“Epistemik Cemaat”in Meselesi Neydi?

“Epistemik Cemaat”in Meselesi Neydi?



“Modern bilim anlatısı”nın güç kaybı

Modernleşme dönemi Türk düşünce hayatında baskın bilim ve bilgi anlayışı sayılabilecek pozitivizmin 1980’li yıllardan itibaren sarsılıp parçalandığını, pozitivizmden farklı ya da ona zıt bilim ve bilgi anlayışlarının gündeme gelme frekansının sıklaştığını söyleyebiliriz. Bu durumu en iyi bilim tarihi, felsefesi ve sosyolojisiyle ilgili ülkede yayınlanan kitapların baskı tarihinden ve içeriklerinden takip etmek mümkündür.
Dünyada ilk bilim tarihi doktorasını bir Türk’ün, Aydın Sayılı’nın yapmasına karşın ülkede bilim tarihi ve felsefesi ile ilgili eserlerin son derece kısıtlı kaldığını belirtmek gerekir. Sayılı’nın ABD’de yaptığı doktora tezi 1945 tarihlidir ve o zamandan 1990’lara kadar Türkçe’de bilim tarihi ile ilgili kayda değer başka bir eser görünmemektedir. 2000’lerden itibaren gündeme gelmeye başlayan Fuat Sezgin’in çalışmaları, Sezgin’in 1960 darbesinin akabinde üniversiteden uzaklaştırılması örneğinde görüleceği üzere ülkedeki fikri ortamda bilim ve bilginin durumuna dair bize bir fikir verebilir.
Henri Poincare gibi ünlü bir Fransız matematikçi ve teorik fizikçinin modern matematik ve bilimsel bilgi üzerine görüşlerini içeren kitapları, mantıksal pozitivizmin Berlin kolunun lideri sayılan ve ayrıca Türkiye’deki 1934 Üniversite Reformu sonrası İstanbul Üniversitesi’nde felsefe bölümünü yeniden yapılandıran (bu yapılandırmayla pozitivist anlayış Türkiye’deki felsefe yaklaşımlarının handiyse tamamını biçimlendirmiştir) Hans Reichenbach’ın Bilim Felsefesi adlı kitabı 1980’lere kadar bilim ve dahası “modern bilim” denince ilk başvurulan kitaplar arasındaydı. C. P. Snow’un İki Kültür adıyla Türkçe’ye çevrilen ve onun 1959’da verdiği Rede Konferansı’na dayanan kitabı Türkiye’de ilk kez 1970’lerde yayınlanmasına karşın fazla bir ilgi görmemişti. Kitabında Snow “doğa bilimleri ile insan bilimleri alanında çalışanların birbirlerini anlamalarına engel olan iletişim kopukluğu”nu tartışıyordu. Konferansın ardından İngiltere’de aralarında ünlü roman yazarı ve botanikçi John Fowles’un da bulunduğu isimlerce birbirinden epey farklı alan ve konular çerçevesinde tartışılan kitabın Türkçe’de 1970’lerde herhangi bir yankı uyandırmaması ilginç değildi elbette. Türkiye’de o dönemlerde, yani sağ-sol kavgasının diğer her şeyin önüne geçtiği ağır şartlarda ve entelektüel mahfillerde pozitivizmin ve pozitivist bakışların baskın olduğu bir kültürel ortamda “bilimsellik” bile kimi siyasal ideolojilerin önüne rahatça meşrulaştırıcı ve övgüye değer bir sıfat olarak iliştirilebiliyordu.
1980’li yıllarda Nobel Fizik Ödülü’nü 1979’da İslam dünyasından ilk kazanan isim olan Pakistanlı teorik fizikçi Muhammed Abdüsselam’ın İslam ile modern bilimi uzlaştırmanın yolunu arayan (bana kalırsa bilim adamlarından gelen bu türden uzlaştırma metinlerinin hemen hepsinde yoğun bir pozitivist yönelim bulunabilir) İslam ve Bilim kitabı, İlhan Kutluer’in Bilimsellik Üzerine risalesi ve Modern Bilimin Arkaplanı kitabı, Şakir Kocabaş’ın İfadelerin Gramatik Ayrımı adlı eseri, Thomas S. Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabı, eleştirel rasyonalist K. R. Popper’in Tarihselciliğin Sefaleti kitabı, merhum İsmail Raci el-Faruki’nin Bilginin İslamileştirilmesi başlıklı kitabı ve projesi (bu proje çerçevesinde uluslararası ilişkilerden sosyolojiye, psikolojiden eğitime birçok alanda başlıklarında “İslami” sıfatını taşıyan kitap yayınlanmıştır) Türkiye’deki pozitivist bilim ve bilgi anlayışının parçalanmaya başladığını göstermektedir. Aynı dönemde başını Ziyaüddin Serdar, Osman Bakar, Nakip el-Attas gibi isimlerin çektiği İslam ve bilim ilişkisine dair tartışmaları içeren makale ve kitaplar da çevrilmiştir. Çevrilen makaleler daha sonra Mustafa Armağan tarafından eleştirel bir ön yazıyla İslam Bilimi Tartışmaları’nda derlenmiştir. Seyyid Hüseyin Nasr’ın İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, Üç Müslüman Bilge, İslam ve İlim kitaplarının da aynı dönemlerde Türkçeleştiğini söylemek gerekir. Nabi Avcı’nın Enformatik Cehalet’inden İsmet Özel’in Bilimin Dünyasından Bilginin Dünyasına başlıklı sunumuna dek birçok metin bu bağlamda okunabilir. Ayrıca İlim ve Sanat dergisinin 1986’da yayımlanan 3. sayısının dosya konusunun “Bilgi, Bilim ve İslam” olduğunu, dergide P. K. Feyerabend’den hareketle Ahmet Çiğdem’in de bilime karşı toplum konusunu irdelediğini hatırlamak bir hakşinaslık olacaktır. İlim ve Sanat’ın adı geçen sayısındaki önemli makalelerden birini de Hüsamettin Arslan’ın yazdığını hatırlatmak gerekir: Modern Türk Düşüncesinde Epistemolojik Bunalım.
1980 ila 1989 yıllarına ilişkin yaptığımız bu kısa dökümden de anlaşılabileceği üzere ülkede bilim ile ilgili tartışmalarda önemli bir değişim yaşanıyordu, bu değişimin Türkiye ve dünyadaki toplumsal-siyasal değişim ile de bağlantılı olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Modern bilim ve bilgi üzerine yayınların 12 Eylül darbesinin ve 24 Ocak kararlarının hemen akabinde çok partili hayata geçişle birlikte yoğunluk kazanması bu bağlantıya ilişkin bir işarettir. 1986’da Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’in önayak olduğu “evrim” tartışması (bu tartışmalar dolayısıyla Türk düşünce hayatında “hâlâ” hâkim anlayışın pozitivizm olduğu teyit edilebilir) ya da o dönem siyasal tartışmalarda yavaş yavaş kullanılmaya başlanan “bilgi toplumu” deyişi de aynı değişimi gösteren emarelerdendir. Dünyada Sovyetler Birliği’nin öncülük ettiği Doğu Bloku ile ABD’nin öncülük ettiği Batı Bloku arasındaki Soğuk Savaş’ın sona ermesine ilişkin işaretler ve ipuçları çoğalmış, Soğuk Savaş’ın öngördüğü katı kurallı siyasal-ideolojik pozisyonlar zayıflamış, hatta “ideolojilerin sonu”na gelindiği iddia edilmiş, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının akabinde Francis Fukuyama’nın “Tarihin sonu” teziyle birlikte yoğun bir liberalizm propagandası da alıp başını yürümüştü.
Türkiye’de pozitivizme rakip bilim anlayışlarının, sözgelimi eleştirel rasyonalizmin (Popper) ve konvansiyonalizmin (Kuhn) ifade bulmasına elverişli şartlar oluşturan bu süreci ünlü Rus bilim tarihçisi Koyre’nin Yeniçağ Biliminin Doğuşu, teorik fizikçi Fritjof Capra’nın Batı Biliminin Dönüm Noktası, Alparslan Açıkgenç’in Bilgi Felsefesi, anarşist-rölativist bilim felsefecisi Feyerabend’in Yönteme Hayır’ının yayınlanmasının takip etmesi kaçınılmazdı bir yerde. Bu kitaplara Hüsamettin Arslan merhumun çevirdiği Alain Chalmers’ın Bilim Dedikleri ve Barry Barnes’ın Bilimsel Bilginin Sosyolojisi (Barnes’ın kitabı büyük ölçüde Thomas S. Kuhn’un “bilimsel bilgi” yorumunu belirginleştirir) kitaplarını da eklemek gerekir.
Öte yandan, bütün bu yayınların ve entelektüel perspektif değişiminin İngilizcede ilk kez 1979’da yayınlanan J. F. Lyotard’ın Postmodern Durum kitabıyla, bu kitapta çözümlenen konularla ilintili olduğunu belirtebiliriz. Her ne kadar Lyotard’ın kitabı Türkçede İngilizcesinden tam on yıl sonra, yani 1989’da Ahmet Çiğdem’in çevirisi ile görünse de siyasal-toplumsal değişim sürecinin bilgiye bakışla bağlarını rahatça ortaya serebileceğimiz bir metin olarak ortaya çıkmaktadır. Kitabında Lyotard “meta-anlatılar”ın inanırlıklarının azaldığına değinir ve malumatın alınıp satılan bir meta haline dönüşmesinin muhtemel sonuçlarını tartışan boyutuyla da postmodern, yani “modern-sonrası durum” adını verdiği bir tarihsel fazda bulunulduğunu belirterek dünya çapında yaşanan toplumsal-entelektüel dönüşümün işaretlerini duyurur. Kısaca söylemek gerekirse postmodern durumla birlikte diğer bütün meta-anlatılar gibi bilim ve bilgiye dair meta-anlatılar da inanırlıklarını, dolayısıyla modern zamanlara damgasını vuran geçerliliklerini ve meşrulaştırımlarını yavaş yavaş kaybetmeye başlamışlardır.
Batılılaşma adıyla bilinen ve 19. yüzyıldan itibaren etkili olmaya başlamış değişimin başlangıcından beri Türk düşüncesinin epistemolojik bunalım içinde olduğunu öne süren Hüsamettin Arslan, Türkiye’de bilim sosyolojisi alanında yapılmış ilk doktora tezi unvanına sahip Epistemik Cemaat adlı kitabında “epistemik cemaat”i bu bunalımı bir olgu olarak inşa edip analiz etmek için “teorik bir cihaz” olarak konumlar. Arslan’ın görüşlerinin temel meselesi bu epistemolojik bunalımdır bir yerde. Arslan’ın eserinde geliştirdiği “epistemik cemaat” deyişinin yukarıda özetlediğimiz, biçimlenişine Arslan’ın da katkı yaptığı tarihsel-entelektüel bağlamda okunması handiyse bir gerekliliktir. Bu okumayı inşallah bir sonraki yazıda yapalım.

Diğer Yazıları

Irkçılık

Irkçılık

  • 01.09.2024 / 00:27

Yorum Yaz