İmparatorluk İstidadını Uyandıran Kelime Göçleri
İnsan zihni, bir yanıyla üniterlik tutuculuğuna eğilimli, bir yanıyla da imparatorluk istidadına sahip bir ülke gibidir. Zihnin doğuştan sahip olduğu bu özellikler, birbirlerinin karşıtı değil, tamamlayıcısıdır. Bu denge, büyürken kendin kalmayı sağlayan bir mekanizmadır. Bir bakıma üniterlik eğilimi, bir sermaye, imparatorluk istidadı ise bir hedef niteliğindedir. Üniterlik, imparatorluk istidadının rotasından çıkıp, etrafını yakıp yıkan bir azgınlığa dönüşmesine mani olan bir balans işlevini görsün, imparatorluk istidadı da tekil, tekçi üniterliğin zihni, akarı gideri olmayan bir su birikintisi gibi kokuşmuş bir bataklığa dönüştürmesin diye bahşedilmiştir. Bu dengenin bozulması, hem sosyolojik açıdan, hem de zihinsel açıdan yıkıcı etkilere yol açar çünkü. En hafifinden toplumu ve zihni taaffün etmiş bir bataklığa dönüştürür. Tekçi, tekil, üniter anlayışların egemen olduğu ülkelerin sistemlerinin nasıl kokuştuklarını hepimiz görüyoruz, yaşıyoruz. Siyaset çarşı pazarında burnunun direği kırılmadan yürüyebilene aşkolsun. Üniter zihinlere sahip aydınların, akademisyenlerin etrafa yaydıkları fikir ifrazatının kokusu ise mermer sütunları çatlatacak cinsten. Üniterlik ayarı bozulmuş, freni boşalmış imparatorluk azgınlığının da dünyayı kaç kere kan deryasına çevirdiğini söylemeye bile gerek yok. Velhasıl denge lazım. Hem ülkeler için, hem zihinler için. Ülkenin ve zihnin kendisi kalarak büyümesi bu dengeye bağlıdır.
İlkokula başlayıncaya kadar benim zihnim, kelimenin tam anlamıyla üniter bir yapıydı. Sınırlı sayıda Kürtçe kelimenin her türlü ihtiyacımı karşıladığı küçük ama mutlu bir ülke gibiydi. Kollarımı açsam ülkemin sınırlarını tutabilirdim. Zihnimin anlam dünyasını ise bir nefeste tüketebiliyordum. Önce irkildim, okula ilk adımı attığım zaman. Onlarca, yüzlerce, binlerce Türkçe kelime, zihin ülkeme girmek için sınırlara dayanmış. Hiçbirini tanımaz etmezdim. Ürperdim, ülkemin elden gitmesi telaşına kapılmış bir vatanperver gibi. İçeri almamak için, parmak uçlarıma yediğim cetvel darbelerine rağmen direndim. Hepsini mancınığa doldurup geldikleri yere atasım geliyordu. Sonra kokuşmaya yüz tutmuş zihin birikintimin etrafında utku turları atacaktım. Kelime katliamları yaptım bir ara, zihnime izinsiz girenleri görmezden geldim, ademe mahkum ettim sonra. Zehirli gaz bile kullandım mağaraya sığınmış istilacı kelimelere karşı. Ama kontrollü, kontrolsüz, düzenli düzensiz göçmenleri durduramadım. Göçmen kelimeler zihnimin çelik zırhlı duvarını kevgire çevirmişlerdi.
Beni, bu tekçi, kokuşmuş bataklıktan uyandıran ise, öğretmenimin elime tutuşturduğu bir masal kitabı oldu. Kitabı okudukça, zeminim, zihnim yerinde olduğu halde, ufkumun, gördüklerimden daha büyük olduğunu fark ettim. Masalın sayfaları arasında düşsel bir gezintiye çıktım. Yeni kelimeleri, eski bildiklerimle mukayese ediyor, anlamlarını tefekkür ediyor, bildiklerimden hareketle bilmediklerimi öğrenmeye, çözmeye, anlamaya çalışıyordum. Her bir kelimenin birer dünya olduğunu, kelimelerin bu dünyaları ayaklarımın altına serdiğini anladım. Kahramanca direnip karşı koymama rağmen, zihnimin cidarına tutunan bazı kelimelerin, bana, ellerimi uzatsam tutacağım kadar daracık olan üniter zihnime uçsuz bucaksız bir alemi muştuladıklarını da o zaman fark ettim. Zihinde üniter, tekçi, yabancı kelime karşıtlığı, zihni büzüştürüyormuş meğer. Büzüşük fikir kabızlarının neden bu kadar çok olduklarını da anlamaya başlamıştım. Kelime göçünün önünü açtım o andan itibaren. Dünyalar akmaya başladı zihnime.
O gün bugündür, bir kelime avcısıyım ben. Çevirmenlik de bir anlamda buna mecbur bıraktı. Elinden sözlük düşürmeyen birine dönmüştüm çünkü. Her yeni kelimenin, bir yeni alem olduğunu benden iyi kimse bilemez. Sözlüklerde kelime ararken, göz ucuyla, aynı kökten türemiş başka kelimelere bakmaktan alamıyorum kendimi. Bazen aradığım kelimeyi unutup rastgele karşılaştığım kelimenin büyüsüne kapılır, açtığı kapıdan yeni anlamlar okyanusuna açılırdım. Düşsel bir gezintidir, kelimeler dünyasında çıkılan yolculuk, ucu var bucağı yok. Yeni diller öğrendim. Her öğrendiğim dil ile birlikte yeni sözlükler biriktirdim. Arapça, Farsça kelimelerin göçünü ise ayaklarının altına kırmızı halılar sererek karşıladım. Bana imparatorluklar bahşediyorlardı çünkü. Öğretmenimin elime tutuşturduğu masal kitabındaki padişah kadar muzaffer oturmuştum tahtıma.
Prof. Dr. Ahmet Özel’in büyük emek vererek hazırladığı “Dini Terimler Sözlüğünü” incelerken bunları düşündüm. Sayfalarının arasında gezintiye çıktım, bir madde derken, bir başkasına baktım. Zihnim İslami disiplinler arasında kendinden geçmiş gibiydi. Kitabı, yüz yıllık üniter tekçiliğin zihinleri, sosyolojiyi kokuşturmak üzere iken, yaptığı çıkışlarla bir “imparatorluk istidadı” meltemini estiren Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) basmış. İstidadı geniş zihnine sağlık Ahmet hoca. Bin yaşa İSAM.