Gazze’nin Hatırlattığı Gerçekler

Gazze’nin Hatırlattığı Gerçekler

Aksa intifadası ve akabinde İsrail’in Gazze soykırımının açtığı, böylelikle bize hatırlattığı temel gerçeklik tavır ve davranışlarımızla ne kadar kabul etmemeye ne kadar reddetmeye çalışırsak çalışalım, özünde esasen her Müslüman’ın bildiği/bilmesinin gerektiği bir gerçeklik: Dünya hayatının geçiciliği. Sırf rasyonalite ile karşılayamayacağımız bir gerçeklik bu. En azından sadece “dünyevi”nin hesaplanışıyla anlaşılamayacak bir gerçeklik. Bu kertede siyaset ve diğer dünyevi araçların bu gerçekliğin bedelini ödemede ve onun istemlerini tatmin etmede yetersizleştiği bir gerçeklik. Sosyopolitik ve ekonomik gerekçelerle yan çizdiğimiz, edindiğimiz statüleri korumak umuduyla görmezden geldiğimiz, kariyerist çabalarla nihai kertede mevzilendiğimiz alanlara ilişkin çıkarlarımızı gözettiğimiz; buna rağmen istemesek de Aksa İntifadası gibi kritik olaylarla varlığını bize hep hatırlatan bir gerçeklik. Bütün yapıp etmelerimizin yerindeliğini ve doğruluğunu bambaşka bir mantık ve matematikle sorgulamamızı gerektiriyor haddi zatında bu gerçeklik. Bu sorgulamayı her birimiz kendimiz için tekrar ve tekrar yapmak zorunda olduğumuz için bu yazıda böyle bir sorgulama arayacak okuyucuların aradıklarını bulamayacaklarını vurgulamalıyız.

 

Bütün hayatımızın, bütün yapıp etmelerimizin temelini oluşturan bu “eskimez gerçeklik”ten kaynaklanan birçok boyut vardır. Söylenmesi gerekli ki dünyevi planda bu boyutlar arasında en önemlisinin hangisi olduğuna ancak kişisel tercihlerle karar verilebilir; fakat bu kişisel tercihlerin oluşumu ve dile getirilişinin bile sözünü ettiğimiz gerçeklik sayesinde mümkün olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. En temelde yatan gerçeklik bu olduğu için ve biz bu gerçekliğin gerektirdiklerini eylemek imanî zorunluluğunu taşıdığımız için siyaset ve diğer dünyevi araçlara dayalı bütün sorgulamalarımızın bu gerçeklikte bir kök bulması kaçınılmazdır. Bu hatırlatmayı yapmak gerekli çünkü bizim tercihimize mazhar olan perspektif ve açıklama modeli pekâlâ kolayca eleştirilebilir ve hatta ıskartaya çıkartılabilir. Aynı şey tercih edilebilecek diğer perspektif ve açıklama modellerinin başına da gelebilir, zira onlar da bize varlığını hatırlatan o gerçekliğe mahkûmdurlar- en azından buna imanımız tam.

 

“Batı” dediğimizde anlaşılması gereken siyasi ve entelektüel kurum ve figürlerin ikiyüzlülüğünün Gazze olaylarında tekrar tezahür etmesi beklenebilir bir şeydi. Modern siyasi hayatta onların ikiyüzlülükleri tabii ki sık sık konu edilmiştir. Üstelik bu ikiyüzlülük sadece 7 Ekim sonrası ortaya çıkmış değildir. Hemen bütün modern tarihsel olaylara teşmil edilebilir bir siyasi ve ahlaki ikiyüzlülüktür bugünlerde karşılaştığımız. Hatta bu ikiyüzlülüğü gidermek için Batılı olmayanların daha düşük bir insanlık kapasitesini haiz olduklarını iddia eden bazı sözümona düşünürler de vardır. Sıradan ama Batılı insanlar için geçerli olan bu durumda aslen Batılı-olmayanlar için geçerli sayılmaz. Deyim yerindeyse, Batı’nın kendi içindeki bazı toplumsal sıkıntılara bir çözüm arayışı sonucu ortaya çıkmış değerlerdi bunlar. En azından Avrupa Birliği anayasasının hazırlayanlarından biri olan Jurgen Habermas, bu değerleri Batı’nın kendi içinde yaşadığı bazı problemleri çözmek, çatışmaları ve zıtlaşmaları uzlaştırmak için icat ettiğini yazmıştı epey bir süre önce. İddiamız o ki Batı çözmekte zorlandığı kendi içindeki bazı problemleri bu değerler yoluyla çözerken bazılarını da bir şekilde kendisinden uzaklaştırarak, yani Batılı addedilemeyecek toplumlara göndererek çözme iradesini göstermişti. (İsrail terör devletinin oluşum sürecini Avrupa’da orta çağlardan modern zamanlara kadar yaygın antisemitizmlerden bağımsız düşünmenin imkânsız olduğunu biliyoruz. Hatta bugün Batı’da ortaya çıkan İslamofobianın dünkü antisemitizmin bir devamı olduğunu söyleyenler de vardır.) Diğer yandan evrensel insan hakları, demokrasi, ifade özgürlüğü gibi bazı modern anlatıların da bu olaylar vesilesiyle göz alıcı niteliklerini yitirdiğini, arka planlarında saklanan hemen hepsi gayrı meşru birtakım arzuların artık birçoğunun tamamen ifşa edildiğini vurgulamak lazım. 

 

Kimi ırkçı Batılı politikacıların bazen bu durumu bütün çıplaklığıyla dile getirdiklerini söylemek gerekir: Batı, değerlerinin ve kültürünün üstünlüğü ile değil silahlarının ateş gücüyle dünyayı ele geçirmiş ve ürettiği kültür ve değerler bu durumun konsolidasyonuna hasredilmiştir. Neticede bu unsurların, yani ateş gücü ile kültür ve değerlerin hangisinin hangisine sebebiyet verdiği şeklinde özetlenebilecek bir öncelik-sonralık meselesi olarak ele alınmasının anlamsız olduğu belirgindir. (Çağdaş Türk düşüncesinin büyük bir kısmının bu meseleye yaslandığı aşikârdır.) Aksa İntifadası ve akabindeki soykırımın önümüze serdiği gerçeklik, bununla birlikte, meşruiyeti çok umursanmayan ama üstün bir ateş gücüne sahip olmanın herhangi bir başarı kazanmaya yetmeyeceğini bize göstermiştir. 7 Ekim ve devamında yaşanan soykırım açıkça gayrı meşru addedilmesi gerekli üstün ateş gücünün ahlaki ve tarihsel meşruiyet karşısındaki yenilgisini belgelemiştir. İşin açığı o ki üstün ateş gücünün elde ettiği dünya hakimiyetini konsolide etmeye yarayan değer ve kültürler aynı ateş gücünün oluşturduğu katliamları meşrulaştırmakta şu an yetersizleşmiştir. İsrail’in soykırım girişimini meşrulaştırmak isteyen ABD Başkanı, senatörleri, cümle Avrupalı üst düzey siyasetçilerin bunu başaramadıkları görülmektedir.

 

Bedeli çok ağır olmasına karşın, Aksa İntifadası sayesinde varlığı kendinden menkul sayılan bir devletin varlık sebebi sadece İslam dünyasında değil, diğer kültürlerde ve coğrafyalarda da açık bir şekilde tartışmalı bir hale dönüşmüştür. Elbette önceden sadece Müslümanların gündeminde kalan bu konunun daha da belirgin ve baskın bir halde dile getirilmesi gerekiyor. Meşruiyeti bulunmayan, antisemitizm suçlamasıyla ve birtakım iletişim araçlarıyla meşruiyet kazandırılmaya çalışılan soykırımın (Uluslararası medya istediği kadar 7 Ekim Aksa İntifadası hakkında HAMAS’ı suçlayıcı ve hatta zan altında bırakan bir takım çarpıtmalar eşliğinde haber yapsın, çocukları katletmeyi meşru göstermenin iler tutar bir yanı olmasa gerek) aynı zamanda terör devletinin, yani İsrail’in raison d’etre’sini de tartışmalı bir hale dönüştürdüğünü işaretlemek ve ısrarla gündemde tutmak gerekiyor. Bu görev geride kalanlara, yani bizlere düşüyor. 

 

Diğer Yazıları

Irkçılık

Irkçılık

  • 01.09.2024 / 00:27

Yorum Yaz