Eğitim Sistemimiz Neden Adam Yetiştiremiyor?

Eğitim Sistemimiz Neden Adam Yetiştiremiyor?

Maarif sistemimiz, kurulduğu günden beri yanlış temeller üzerine inşa edildiği için ne sağcılar ne de solcular, ne laikler ne de dindarlar bu yapıya bir türlü çeki düzen verememektedir. Yapılan her girişim, bir filin yalnızca bir ucundan tutup tanım yapanların eksik yaklaşımı gibi yüzeysel kalmıştır. Zira maarifimiz, modernleşme tartışmalarının ve birbirinden farklı fikri akımların doğduğu bir dönemde şekillenmiştir. Ortak bir maarif oluşturmak yerine, her kesim kendi dünya görüşünü dayatma çabasına girmiştir. Sonuç olarak her eğitim yılında “Devenin boynu neden eğridir?” sorusunu sormaya devam ediyoruz.

Tarih sayfalarını araladığımızda, ilk hataların nerede yapıldığına dair karşımıza şu gerçek çıkar: Maarifi Umumiye Nezareti, 17 Mart 1857’de kurulmuş, 2 Mayıs 1920’de Maarif Vekaleti adını almış, 1922’de ise kapatılmıştır. 1926’da Milli Eğitim Bakanlığı kurulmuştur. O dönemin maarif sistemi, Fransa’nın eğitim modelinden etkilenmiştir; okullarımızda Fransızca dersler verilmiş, öğrenciler Fransa’ya gönderilmiş, ünlü Fransız yazarların eserleri Osmanlıcaya çevrilmiş, pozitivist ve materyalist felsefe kitapları derslerde okutulmuştur. 1867’de Sultan Abdülaziz döneminde, Fransa Eğitim Bakanı Victor Duruy’e Osmanlı eğitim kurumlarını modernleştirmesi için bir proje hazırlatılmış ve bu çerçevede Selanik, Edirne, İstanbul, İzmir, Tarsus, Kayseri, Şam, Beyrut, Kudüs ve Kahire gibi şehirlerde Fransız kültürünün egemen olduğu misyoner okulları açılmıştır. 1869 yılında ise Duruy’nin önerileri doğrultusunda Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkarılmıştır.

Tanzimat’la başlayan modernleşme, asıl sonuçlarını Sultan II. Abdülhamid döneminde vermeye başlamıştır. 1876 Anayasası ile ilkokul eğitimi zorunlu hale getirilmiş, her cami yapılan köye bir ilkokul inşası kararlaştırılmıştır. Sultan Abdülhamid, Fransız eğitim sisteminden memnuniyetsizlik duyarak İngiliz ve Alman uzmanlardan rapor istemiştir. İlginç olan, Abdülhamid’i tahttan indirenlerin onun açtığı okullarda yetişen gençler olmasıdır. 1908’de Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki hükümeti de maarif konusunda Almanlarla işbirliği yapmıştır. Bu dönemde kurulan modern üniversitelere, aralarında tanınmış isimlerin de bulunduğu 19 Batılı profesör atanmış, Alman üniversitelerinde yetişmiş Türk asistanlar görev almıştır.

Cumhuriyet döneminde ise pragmatist eğitim felsefesinin öncülerinden John Dewey, maarif reformuna destek vermiştir. Dewey, Cumhuriyet’in ilk yıllarında (19 Temmuz-10 Eylül 1924) dönemin Eğitim Bakanı Vasıf Çınar’ın daveti üzerine Türkiye’ye gelmiş, İstanbul, Ankara ve Bursa’da gözlem ve incelemelerde bulunarak eğitim sistemimiz hakkında bir rapor hazırlamıştır. Bugüne kadar eğitim sistemimiz bu çizgide devam etmiştir.

Eğitimde ilk millileşme hamlesi, 2. Meşrutiyet dönemi ünlü eğitimcisi, Suriyeli düşünür ve siyasetçi Mustafa Satı el-Husri’nin çalışmalarıyla başlamıştır. Satı Bey, 1908’de Darulmuallimin-i Aliye müdürlüğüne atanmış, okulun öğretim programını yenilemiş, eğitim üzerine dergiler çıkarmış ve konferanslar vermiştir. 1910’da Batı eğitim sistemlerini incelemek üzere Avrupa’ya seyahat etmiş, 1915’te Yeni Mekteb’i kurmuş ve bu dönemde Osmanlı eğitim sistemine önemli katkılarda bulunmuştur. Modern Suriye ve Irak devletlerinin Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapan Satı Bey, 1968’de Bağdat’ta vefat etmiş, hem Türkiye’de hem de Arap dünyasında birçok önemli ismin yetişmesine vesile olmuştur.

1839’da Gülhane Hattı, 1876 ve 1908’de Kanun-i Esasi ve 1923’te Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile tarihte yaşanan bu dört önemli devrin eğitim sistemimiz üzerinde büyük tesirleri olmuştur. Kültür tarihçisi Osman Nuri Ergin’in kaleme aldığı “Türk Maarif Tarihi” eseri, Selçuklulardan bugüne maarif sistemimizin katettiği yolu kapsamlı bir şekilde özetlemektedir.

Sonuç olarak, atalarımızın “Ağaç yaşken eğilir” sözüne karşın, ünlü şair Ataol Behramoğlu, “Kızıma Mektuplar” adlı kitabında “Kızım, sana ağaç yaşken eğilir derler, ama sen ağaç değilsin, senin görevin dik durmaktır” diyerek, eğilen bir neslin kişiliğini kaybedeceğini vurgular. Nietzsche de “Putların Alacakaranlığı” adlı eserinde, “Bu ülkede asıl eğitimcilerin eğitilmeye ihtiyaçları var” diyerek eğitimdeki esas sorunu ortaya koyar. Bugün bizim coğrafyamızda, laik, solcu ya da dindar fark etmeksizin tüm eğitimcilerin bu eleştiriyi dikkate almaları gerekmez mi?

Diğer Yazıları

Yorum Yaz