde ve değerlendirmelerinde doğru ya da yanlış bu tahayyüle uygun olmak haricinde başka bir şık ya da seçenek yoktur. İslamcı siyasi tahayyülün ne olduğu ya da nasıl olması gerektiği konusundan bağımsız bir biçimde söylemek gerekirse, 2010’lu yıllardan itibaren birçok emaresini gördüğümüz genel sağcılaşmaya bu kuşağın eleştirel şerhlerle yaklaşması da normaldir. Aynı şekilde Suriyeli göçmenlere yönelik en büyük İslamcı desteğin benimsedikleri ve bağlı kaldıkları siyasi tahayyül doğrultusunda bu kuşaktan gelmesine de şaşırmamalıyız. İslamcı siyasi tahayyüle bağlılığın derecesinin büyüklüğüne bir gösterge sayılmalı bu durum. İslamcı oluşun kendiliğinden kardeşlik hukukuna sahip çıkmayı gerektirdiğini söylemeli burada. Sağcı eğilimlerin bu konuda son derece ikircikli davrandıkları da açıktır. Bu konuda benimsenen tavırlar bugün neredeyse İslamcı siyasi tahayyüle bağlılığın ana kriterine dönüşmüş durumda. Kardeşlik hukukunun gereğini yerine getirmek sadece muhacirlere sahip çıkmanın kıvancını değil beraberinde Ensar olmanın haysiyetini de yaşatacak.

Diğer Yazıları

Irkçılık

Irkçılık

  • 01.09.2024 / 00:27

Yorum Yaz