Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor
Malum olduğu üzere İslam öncesi döneme cahiliye deniyor. Yanlış anlaşılmasın, Türkçedeki anlamıyla bir cahillikten bahsedilmiyor. Yani kast edilen, okuryazar olmamak değil. Okuryazar olmamanın, Arapçadaki karşılığı “Ümmi”dir. Mesela genel kabule göre Peygamberimiz (s.a.v) ümmiydi. Ama mesela okuryazar olan ve o dönemin çağdaş bilimine ve çağdaş yaşam biçimine aşina olduğu ve de o günün muasır medeniyetini yakalayıp hayatında tatbik ettiği ve alabildiğine aydın ve ilerici olduğu için cahiliye Mekke’sinde “Ebu’l Hakem” (hikmetin atası) adı verilen Amr b. Hişam ise cahildir. Bu yüzden ilk Müslümanlar, ona cehaletin atası anlamında “Ebu Cehil” adını vermişlerdi. Nitekim ilk cahiliye toplumunda sanat, edebiyat da alabildiğine yaygındı. Her tarafı heykellerle donatmışlardı, köşe başında bir panayır ve bu panayırlarda yüksek edebiyat örnekleri sergileniyordu. Arap şiiri bugünkü klasiklerle yarışacak kadar zirvelerde dolaşıyordu. O günkü toplumda İmru’lkays, bugünün Tolstoy’u veya Dostoyevski’si muamelesi görüyordu. Bu günün ifadesiyle söyleyecek olursak, muasır medeniyet seviyesini yakalamış ileri, çağcıl bir toplumdu.
İş bu Cahiliye, İslam öncesinde yaşanmış, bitmiş, bir daha tekrarlanmayacak bir dönem değildir. Okuma yazma bilmeyen, cahiller topluluğu ise hiç değildir. Tam tersine bir inanç sistemi, bir hayat tarzı olarak, İslam’ın zayıfladığı ya da çeşitli yöntemlerle baskı altında tutulduğu her zaman, tekrar olanca aydınlanmışlığıyla baş gösterebilir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de kadınların açılıp saçılmaması istenirken “ilk cahiliyedeki gibi…” (Ahzab, 33) ifadesi kullanılıyor ki bu ifade, cahiliyenin tekrarlanabilme özelliğine sahip olduğunu gösterir. Bir hadisinde peygamberimiz (s.a.v) de cahiliyenin tekrarlanabilme özelliğine sahip olduğunu vurgulamak için “benden sonra cahiliyede olduğu gibi birbirinizin boynunu vurmayın” buyurmaktadır.
Nitekim İslam’ın zayıfladığı, çeşitli yaftalarla baskı altına alındığı günümüzde İslam aleminin sosyal ve ahlaki durumuna baktığımız zaman, cahiliyenin büyük ölçüde yeniden etkin olmaya başladığını, kendini yeniden ürettiğini görebiliriz. Mesela hadiste işaret edildiği gibi, günümüzde Müslümanların birbirlerinin boyunlarını vurmadıkları bir toprak parçası kalmamış gibi. Bütün İslam alemi, makro ve mikro ırkçılık ve milliyetçiliklerin sebep olduğu kanlı iç savaşlarla çalkalanıyor. Herkes her yerde birbirleriyle bir kavgaya tutuşmuş ve bu kavgalar gün geçtikçe de derinleşiyor. İnsanların birbirlerinin kanını dökmesi bağlamında cahiliye yeniden egemen olmuş.
Ahlaki açıdan da cahiliye bütün etkinliğiyle tam bir egemenlik kurmuş. Hz. Aişe’den, İslam öncesi ilk cahiliye döneminde yaygın olan kadın erkek ilişkilerinin çeşitlerine dair bir hadis rivayet edilir. Uzun rivayetin kapsamında ilk cahiliyede yaygın olan şu ilişki türüne işaret edilir: “On kadar erkek bir araya gelerek bir kadına gidip onunla ilişkiye girerlerdi. Kadın hamile kalıp çocuğunu doğrunca da onları çağırır ve içlerinden beğendiği birine “bu çocuk senindir” derdi ve o adam da bu çocuğu reddetme hakkına sahip olmazdı. Yine bir grup erkek aynı şekilde bir kadınla ilişkiye girerlerdi. Kadın hamile kalıp çocuğu doğurunca, “Qaif” (iz sürücü) adı verilen bir uzman çağırılır ve bu uzman çocuğun babasının kim olduğunu söylerdi.” Yalnız ilk cahiliyenin “Qaif”inin yerini, günümüz cahiliyesinde “DNA” testi almış. Neticede cahiliyeden cahiliyeye teknoloji farkı diye de bir şey var.
Son birkaç haftadır magazin basınında, DNA’lı, testli, sağlıklı cinsel yaşamlı, çağdaş analı, muasır babalı olarak dönen muhabbeti izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız.
Tabi, cahiliyenin günümüzde, iç savaşlar ve ahlaki çürümeler şeklinde kendini yeniden üretmesi, putçuluk esasına dayanan inanç sisteminin etkin olmasıyla başladı. İşin başı şirktir. Şirk uç verince, gerisi hemen sökün ediyor. Daha doğrusu putperestlik şeklindeki cahiliye zihinleri iğfal etmedikçe, pratik hayattaki bu ahlaki çöküntü şeklindeki tezahürleri ortaya çıkmaz.