İslam'da ve Kemalizmde 'Düşünülemez Alanlar' Meselesi

İslam'da ve Kemalizmde 'Düşünülemez Alanlar' Meselesi

 

Yeni Anayasa tartışmalarını “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler üzerinden yürütmenin çok ilginç çağrışımları oluyor.  Mevcut anayasa darbeciler tarafından yapılıp bu topluma dayatıldığı günden beri defalarca değiştirilmesi gündeme geldi, tamamen veya kısmen. Birçok maddesi değişik vesilelerle değişti. En kapsamlı ilk değişiklik diyebiliriz ki tam da onu bize dayatmış olan darbenin 30. Yıldönümü gününde 12 Eylül 2010 yılındaki referandumda gerçekleşti. 26 maddesi değişti Anayasanın o tarihte. Sonradan 2017 yılında parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişe de yol açan daha da kapsamlı bir değişimden geçti 12 Eylül Anayasası. Bu değişiklikler esnasında aslında Anayasa içinde el atılmamış bir mevzu kalmamış durumda. Yani bu Anayasaya 12 Eylül askeri darbe anayasası vasfını veren neredeyse hiçbir konu bırakılmamış durumda, tabii ki “başlangıç” kısmı ilk 4 madde ve tabii ki onların “değiştirilemez” ile “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükümleri.

“Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ifadesi esasen bir toplumun aklını aşağılayan, onun iradesini yok sayan, onu belli bir çerçeveye hapseden bir ifade. İnsanların iradesine, toplumun kendi içinde yaşayacağı bir tartışmada varabileceği yeni bir mutabakata bu şekilde set çekmek ancak 12 Eylül faşist zihniyetinin aklına gelebilecek bir şey. Nitekim önceki darbe anayasaları bile böyle bir şey düşünmemiş, böyle bir ifadeyi anayasaya koymayı akıl etmemiş. Ne 1924 Anayasası, ne 1961 darbeci anayasasında böyle ifadeler yok.

Şu veya bu maddeyle ilgili hiçbir şey söylemiyorum. Sadece bu ifadenin içerdiği buyurganlığın kesinlikle çeşitlilik içindeki bir toplumun kendi iradesiyle yapabileceği bir şey olmadığını ve içeriği ne olursa olsun böyle bir ifadenin sözleşmeyle bir arada yaşayan bir toplumun iradesine, aklına, zekasına hakaret olduğunu söylemek istiyorum. Bu negatif buyurgan dil esasen toplumsal şeciyemizi de maalesef belirlemeye yüz tutuyor. En büyük görünür zararı da budur. O kadar ki, o kadarlık bir tartışma teklifine karşılık bile ne kadar çok insanın bu içeriğin ne CHP’liliğine ne 12 Eylül darbeci kökenine bakmadan birer diktatör kesildiğini görebilirsiniz. Çünkü bu anayasa dili herkesin içine birer diktatör ekiyor. Tohum vermiş her diktatör de en kaba, en buyurgan ve tehditkâr diliyle düşünülemeyecek, geçilemeyecek yasak alanları bağırarak, höykürerek, buyuruyor.

Düşünülemez alanlar, değiştirilmesi teklif dahi edilemez alanlar siyasetin alanından yer, aklın ve düşüncenin alanından tüketir, o alanları her zaman daraltır, düşünceye de ket vurur.

Ünlü Cezayirli İslam reformcusu Muhammed Arkoun’un İslam düşüncesini eleştirmek adına ortaya attığı bir kavram vardır: Düşünülemeyen. Her din, ideoloji veya siyaset aslında ilk etapta düşünülemeyen alanlarla siyasetin ve düşüncenin alanlarını kapatmış olan bir başka ideolojiye, dine veya felsefeye karşı bütün o alanları “düşünülebilir” kılarak kendine bir alan açar.

 

  1. “Belirli bir düşünce geleneğinde düşünülemez alan genişletildiğinde ve yüzyıllar boyunca sürdürüldüğünde, aklın entelektüel ufukları azalır ve eleştirel işlevleri daralır ve zayıflar çünkü düşünülmezin alanı daha kararlı hale gelir ve düşünülebilir olan için çok az yer kalır. Düşünülmeyen, belirli bir logosferde düşünülemez ilan edilen birikmiş sorunlardan oluşur. Logosfer, düşüncelerini, temsillerini, kolektif hafızalarını ve bilgilerini birleştirici bir dünya görüşü (ideoloji) olarak iddia edilen temel ilke ve değerlere göre ifade etmek için aynı dili kullanan herkes tarafından paylaşılan dilsel zihinsel alandır.”

 

Arkoun’un bu sözleri (The Unthought in Contemporary Islamic Thought, Dar el-Saqi, 2002, s. 12) aslında İslam düşünce geleneğini eleştiriye açmak üzere sıkça tekrarladığı sözlerden. Ona göre ilk başta önceki geleneklerde düşünülemez ilan edilmiş birçok sorunu, birçok alanın düşünülebilir olduğu iddiasıyla gelerek devrimci bir rol oynayan İslam düşüncesi de zamanla kendi geleneğini oluşturup yüzyıllar içinde bu düşünülemeyecek alanları alabildiğine artırmış, böylece İslami aklın entelektüel ufuklarını azaltmış, eleştirel işlevlerini daraltmış ve zayıflatmıştır.

Arkoun’un verdiği en önemli örnek Kur’an’ın yaratılıp yaratılmamış olması meselesinin tarih içinde aldığı şekil. Bu alanda zamanla iktidar olan bir kesim önemli sınırlar koyarak alanı düşünceye kapatmıştır Arkoun’a göre. Böylece İslam düşünce tarihi içinde gerçekleşmiş olan böyle bir çevrim (devirdiği eskinin aynısına dönüşme) İslam düşüncesini aslında bir bakıma başka diğer bütün düşünceler nezdinde sıradanlaştırır, farksızlaştırır. Böylece Müslümanların da başkalarında farkı kalmamış olur. Onlar da düşüncede belli bir konum yakaladıklarında karşı çıktıklarıyla aynı izleri takip eder, siyasi iktidara geldiklerinde de yine diğerleriyle aynı eylem çizgisini takip ederler.

Arkoun İslam düşüncesinin bir zaman batılılar tarafından düşünülemez kılınarak daralttığı ve eski Yunan filozoflarını ve ortaya koydukları soruları düşünülemez hale getirdikleri alanları İslam düşüncesinin yeniden düşünülür kılabilmiş olmasını bir çığır olarak görür. İslam düşüncesi düşünülemeyecek alanları alabildiğine azaltmış ama zamanla kendi ortodoksisisini oluştururken kendi düşünülemez alanlarını da belirlemiş ve giderek o alanları genişletmiş, o kadar ki, Müslümanlar için düşünülemeyen alanlar düşünülebilir alanlardan çok daha geniş bir yekun tutmaya başlamıştır.

Açıkçası, Arkoun’un bu sözleri İslam düşüncesi için çok büyük bir haksızlık. İslam düşüncesi içinde düşünülemez dediği alanların hiçbiri hiçbir zaman düşünülemez olmamıştır, ne geçmişte ne bugün. Kur’an’ın mahluk olup olmadığı düşünülemez değil, düşünülmüş ve düşüncenin bütün gereklerine uyularak çürütülmüş bir iddiadır. Buna rağmen her dönemde aynı düşünceye tekrar dönüp onu tekrarlayanlar olmuş, karşılarında bazen düşünce anlamında güçlü muhataplar bulmuş bazen bulamamışlardır. Bir düşüncenin resmi görüş haline gelmiş olması onun düşünülmesine veya kabul edilmesine karşı bazı sınırlar koymuş olabilir zaman zaman. Ona bakarsanız, Kur’an’ın mahluk olmadığını düşünmenin önünde de hemen öncesinde çok katı sınırlar olmuştur. İslam tarihindeki ilk büyük Mihne olayı tam da o düşünülemeyeni düşünmüş olduğu iddia edilen özgürlükçü Mutezililer tarafından uygulanmıştır. O dönemde Abbasi Halifesi olan Memun Mutezile’ye mensuptur ve düşünceleri de resmi görüş mesabesinde olup başka türlü düşünenlere baskı yapmaktadır. Ancak Kur’an’ın, yani Allah kelamının yaratılmış olup olmadığı tartışması böylesi resmi görüş konuları olarak belli kısıtlamalara konu olmuşsa da İslam filozofları, alimleri, düşünürleri hiçbir zaman bu konuda düşünmekten ve her iki doğrultuda tezler ileri sürmekten geri durmamışlardır.

Arkoun Kur’an’ı harfi harfine Allah’tan vahiy sayanların, bu vahiy hakkındaki kendi yorumlarını da neredeyse vahiy saymak gibi bir otoriterlikle hareket etmelerinin yarattığı sorunlara işaret ediyor. Elbette Kur’an vahyi Allah’tan olsa da onunla ilgili hiçbir yorumumuz Allah’tan değil, beşerdendir. Bunu en bağnaz sandığınız kişi bile bilir aslında. Ama bu özdeşleştirmenin en basit örneğinden hareket ederek İslam düşüncesine bu kadar büyük bir bağnazlık atfedip genelleştirmek hem Arkoun’un hem de bütün tarihselcilerin en büyük skandallarındandır. Kader meselesi olsun, irade meselesi olsun, ruh ve beden meseleleri olsun, akla gelebilecek bütün çetrefil meseleler olsun İslam düşüncesinde bunları “düşünülemez” veya “düşünülmez” kılacak hiçbir otorite hükümferma olmamıştır. Kur’an-ı Kerim’in kendi bariz söylemi sürekli her şeyi düşünmeye, akletmeye, tefekkür, tedebbür ve sorgulamaya, bu konularda en ağır sorularla özgüvenle yüzleşmeye bir davettir.

Müslümanlar tarihte hangi konuyu düşünmekten kaçınmış, hangi sorunla yüzleşmekten çekinmiştir? Bugün de İslam bu konuda büyük hiçbir şeyi düşünmekten, hiçbir gerçekle yüzleşmekten kaçınmayacak, çekinmeyecek bir özgüven vermektedir.

Arkoun’un İslam düşüncesine yönelik bu eleştirisi haksız derken bir yandan da onun bu tartışmayı öne sürdüğü tarihe, Müslümanların koşullarına da insafla davet ettik hep. Arkoun’un Müslümanlara yönelik bu eleştirileri yaptığı dönemde bütün Müslümanlar başlarına dikilmiş sömürge idarelerinin dayattığı resmi ideolojilerin “düşünülemez”, “dokunulamaz”, “değiştirilemez” ilan ettikleri yasak alanların arasında kendilerine kalakalmış ancak daracık hücrelerde yaşayabiliyor, düşünebiliyorlar.  Mesela Türkiye’de Müslümanların önündeki “düşünülemez” alanlar İslam düşünce gelenekleri tarafından mı dayatılmış yoksa bizzat başlarında bulunan idarelerin ilan ettiği ideolojiler tarafından mı?

Bugün Kemalizmin “düşünülemez” ilan edilmiş alanlarını ölçmeye kalksak 780 bin kilometrekare alan kaplar. Son yazımızda bir dokunduk, kaç tane mayın patlaması sesi duyduk. Daha Osmanlı’nın Filistin cephesinden başlayan çöküşü ve ardından İngiliz işgali altındaki Türkiye’de Cumhuriyete geçişin gerçek şartnamelerini düşünemiyoruz. Tamamen halka rağmen onbinlerce insanının hayatına mal olacak şekilde gerçekleşmiş değişimlerin nasıl “halk için” olabildiğini de… Ne kadar başarılı ve kurucu da olsa birileriyle ihtilaflı, kavgalı, tartışmalı bir beşerin bütün yaptıklarının, sözlerinin nasıl tartışılmaz, mutlak ve referans haline gelebildiğini de…

Doğrusu 1. Dünya savaşı sonrası şartlarda her türlü siyasal temsilden, dolayısıyla eğitim kurumlarından, üniversitelerinden, medreselerinden, düşünce üretim kanallarından mahrum bırakılmış, toprakları işgal edilmiş, sömürgeleştirilmiş Müslümanlara veya İslam düşüncesine böyle bir eleştiri çok yersiz ve haksızdı. Üstelik Müslümanlar için düşünülmeyen alanlar konusu onun abarttığı gibi bir şey olmadı hiçbir zaman. O zamanın veya bugünün Müslümanları için düşünülmeyen alan neredeyse yok, hiç de olmadı.

Ama onun bu kavramsallaştırmasını alıp yaşadığımız ister küresel ister ulusal sisteme uygularsak resmimiz tam da bu “düşünülemez, düşünülmesi teklif dahi edilemez” alanlar tarafından kapatılmış durumda.

Mesela;

Anayasa’nın ilk 4 maddesi bütün içeriğiyle birlikte değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

1918’de Filistin cephesinin nasıl düştüğü ve o düşüşten sonra Osmanlı’nın nasıl hemen işgal edilmiş olduğu hiç düşünülmez, öğretilmez, öğretilmesi teklif dahi edilmez.

İngiliz işgali altındaki İstanbul, Samsun ve Ankara’dan geçilip işgalcilere karşı bir milli istiklal mücadelesi nasıl sürdürülebilmiş, nasıl kazanılabilmiş ve İngilizler ne alıp da bir kuruşuna bile hedef olmadan çekip gitmişler, bu düşünülemez, düşünülmesi teklif dahi edilemez.

Milli mücadele bir orduyla, bir milletle, bir silah arkadaşları grubuyla kazanılmışsa nasıl olur da bir tek kurtarıcıya bağlanabilmiş ve bütün anlatı bunun üzerinde kurulmuş, hatta diğer bütün önde gelen kahramanlar dışlanmış, mahkum edilmiş? Düşünülemez.

Bütün Müslümanları birleştiren ve Türkiye için büyük bir koz olan, bir güç, bir iktidar konusu olan Hilafet gibi bir müessesenin ilga edilmesi nasıl Türkiye için bir devrim, bir büyük kazanım olarak sunulmuştur? Düşünülemez.

İnkılap diye nitelenen bu değişimlerin hangisi bu millete sorularak yapılmıştır? Bu milletin bunlara rızası olmuş mudur? Sorulamaz, düşünülemez.

Düşünülemeyen alanlara dair daha nice sorular sorulabilir. Bu soruları bugün hiç aklına getirmeyen, getirmeyi dahi bir tabu alanına girmiş gibi ürkütücü veya korkutucu gören, Arkoun’un deyimiyle bir logosferimiz var.

Düşünülemeyen tonlarca alanı, sorusu olan bu logosferi hiç sorgulamadan hatta buna sığınarak oradan İslam düşüncesine, geleneğine sallayanlar yok mu? Onları da Allah ıslah etsin.

Sözü bitirirken Arkoun’a da haksızlık etmemek adına onun tam da İslam ülkelerinde sömürge sonrası şartlarda kurulmuş diktatörlüklerin düşünce alanında oluşturdukları sınırların çok daha kesif “düşünülemez” alanlar oluşturduklarını ve giderek bunun daha akut bir sorunumuz haline gelmiş olduğu tespitini de yapmış olduğunu kaydedelim:

 

  1. Müslüman ülkelerde, bu politika düşünülemez ve düşünülmeyenin alanını genişletmeye yardımcı oldu çünkü entelektüel ve kültürel faaliyetlere, devlet tarafından uygulanan yukarıdan sansür ve kamuoyu tarafından uygulanan aşağıdan sansür, özellikle dinle ilgili konulara ikili bir sansür uygulandı ve hala uygulanıyor. Birçok entelektüel, bu ikili kontrolü Ulus veya din adına içselleştirmeye geldi ve dışarıdan zaten dayatılana öz sansür ekledi.”

 

Diğer Yazıları

Yorum Yaz