DON'T LOOK GAZA!

DON'T LOOK GAZA!

Ürdün Kralı II. Abdullah'ın eşi Kraliçe Rania'nın Amerikan CBS kanalına verdiği röportajda, Gazze’de taş üstüne taş kalmamışken İsrail’deki Siyonist esir aileleriyle kurduğu ''empati'' hayretle karşılandı. Kraliçe Hanım bununla da yetinmeyip İsrail’in 7 Ekim’de Hamas tarafından kışkırtıldığını iddia ederek Hamas’ın Filistin halkını temsil etmediğini vurguladı.  Ona göre, 7 Ekim olayları bir barış dini olan Yahudi müntesipleri için oldukça travmatikti. Üstelik 7 Ekim ile ilgili açıklamaları bugünden yani 40 bini aşkın çocuk cesedi ortadayken yaptı. Hastane, okul, ibadethane, çarşı pazar, demeden ve en son sığınılan Refah Kapısı’ndaki katliama bakmayın diyerek yaptı. Özetle, 'Kraliçe Gazze'ye bakmayın' diyenlerdendi.

İnsanlık, onur, ahlak, vicdan ve haysiyet gibi kavramları bir kenara bırakalım; yöneticisi olduğu halkın Müslüman olmalarını, Arap olmalarını, inançlarını, değerlerini de bir kenara koyalım. Ülkesindeki nüfusun yaklaşık %30'unu oluşturan bir etnik grup göz önünde bulundurulacak olursa, hiç değilse devletler için o her türden ahlaksızlığı meşrulaştırma aracı olan "reel politik" açıdan bile yapılmaması gereken bir açıklamaydı. Tüm bunlara rağmen böyle bir açıklama yapılıyorsa, başka sebepleri olmalı… Bunun tek mantıklı açıklaması (bir arkadaşın tespitiyle) şu olmalı: "Orta Doğu'da devlet diye bir şey yok; atanmış sömürge valileri vardır." Sömürge valileri merkezin iradesine tabidir. Onlar sömürge topraklarında merkezin çıkarlarını korumakla mükelleftir. Orta Doğu'daki yerel seçkinler, kral, prens, prenses veya devlet lideri gibi unvanları ne olursa olsun, yönettikleri ülkelerde Batılı efendiler tarafından miras bırakılan çöp ideolojilerin denetim memurları olarak hareket ederler.

Dolayısıyla, Orta Doğu'daki siyasi ve ekonomik yapı içinde asıl karar vericilerin kimler olduğu, seçkinlerin bu yapı içindeki rolünü merkezi otoritenin gücü ve politikalarını dikkate almak suretiyle değerlendirmek önemlidir. Kimlerle uğraşıldığının bilinmesi gerekir. Bu sebeple ne Ürdün valisinin karısının açıklamaları ne de Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki bir başka valinin Güney Afrika'nın İsrail’e karşı 'soykırım' suçlamasıyla Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davayı geri çekmesi için yaptığı rüşvet teklifi iddialarını garipsememek lazım. Sahipleri zaten rüşvete bile gerek duymaksızın tehditle yapıyorlar yapacaklarını. Bunlar başkasının tehdit edilmesinden bile kendilerine korkudan bir pay çıkaranlarıdır.

Taşrada vaziyet böyle iken merkezdekilerin de kimler olduğu, yapının nasıl işlediğinin bilinmesi gerekir. Bilinmeli ki, bu insanlardan merhamet, vicdan, ahlak adına hareket etmeleri beklentisinin ne derece boş bir beklenti olduğu da anlaşılsın.

Merkezdeki Vaziyet!

 “Sayın Başkan, dışarıda biraz konuşabilir miyiz lütfen?” Oval ofisteki koltuğunda oturan Başkan (Penny), o esnada sevinç çığlıklarının atıldığı gürültülü ortamda bu nazik ses tonuyla yapılan ricayı duymamıştır. Ancak aynı ses, kapı eşiğinden bu kez oldukça sinirli bir şekilde başkana ön adıyla, “Penny, hemen!” diye seslenir. Aniden irkilen Başkan, kulaklığını telaşla çıkarır ve paniklemiş bir sesle, “Çok üzgünüm, çok üzgünüm! Peter, bekletmek istemezdim,” der.

Amerika’nın kadın Başkanı ile ülkenin en zengin adamı arasında geçen bu diyalog, yönetmenliğini Mickey'nin yaptığı ve 2021 tarihinde gösterime giren kara mizah türü bir bilimkurgu olan "Don’t Look Up" (Yukarı Bakma) filminden bir sahnedir. Film, yapımcı ve senarist McKay'nin önceki iki başarılı yapımı olan "The Big Short" (Büyük Açık) ve bu filmin tematik devamı niteliğindeki "Vice" ile birlikte düşünülmelidir. Yönetmen "The Big Short" ile 2007-2010 yıllarında yaşanan Amerika’daki finansal kriz, "Vice" de ise eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin biyografisini komedi tarzında ele almaktadır. Bu filmler, "Don’t Look Up" ile birlikte "Akıl Tutulması" üçlemesini oluşturmaktadır.

"Akıl Tutulması", aynı zamanda Frankfurt Okulu’nun önemli temsilcilerinden Max Horkheimer'in temel eserlerinden birinin adıdır. Eser, Hitler Almayasından kaçan Horkheimer’in “Avrupa felsefe geleneğine yabancı Amerikalı okurların düzeyi göz önünde” tutulmak suretiyle Amerikan kültürünün egemen “felsefesi olan pragmatizmi ve onun temelinde yatan pozitivizmi” eleştirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Ancak hiç değinilmemekle birlikte filmin hatırlattığı bir diğer düşünür, bu yazı bağlamında üzerinde asıl durulacak isim olan Amerikalı Sosyolog C. Wright Mills'tir. Yönetmenin Horkheimer'e vurgusu açıktır. Ancak her ne kadar yönetmenin Mills'i ne derecede dikkate aldığı bilinmiyor olsa da senaryo, Amerikan toplumsal yapısını ele aldığı biçimiyle, adeta bu düşünürün teorilerinin şerhi niteliğindedir.

Mills, “İktidar Seçkinleri” adlı eserinde, mavi yakalılıları ve orta sınıfları inceledikten sonra Amerikan toplumunda toplumsal hiyerarşilerin üst kısmında yer alan seçkinler üzerinde yoğunlaşır. Amerikan toplumunun güç, iktidar ilişkileri üzerine yoğunlaşan Mills'e göre, “Amerika, halk tarafından değil, kendi çıkarından başka bir şeyi düşünmeyen ekonomik, siyasi ve askeri (Wall Street, Beyaz Saray, Pentagon) bir seçkinler grubu tarafından yönetilmektedir.” Ona göre, bu farklı seçkin gruplar birbirlerine rakip güçler değil, aksine yeniden düzenlenmiş, birbirleriyle iç içe geçmiş bir müdüriyet (directorate) oluşturmaktadırlar. Bu yönüyle Mills’e göre, aslında Amerikan demokrasisi seçkin grupların muktedir olabildiği bir illüzyondan ibarettir.

Mills, kuramının tarihin her dönemi için geçerli olamayacağını söylemiş olmakla birlikte; büyük ölçüde 20. yüzyıla uygun olduğu düşüncesiyle bazı özellikler belirlemektedir: Hiçbir elit tek başına güç olamaz. Yoksulluk, durgunluk, ekonomik bunalım ve savaş kararları bu iktidar elitleri tarafından verilir. Gizlilik içinde çalışma, bu elitlerin en temel prensipleri arasındadır. Bu gruplar, teknoloji gibi istediklerinin uygulanmasını sağlayacak araçlara sahiptirler ve en önemlisi çıkarları için her şeyi yapmaya hazırdırlar.

Mills, Amerikan seçkinlerinin bu oluşumlarıyla yeni bir seçkin türü olduğunu ifade eder. Onlar, şu yönleriyle geleneksel seçkinlerden farklıdırlar: Geleneksel seçkinlerin yerel bir nüfuzları vardır. Ancak merkezi otorite güçlendikçe, merkezileşmiş siyasi, askeri ve ekonomik yapılar ortaya çıktıkça bu yapıları yönlendiren muktedirlerin de gücüne yansımakta, böylelikle seçkin grubunun da etkisi aynı oranda artmakta ve etkileri ülke sınırlarının da ötesine uzanmaktadır.

"Don't Look Up" filmi, Amerikan toplumsal yapısının dış tehditlere karşı tepkisini ve seçkinlerin bu durumda nasıl davrandığını yansıtarak, C. Wright Mills'in teorileriyle Amerikan toplumsal dokusu arasındaki ilişkiyi aydınlatıyor. Filmin derinlemesine incelenmesi, dış tehditlerle karşılaşıldığında ya da kriz anlarında ülkenin yönetici elitlerinin ve toplumunun nasıl tepki verdiğini, hangi motivasyonlarla hareket ettiğini ortaya koyarak Amerikan toplumunun güç yapılarını ve işleyişini açığa çıkarıyor.

Film, rotasından çıkmış bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpmasını konu alıyor. Bir üniversitede profesör olan Dr. Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ve doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence), kuyruklu yıldızın dünyaya çarpma olasılığının belirmesi üzerine, ABD Başkanı Orlean’ı (Meryl Streep) yani Penny’i bilgilendirmek için alelacele Beyaz Saray’a çağrılırlar. Ancak Başkan'ın yaklaşan seçimler sebebiyle daha önemli işleri vardır. Başkan'ın kuyruklu yıldızın yol açacağı yıkım ve felaketlere karşı duyarsızlığı, filmdeki ilk sahnelerden itibaren, bu tür felaket filmleri klişelerinden farklı bir anlatım tarzına sahip olduğuna işaret ediyor. Başkandan umutlarını kesen Profesör ve arkadaşları, yaklaşmakta olan felaketten dünyayı kurtarmak ve medyanın yardımıyla halkı bilgilendirmek için çabalamaya başlar.

Medyaya yansıdığı anda büyük bir kaosun ve buna eşlik eden bir panik havasının yaşanılacağı düşünülür ama bu beklenti de boşa gider. Bilim adamlarının anlattıkları felaket senaryosu, iki internet fenomenin aşkına duyulan ilginin dahi gölgesinde kalır. Bu açıdan film, çevre sorunları, siyaset, medya, ekonomi bağlamında Amerikan toplumsal yapısı, elitlerin gücü, demokrasi illüzyonu, bilim-siyaset ilişkisi, medya manipülasyonu ve insanın duyarsızlığı, inkâr mekanizmaları gibi birçok karmaşık konunun yanı sıra tam da bu internet fenomenlerinin aşkı noktasında çağımızın bir başka gerçekliği olan sosyal medya etkisiyle Post-truth (hakikat sonrası) siyaset üzerine yoğunlaşmaktadır. Olayın medyaya taşınmasıyla birlikte, kuyruklu yıldızın dünyaya çarpması meselesi tüm bu sebeplerden dolayı kısa süre zarfında çılgın bir reality show'a dönüşür.

Kuyruklu yıldızın dünyaya çarpması artık çıplak gözle görülür bir hale geldiğinde bile, bazı insanlar kıyameti umursamaz bir haldedir. Bu süreçte dünya adeta "yukarıya bakanlar" ve "bakmayanlar" şeklinde iki büyük kutba bölünür. Bir kesim, dünya yok olma tehdidi altında olmasına rağmen, medya ve siyasetin manipülasyonu, kendi kazançları veya politik hırslarının kurbanı olmuştur. Bunlar gözleri önündeki gerçeği inkâr ederler. Çözüm önerileri de kafalarını kuma gömmek, yukarı bakmamak şeklindedir. Diğer yarısı da yukarı bakanlardır. Küresel bir boyut kazanan eylemler, protestolar, sokak gösterileri yukarı bakan ve bakmayanlar şeklinde dünyayı ikiye ayırır. 

Sonuç olarak, yaklaşmakta olan gök taşı, başkanın danışmanları tarafından düşen oylarını kazanma ve kurtarıcı misyonuyla yeniden seçilme fırsatı olarak görülür. Bu şekilde ikna edilen başkan, cismin dünyaya çarpmasını önlemek için nükleer silahlarla parçalanması önerisini kabul eder. Bu amaçla uluslararası iş birliğiyle uzaya nükleer silahlarla donatılmış araçlar gönderilir. Başarılı bir fırlatmanın ardından sevinçle herkes birbirini tebrik ederken Peter operasyonu sabote eder. Onun kuyruklu yıldızla ilgili başka planları vardır. Kuyruklu yıldızda trilyonlarca dolar değerinde değerli madenler vardır. Parçalanıp uzayın boşluğunda kaybolacağına, kontrollü bir şekilde parçalanarak dünyaya düşürülmesi amaçlanır.  Tabii ki, nereye düşeceği ve bu süreçte kaç milyon insanın hayatını kaybedeceği, Amerikan pragmatizmi ve onun temsilcisi olan kapitalist girişimciler açısından hiç de önemli değildir.

Herkesin haberdar olduğu ve şeffaf bir şekilde yapılan bir plan vardır ama arka tarafta gizli kapaklı bir şekilde yürütülen ve teknolojik araçlara sahip seçkin bir grubun, kendi çıkarları için hiç tereddüt etmeden dünyayı ateşe verebileceği bir B planı, bu da başarılı olmadığı takdirde dünyayı terk edebilecekleri bir C planı vardır. Peter'ın tamamen kontrolünde olan, ona itiraz etmeye cüret dahi edemeyen Başkan Penny ve bunların hizmetindeki ordu, bu önerileri tereddütsüz kabul eder. Filmin sonunda kuyruklu yıldız dünyaya çarpar ve C planı ile başka bir gezegene gidebilen Peter benzeri bir grup seçkin dışındakilerin hepsi helak olur.

Bazı eleştirmenler de Mckay’in Amerikan pragmatizmini abarttığını, daha doğrusu politik iktidarla birlikte sermaye sahiplerinin göktaşının dünyaya çarpmasına izin vererek aldıkları riskle hiç de pragmatist davranmadıkları görüşündedir. Kara mizah türünün temel özelliğinin abartının sinematografik anlatımı olduğu gerçeği bir yana, son dönem Gazze’deki soykırım ile birlikte düşünüldüğünde dünyanın bu günkü hali aslında Amerikan pragmatizminin eksiği var fazlası yok tam da böyle bir lanet olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Şu anda bile böyle bir dünyada yaşıyoruz. Gazze’ye bakanlar ve oraya hiç bakmayın diyenler arasında ikiye bölünmüş bir dünya…Baksanız da bakmasanız da Gazze yaklaşmakta olanı haber veriyor. Bu mazlumların ahıyla birlikte yangın her yeri kasıp kavurduğunda ve de o hesap gününde bakalım kaçıp kurtulabilecekleri bir yer gerçekten var mıdır?

 

Diğer Yazıları

Yorum Yaz