Filistin, Hased Coğrafyası ve Çapsız Yamyamlar

Filistin, Hased Coğrafyası ve Çapsız Yamyamlar

Müslüman İngiliz yazar Muhammed Marmaduke Pickthall (1875-1936), Kur’an-ı Kerim’i İngilizce’ye çeviren önemli bir isimdir. "İslam Medeniyetinin Dinamikleri" adlı kitabında, İslam dünyasını gezdikten sonra bu coğrafyanın tüm sorunlarının ana kaynağının "hased" olduğunu vurgular. Aliminden siyasetçisine, aydınından tacirine, üniversite hocasından sanatçısına, sıradan insanından memuruna kadar herkesin bu hastalığa duçar olduğunu belirtir. Pickthall, El Ezher Üniversitesi'nde ziyaret ettiği bir hocayla sohbet ettikten sonra, üniversitenin diğer bir bölümündeki hocayı ziyaret edeceğini söylediğinde, ziyaret ettiği hocanın bu ziyareti yapmaması gerektiğini ve bazı iftiralarda bulunduğunu aktarır. Ancak Pickthall, bu tavsiyeye rağmen o hocayla tanışır ve dost olur, iftiraların hakikat olmadığını ve sadece hasetten kaynaklandığını ifade eder.

Pickthall, Müslüman alimlerin kendilerini dinin sahibi ve cennet ile cehennemin bekçileri olarak gördüğünü hayretle izler ve Müslüman olmasına vesile olan şeyin, İslam'ın ruhbanlığı ve kendini dinin sahibi olarak görmeyi reddetmesi olduğunu, çünkü hidayetin Yüce Allah’ın elinde olduğunu belirtir. Ancak İslam dünyasında gördüklerinin bunun tam tersi olduğunu ifade eder ve şaşkınlığını gizlemez.

Pickthall, bireyselliğin tavan yaptığı bu çağda İslam aleminin halini görseydi ne derdi acaba? Kur’an-ı Kerim, hadisler ve Müslüman alimlerin haset karşıtı ifadelerine rağmen, hasedin bu coğrafyanın hücrelerini köstebek gibi kemirerek delik deşik ettiğini göremiyoruz. Bugün İslam aleminde Filistin’le ilgili büyük tepkilerin olmaması, STK’lar, cemaatler, tarikatlar, siyasiler arasındaki haset, kıskançlık ve çekememezlikten kaynaklanmıyor mu? Bu coğrafyada, bu yüzyılda, aşağıdan yukarıya kadar hırs küpüne dönen insanlar, hayatlarını başkasını ezmek üzerine inşa etmiş durumda.

Biliyoruz ki, hasedin kökeninde bireylerin ve STK’ların kendi yetersizlikleri ve eksiklikleri yatar. Başkasının başarısını hazmedemeyen insanlar, kendi yetersizliklerini örtmek için başkalarını aşağıya çekmeye çalışırlar. Bu durum, toplumda güven ve işbirliği duygusunu zedeler, bireylerin birlikte çalışma ve ortak hedeflere ulaşma kapasitesini düşürür.

Bugün, hasedin toplumdaki etkilerini minimize etmek için eğitim ve farkındalık çalışmalarına önem verilmelidir. Toplumlar, bireylerin kendi potansiyellerini keşfetmelerine ve geliştirmelerine imkan tanıyan bir ortam yaratmalıdır. Bu şekilde bireyler, kendilerini başkalarıyla kıyaslamak yerine, kendi başarılarına, çalışmalarına ve emeklerine odaklanabilirler.

Bu coğrafyada birinin yıldızı parlamaya görsün, küçük ama birlik olabilmiş yamyamlar grubu hemen devreye girer, hatta kurumlardaki adamlarını da kullanarak başarıya adım atan kişilere karşı kampanya başlatırlar. Bireyselliğin egemen olduğu çağda ne STK’lar, ne topluluklar, ne de kurumlar artık haset mağduru insanları müdafaa edemez ve haklarını savunamaz hale gelmiştir. Çünkü bu virüs herkesin genlerine sirayet etmiş durumda. İnsanlar, bir makamda bir tanıdığı üzerinden haset ettiği kişiyi acımasızca kötüleyebiliyor ve maalesef bunu engelleyecek bir ruh da kalmadı.

Bu yüzden, bu coğrafyadan büyük münevverler ve alimler çok çıkmaz, çıkanlar da büyük yaralar ve bereler sonrası ancak yükseklere varır. Birbirinin yüzüne adam gibi eleştiri ve müzakere yapmayan toplumlarda bu hastalık çok fazla olur. Allah’a imanın (güvenin) ve kişinin kendisine olan güvenin eksikliğinden bu virüsün yaygınlaştığını belirten Pickthall’in, hasedi bu coğrafyanın en büyük sorunu olarak görmesi işte bundandır.

İslam dahil bütün dinlerin ve bütün filozofların insani bulmadığı haset, geçmişte olduğu gibi bugün de bütün Şark toplumlarını kemiriyor. Hased, insanların birbirine duyduğu kıskançlık ve çekememezlik hissi olarak tanımlanabilir. Bu duygu, bireylerin başarılarını gölgeleyerek toplum içinde ciddi bir kutuplaşmaya ve düşmanlığa yol açar.

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini (hasedini) yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Öyle ise Allah’tan korkunuz. Allah tevbeyi kabul eder, rahîmdir.” (Hucurât Suresi / 12)

Yüce Allah’ın bu ebedi uyarısına rağmen, Müslüman dünyanın hal-i pür melali apaçık ortada. Müslüman alimlerin, devletlerin, STK’ların, cemaatlerin ve tarikatların bir araya gelememesinin sebebinin haset, kıskançlık ve çekememezlik olduğu çok bariz değil mi? Hayatın her alanında bir fecaat yaşıyor Müslüman topluluklar; maalesef uyarıcıları da kalmadı. İslam dinini de ehli kitap gibi bölük pörçük ettiler. Yazık, çok yazık...

Hele ki Türkiye’de haset neredeyse tabiî bir hâl almış gibidir. “Cehennemdeki Türkler” fıkrası hasedin bizde nasıl bir kültüre dönüştüğünü çok iyi özetliyor:

Fıkra bu ya; cehennemde yeni bir zebani işe başlamış. İlk gün kıdemli zebani tarafından gezdiriliyormuş. Her yerde dev, yüksek kaynar kazanlar içinde yanan insanlar ve her bir kazanın başında zebaniler varmış. Bizimki bakmış, derin bir kazanın başında 5 zebani bekliyor.

– Bu ne? demiş.

– Bu Almanların kazanı, sürekli birlik olup yardımlaşıp üst üste çıkarak yukarıya tırmanıyorlar ve oradaki zebaniler de tırmananı tekrar aşağıya atıyor…

Biraz daha ilerlemişler, dev bir kazan daha. Başında 3 zebani bekliyormuş. Bizimki yine dayanamamış;

– Peki burada niye 3 zebani bekliyor?

– Bu da Amerikalıların kazanı, bunlar da arada yardımlaşıp çıkmaya çalışıyorlar ve görevli 3 zebani yukarıya çıkanı tekrar aşağıya atıyor.

Bizimki bakmış, bir sürü dev kazan ve her kazanın başında çeşitli sayıda görevli zebani varken ileride bir kazan var ki başında hiç zebani yok. Hemen atılmış;

– Yahu bu kazanda niye görevli zebani yok, boş mu?

Kıdemli artık bıkkın bir şekilde cevaplamış;

– O Türklerin kazanı. Görevli zebaniye gerek duymuyoruz. Zaten içlerinden birisi çıkmak için çaba sarf ettiğinde diğerleri birlik olarak hemen onu aşağıya çekiyor.

 

Durumumuz fıkralara konu olacak kadar yaygın ve alışılmış yani.

Sonuç olarak, haset bireyler ve toplumlar için yıkıcı bir duygudur. Yüce Allah’a ve peygambere imanın (güvenin) ve kişinin veya STK’ların kendine olan güven eksikliğinden ortaya çıkar. Bu duygunun etkilerini azaltmak ve daha sağlıklı, işbirlikçi bir toplum oluşturmak için bireylerin ve cemaatlerin kendi değerlerini ve potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olacak adımlar atılmalıdır. Hasedin yerine, müsamaha, uhuvvet, anlayış ve işbirliği duyguları yeşertilmeli, bireyler arasındaki ilişkiler güçlendirilmelidir. Bu şekilde toplumlar daha uyumlu ve başarılı olabilirler.

Diğer Yazıları

Yorum Yaz