İmkansız Olmayan Devlet
İslam devleti, an be an yükselen veya an be an alçalan ve asgari seviyeye ulaşan, düşüşün sahibinin İslami tabiatını değiştirmediği ferdin inancına benzer. İmkânsızlık ya da imkân meselesine gelince, bu siyasi, kültürel ve fıkhî tarihte bir mevzu haline gelmemiş veya faydalı olmamıştır. Evet, İslam devletinin imkânsızlığı veya imkânı meselesi selef yazarlar tarafından gündeme getirilmemiştir. Belirli zamanlarda, bazı kavramlar gündeme getirdikleri sorunlarla kamuoyunda tartışılır. Fakat diğer zamanlarda sahneden kaybolurlar, tıpkı geçen yüzyıldan beri büyük bir ivme kazanan, sonra onu üreten temel teşviklerin azalmasıyla gerileyen “İslam devleti” kavramı gibi. Bazıları onunla yaşadı, bazıları onunla savaştı ve birçoğu onun uğruna öldü. Sonra bugün İslamcılar arasında kalanlar onu unuttu veya terk etti.
Siyasal İslam Hareketleri
Ancak İslam devletinin çağdaş zamanlarda imkânsızlığı hissiyatı sadece araştırma ve bilgi birikiminden kaynaklanmamakta, siyasal İslam hareketleri ve onların şiddet yanlısı idealizmleri tarafından desteklenen algı ve modern devlet modelinin üstünlüğü ile ilişkilendirilmesi de dâhil olmak üzere birçok nedenden kaynaklanmaktadır. Modern devlet modelinin üstünlüğü, İslam aklını İslami devlet ile özgürlükler, haklar ve modernitenin değerleri arasındaki çelişkiyi hissetmeye zorlamaktadır.
İslam Devleti kavramını yalnızca İslamcılarla ilişkilendirmek, geçen yüzyıldan bu yana yapılan en büyük hatalardan biriydi ve hâlâ öyle. Zira bu kavrama duyulan ilgi, ideolojik bir kullanımdan çok, şiddet içeren moderniteyle yüzleşmenin merkezinde yer almasıdır. Her türlü ideolojik çağrışımdan arındırıldığında bu kavramın önemi göz ardı edilemez. Tarihteki herhangi bir İslam devletinin çerçevesindeki dini, siyasi ve değer temelli içerikler zaman içinde değişir, bazen yoğun bazen de ince bir şekilde ortaya çıkar ve kaybolur. Bölgedeki pek çok kişi İslam Devleti ifadesini kullanmaktan imtina ediyor. Çünkü bu terim belirli örgütler ve ideolojilerle ilişkilendiriliyor. Ancak Faslılar, herhangi bir sorun yaşamadan daha yoğun ve kapsamlı bir şekilde Müminlerin Emirliği kavramını kullanmayı tercih ediyorlar.
Fas Müminler Emirliği, İslami geçmişteki diğer emirliklere benzememektedir. Ancak bu imkansız olan bir şey değil mümkün bir gerçektir. Müminlerin Emirliği kavramı Faslıların idrakine ne sunuyorsa, Faslı olmayan, bu alana ait olmayan kişilere de sunabilir. Bu kavramın, dini, siyasi, sosyal ve kültürel içeriğinin niteliğine bakılmaksızın, belirli bir siyasi bağlamda daimi dolaşımı, Arap ve İslam idrakine bir “imkan” unsuru sağlamaktadır
Kavramın Arap ve İslam dünyasında dolaşımda kalması ve diğer birçok kavram gibi yok olmaktan korunması, toplumsal farkındalık için çok önemlidir. Çerçeveler, istesek de istemesek de bizi içeriklerini doldurmayı düşünmeye zorlar ve bazı kavramların hayattaki kalıcılığı, mevcut ve pratik olmayan felsefelerden daha etkilidir. Osmanlı İmparatorluğu, hilafet çerçevesinin içeriğinin boşluğuna rağmen bir hilafet olarak nitelendi. Bununla birlikte bu hilafet çerçevesinin ortadan kalkması, ona eklenebilecek birçok içeriği dağıttı. Kuralları ve küllî olanı terk etmek, şubeleri-parçaları dağıtır ve onları bir kaos halinde bırakır.
İster modernist ister İslamcı olsun Faslılar, bu çerçeveyi derinlemesine anladıkları için, Müminlerin Emirliği kavramından vazgeçmeye en ufak bir istek duymadan onu araştırıyor, pekiştiriyor ve analiz ediyor. Dolayısıyla Fas Batı'ya en yakın ve en açık ülke olmakla birlikte, aynı zamanda İslami bilinçte kadim olan ve yoğun bir dini, siyasi ve tarihi bagajı olan Emirlik terimini en çok teşvik eden ve kullanan ülkedir. İmkansızlık ve imkan, devleti tanımlamak için doğru bilimsel araçlar değildir. Çünkü tarih pek çok anda irrasyonel kalıplara göre ilerler, en imkânsızı mümkün kılar ya da tam tersi olur. Post-modern dünya, Taliban devlet modelini hayal edemedi ve bunun gerçeğe dönüşmesini engellemekte aşırı zorluklarla karşılaştı.
Ancak asıl soru, adil bir hükümdarın var olup olamayacağı “imkânına” odaklanmıştır. Devleti, iktidardaki bireyin davranışları aracılığıyla anlamaya çalışan ya da iktidardaki bireyi devlet aracılığıyla anlamaya çalışan herkes, imkân ve imkânsızlık gibi yanıltıcı bir ikileme düşecektir.
İslam Devleti'nin mahiyetini anlamak için İslam tarih kitaplarından pek fazla yararlanamıyoruz. Bunun nedeni ise bu eserlerin iktidarın yapısından, aygıtından, kültüründen değil, çoğunlukla hükümdardan bahsetmesidir. Bu tarz tarih yazımı İslam Devleti kavramının son derece muğlak bir hale gelmesine neden olmuştur. Divanların, bakanlıkların ve sosyal yapıların kronolojisini çıkartmak için geliştirilen eserler ise hükümdarın hareketini toplumun hareketiyle ilişkilendirme faktöründen yoksundur.
Tarihçiye göre hükümdar ya adildir ya da adaletsizdir. Arap tarih yazımının metodolojisi, hükümdarın ahlaki yargılarına odaklanması nedeniyle bizi güç piramidinin siyasi düşüncesinin doğasını anlama avantajlarından mahrum bırakmıştır.
Bir Krallıkta Halife
Emevi devletinin iç siyasi, sosyal ve dini içeriği, Ömer ibn Abdülaziz dönemindeki dış güç piramidinin görüntüsünden farklıydı. Kavrayış sahibi Ömer’in kişiliği üzerinden bakarsak, Emevi devleti Ömer'in zamanında olgunluğuna erişmiş bir halifelik değildi. Onun bireysel performansının seviyesi, devleti ve devletin değerlere olan bağlılığının oldukça ötesindeydi. Bu bireysel performansın seviyesi idari, ekonomik ve askeri bileşenlerinin geri kalanının doğasından farklıydı. İktidardaki diğer gerçek aktörlerin yol ve yöntemleri göz önüne alındığında, İbn Haldun'un Ömer bin Abdülaziz döneminin kralın doğasının bir çıktısı olmadığına karar vermesinin nedeni budur.
Zeyd b. Muaviye'nin kişiliği üzerinden devletin İslamcılık derecesini yargılamak ya da bu kişiliğin doğasından geçerek devletin geri kalan içeriğini yargılamak kolay değildir. Çünkü İslamcılığın tabandaki seviyesi o zamanlar güç piramidinin tepesindeki derecesinden daha yüksekti. Esasında tarihsel kültürümüzde, hissiyatımızda ve idrakimizde devleti birey üzerinden ele alma konusunda büyük bir kafa karışıklığı vardır.
İslam devleti, iç ve dış çatışmalarında ve kamu işlerini yönetme tarzında tutarlı bir şekilde ahlaki değildi. Bununla birlikte ahlakın derecesi hakkındaki soru, çoğunlukla, fakihlerin sürekli olarak talep ettiği gibi, hükümdarın birey ve onun dini değerlere bağlılığının derecesi etrafında dönüyordu. Bu da bizi zorunlu olarak, tarihteki İslam devletinin İslam'ı tafsilatlı bir yaşam biçimi olarak değil, bir referans noktası (kaynak/otorite) olarak gördüğünü söylemeye sevk ediyor.
Referans Sorunu ve Alternatif Yanılsaması
Referans kavramı yeterince araştırılmamıştır. Bir kitap yazdığımızda, bazen en alta koyduğumuz bazı referanslara başvurmamız gerekir. Bizler fikirlerin ve yargıların yazarlarıyız, referanslar ise sınırlı ve istisnadır. Ancak asıl mesele, referanslar norm haline geldiğinde ve yargılarımız istisna haline geldiğinde ortaya çıkar.
Bu, İslamcıların ve modernistlerin devlet kavramını ve onun referansla ilişkisini tartışırken ve analiz ederken düştükleri sorunun aynısıdır. İslamcılar referansın hakimiyetine tamamen teslim oldular, modernistler ise bunu reddettiklerinde söyleyecek yeni bir şey bulamadılar. Referansın her küçük ve büyük meselede kaynaklara geri dönmek anlamına geldiğini düşünüyor ve böylece kendilerini en üst düzeyde yok sayıyorlar.
Referans kavramındaki yanılsama, bizi daha az sorunlu olmayan başka bir yanılsamaya, yani İslam devletinin “İslami alternatif” kavramına dahil edilmesine yönlendirir. Bunun nedeni alternatif fikrinin sürekli bir yıkım, yapıbozum ve inşa sürecini dayatması sebebiyledir. Bu, mevcut bir modeli sadece hayali olabilecek bir model lehine terk etmek ve kopuşlar anlamına gelen alternatif mantığıyla değil, birikim mantığıyla ilerleyen devletlerin gidişatına zarar verir.
Alternatif terimi bir asırdır Arap otoritelerini, toplumların ve elitlerin büyük bölümünü korkutmaktadır. Alternatif düşüncesi siyasi, ekonomik ve sosyal içerik açısından içi boş olduğundan bölgeye ve Arap-İslam bilincine zarar verdi.
Geçtiğimiz yüzyılda ortaya atılan İslami alternatif fikri, pratik bir programdan ziyade müjdeleyici niteliğindeki bir ideolojik aleme aittir. Ancak ıslahat ya da toplumlara çoklu seçenek sunmak ifadeleri alternatiften daha doğru bir anlam taşıyor gibi görünüyor.
Neden İmkansız Görünüyor?
Kendisine aynı anda üç farklı ve sorunlu açıdan bakarsanız, İslam Devleti post-modern gerçeklikte size imkânsız görünecektir:
Birincisi, fıkıh ilmi ve fakihler pek çok şart koşan fıkhî perspektifi bırakmadığı sürece. Öyle ki bu perspektif devleti ve devletin davranışını değil, hükümdarı ve onun davranışını teorileştirmeye çalışır.
İkincisi, her düzeydeki etik idealist perspektif.
Üçüncüsü ise hükümdarın kişiliğini devletin kişiliğiyle karıştıran ve hükümdarı değerlendirerek devleti yargılayan bireyci bakış açısıdır. Bu, Arap ve İslam siyasi kültür ve bilincinde en yaygın perspektiftir.
[1] Bu makalenin orijinali 14.08.2024 tarihinde alquds.co.uk’de “الدولة غير المستحيلة” başlığıyla yayımlanmıştır. Makale Mehmet İhsan ÖZDEMİR tarafından tercüme edilmiştir.