Irkçılık
Görünür Görünmez Irkçılıklar
Irkçılık konu edildiğinde bir şekilde Avrupamerkezci ya da Batımerkezci anlayışların bir eleştirisiyle başlamak gerekiyor. Doğrudan Avrupamerkezciliğin modern Batı düşüncesinin oluşumunda tuttuğu merkezi önem Leibniz, Hume, Kant, Locke, Hegel gibi filozoflarda izlenebileceği gibi Aydınlanma ve Romantik dönemlerde de etkin olmuş yaklaşımlarda görülebilir.
Hegel ve Afrikalılar
Sözgelimi Immanuel Kant’ın felsefi programının Alman İdealizmine dönüşümü sürecinin önemli bir durağı sayılagelen Hegel’in Afrikalıların özgürlük hissinden yoksun oldukları ve politik kurumlarının bulunmadığını göstererek onları dünya tarihinin kapsamı dışında tutmaya çalışmasını, dahası Afrikalıların yasaya ve ahlaki hayata karşı tavırlarının temel belirleyicisi olarak ölümü bütünüyle küçümsemelerini ve hayata karşı saygıdan yoksun olmalarını göstererek kendilerine ve başkalarına saygı duymadıkları konusundaki ısrarcı ithamını ve Afrika toplumunun dünya tarihi açısından adil olanla olmayan arasında bizatihi Hegel tarafından kurgulanan karşıtlığın dışına düştüğü iddiasını böylelikle kavrayabiliriz belki. “Özgürlük hissi” ile “politik kurumların yokluğu”nun aynı anda zikredilişi John Stuart Mill’in modern siyasal özgürlüğün devletlerle birlikte oluştuğu şeklindeki liberal gözlemini hatırlatır.
İşin en ilginç yanı, Hegel Avrupalıların Amerika’ya köle satma işine karışmış olduğu, yani köle ticareti yaptıkları gerçeğini örtbas edebilmek için pekâlâ köleliğin Afrika toplumunda sürekli var olduğunu da iddia eder. Ona göre “Siyahlar köleliği hiçbir şekilde yanlış bulmazlar; İngilizler köleliği ve köle ticaretini kaldırmak için ellerinden geleni yaptıkları halde, Siyahlar tarafından düşman muamelesi görürler.” Elbette Hegel’in bu iddiasının temelinde onun köleliği “tecrit edilmiş salt duyumsal bir varoluştan kurtulmaya doğru ilerlemenin bir anı, daha yüksek bir ahlaki hayata ve onunla birlikte gelen kültüre katılmaya başlamanın bir yolu” değerlendirmesi yer alır. Hegel’in kölelikle ilgili ileri sürdüğü tezlerin ve tespitlerin onu makul hale getirme, köle ticaretini meşrulaştırma girişimi olduğundan hiç kuşku duyulmaz bu noktada. Hegel’in çözümlemesinde Afrikalılar özgürlük fikrini ancak Avrupalılardan edinebilir, elbette köleleştirilerek! Elbette Hegel köleliğin akla aykırı ve son kertede hoş görülmemesi gereken bir şey olduğundan emindir ama Afrikalıların Avrupalılar tarafından köleleştirilmesine insanın ilerlemesi açısından bakıp olumlaması onu doğrudan Amerika’daki köle tacirlerinin müttefiki saymamızı gerektiriyor.
Hegel’in yoksul ve eğitimsizleri
Hegel özellikle Hukuk Felsefesi metninde “eğitimsiz” olarak niteledikleri arasına fakirleri, Arapları, vahşileri, çocukları, delileri de dahil etmiştir. Hegel’in Afrikalıları da benzeri şekilde değerlendirdiğine kuşku yoktur. Hegel’in “eğitimsiz” addettiklerini “pedagojik baskı”nın meşru hedefi gördüğünü belirtmeli. Pedagojik baskı uygar ve eğitimli olanın eğitimsize karşı, barbarlığı ve vahşiliği yenmek için verdiği savaşın önemli bir parçasıdır da. Bu anlamda gerekirse şiddet kullanımı da zorunlu olabilir. En nihayetinde Hegel için (sadece Hegel için değil elbette bu yargımız) sözümona “uygar” halkların uygarlığın daha önceki aşamalarında bulunan diğer halklara müdahalesi. Hegel, bu görüşünü kendi zamanında da geçerli bir hale dönüştürmüş ve Avrupa sömürgeciliğinin yayılmasının Avrupa’da yaşanan yoksulluk meselesinin çözümünde tutacağı yere de işaret etmiştir. İşin en dehşet yanı Hegel böylelikle Afrikalıları sömürgeciliğin uygarlaştırıcı misyonun hedefi haline getirmiştir.
Hukuk Felsefesi’nde “uygar milletlere, … kendilerinden daha az gelişmiş milletleri barbar olarak görme ve onlara kendileriyle eşit haklara sahip olmadıkları ve bağımsızlıklarının salt biçimsel olduğu bilinciyle davranma hakkı” tanıyan Hegel elbette kolay kolay mazur gösterilemez. Irak’a “demokrasi” götürmek için müdahale eden ABD’nin de savunulduğunu fark edersiniz çünkü bu görüşlerle, bugünlerde Türkiye’de giderek yaygınlaştırılmaya çalışılan ırkçılığın da!
Türkiye’deki görünüm
“Dağdaki çobanın oyuyla benim oyum bir mi?” diye soran sözümona “eğitimli” manken eskisi ya da profesörün de Hegel’in görüşlerinin dolayımında kaldığı vurgulanmalı en azından. Kendini eğitimli saydığı için eğitimsiz gördüğü toplumsal kesitlere yönelik olur olmaz ithamlar, isnatlar yöneltenlerin bu tavırlarında bir tür toplumunu sömürgeleştirme mantığı aramamız gerekiyor. Aynı zamanda bu mantığın beraberinde kendi akıldışını, yani ırkçılığı da taşıdığını… Şu daha yoksul, daha eğitimsizler; şu oylarıyla daha zengin, daha eğitimlilere galebe çalanlar yok mu; işte onları alt etmenin bir yoludur ırkçılık. Zekâ ırkçılığı, kavram ırkçılığı… Bu tür ırkçı yaklaşımların püskürtülmesi elbette kolaydır. Ama cehaletlerinin geçersizleştirilmesi mümkün değildir. Irkçılıkların toplumsal zemininin de bu tür eğitimli cahillerden oluştuğu vurgulanmalıdır.
,
Türkiye’de Suriyeli göçmenler elbette ABD’de bir zamanlar köle yaşamak zorunda kalmış Afro-Amerikalılar kadar bahtsız değil, ama şu an bile Amerika’da Anglo-Sakson beyazların siyahların insanlığını açıkça inkâr edemeseler bile çeşitli kurumsal ya da kişisel yollarla bunu izhar ettiklerini düşünürsek, onlar kadar zor durumda kaldıkları birçok durumun yaşandığı görülür. Benzeri bir ayrıştırmanın daha öncesinde Türkiye’de laikçi yaklaşımı savunanlar tarafından Müslümanlara yöneltildiği söylenebilir. Sonu ırkçılığa varan bu tutum ve tavırların Avrupamerkezci yaklaşımlardan beslenmeyle alakalı olduğu da söylenecek söze eklenmelidir. Ünlü Adolf Hitler’in Kant ve Hegel’i okumaktan çok büyük haz aldığı bilinir. Belirtmeli ki, Naziler, zaten ırkçı oldukları için Kant’ı, Hegel’i yutar gibi okumadılar; aksine belki, Kant ve Hegel’i yutar gibi okudukları için Nazi oldular!
Türkiye’de boy göstermeye çalışan ırkçı tavırların masterini bir zamanlar Almanya’da yapmış Führer’leri sayesinde geleceklerini umdukları noktanın da bundan çok farklı olmayacağı vurgulanmalı!