Dilimizi değiştirmenin zamanı gelmedi mi?
İnsanlar ve Milletler gibi medeniyetlerin ve onların ruh ve şekil verdiği devletlerin uyguladıkları sistemlerinin de kendilerine özgü dilleri var. Bu dil, medeniyetlerin maddi ve manevi değerlerinde, özellikle devletlerin sistemlerinin oluşturdukları siyasette kendini gösterir. Günlük konuşma dilinden söz etmiyorum, yaşatılan kültürün, oluşturulan haritaların, benimsenen sistemlerin dilinden bahsediyorum. Günlük konuşma dilinin kelimeleri özgün olsa da, bu konuşulmayan ama son derece etkili olan dilin ruhunu yansıtırlar kaçınılmaz olarak. O yüzden bizi birinci cihan harbinde yenen Batı medeniyetinin bizimle hangi dili konuştuğunu, daha doğrusu bize hangi dili dayattığını bilmemiz gerekir. O zaman bizim de muhataplarımızla hangi dili konuştuğumuzu anlarız. Çünkü bir medeniyetin, etki alanına giren muhataplarına sözünü ettiğimiz bu dili dayattığını biliyoruz. Neticede konuşma dili olsun, haritaların ve sistemlerin dili olsun, her dil, bir anlaşma aracıdır. Herkes muhatabının kendisinin anladığı dilden konuşmasını ister.
Batı medeniyetinin cihan harbinden sonra bize dayattığı dil, birkaç katmandan oluşuyor. Bu katmanların en yukarısında haritaların dili var. Bugünkü Avrupa medeniyeti etkili olmadan önce Avrupa’da imparatorluklar egemendi. Dünyadaki muhatapları da imparatorluklardan oluşuyordu. Çok dilli bir dünya vardı dolayısıyla. Ancak Avrupa medeniyeti, bütün kıtayı ilmek ilmek söktü ve ulus devlet olgusunu etkin kıldı. Avrupa haritasını gözünüzün önüne getirin, uluslara, mezheplere, dillere, kabilelere, bölgelere göre nasıl bir parçalı haritanın oluştuğunu görürsünüz. Tabi, batı medeniyeti, kendi içinde gerçekleştirdiği bu parçalanmışlıktan bir üst kimlik oluşturmayı başardı ve Avrupalılık kavramıyla kendi bütünlüğünü sağlayarak dünyanın geri kalanına yöneldi. Yani, iç sistemleri itibariyle çok dilli Avrupa, medeniyet itibariyle bütün dünyaya tek dilliliği dayattı. Batı medeniyeti.
İlk adım olarak, mesela İslam aleminde kendisinde denediği parçalı haritanın oluşmasını sağladı. Genel olarak İslam alemine baktığımız zaman parçalı haritanın batı imzasını taşıdığını görürüz. Burada da uluslara, mezheplere, kabilelere, nehir ve dağlara özgü, farklı dillere sahip devletler oluşturulmuş. Ama referans kaynağı itibariyle tek dilli bir dünya oluşmuş. Batı medeniyeti bizimle anlaşmak için kendi harita dilini dayatmış.
İkinci katman ise sistemdir. Ortadoğu’nun parçalı haritası batı medeniyetinin değerler dilini yansıtıyor. Ama bu parçalı haritada oluşturulan sistemler, Avrupa’nın iç sistemlerinin imzasını taşıyor. O yüzden Sykes Picot haritası, batı medeniyetinin imzasını taşıyorsa, bu genel çerçevenin içinde oluşturulan sistemler de, farklı Avrupa sistemlerinin imzasını taşıyor.
Bunu görmek için de Sykes Picot haritasına projektörlerimizi yöneltmemiz gerekiyor. Bildiğiniz gibi İngiliz ve Fransız elçilerinin oluşturdukları bu harita, öncelikle çatı olarak batı medeniyetini, iç dizayn olarak da İngiliz ve Fransız sistemlerini yansıtıyor.
İngiliz sistemi krallıktır bildiğiniz gibi. Bu yüzden Sykes Picot haritası kapsamında İngiltere’nin payına düşen ülkelerin çoğunun sistemi krallıktır. Bunun yanında bir cumhuriyet olan Fransa’nın payına düşen devletlerin çoğunun sistemi de cumhuriyettir.
Avrupa haritasında kavşak noktası ya da birkaç ulusun, mezhebin, hatta kabilenin buluşma noktası konumunda ülkeler olduğu gibi, Sykes Picot haritasında da bu iki belirleyici batılı sistem sahiplerinin ortaklığını yansıtan sistemlere sahip ülkeler de var. Söz konusu ülkelerde zaman zaman yaşanan sistem sorunları, belirleyici batılı sistem sahiplerinden birinin diğerine ağır basmasından kaynaklanmaktadır. Bu dili bilmeyenler de özgün yapıların kendi özgün dinamikleriyle harekete geçtiklerini sanırlar. Oysa Sykes Picot haritası ve İngiliz-Fransız sistemleri dokunulmazdır. Bölgedeki herhangi bir başkaldırının bu kırmızıçizgiyi aştığı görülmüş değildir bugüne kadar. Darbeler bile referans medeniyete ve sisteme selam çakmadan başarılı olamazlar. Şöyle de diyebiliriz: Bölgemizdeki krallıklar günlük hayatlarında Arapça, Türkçe, Kürtçe, Berberice… de konuşsalar, sistemlerinin dili İngilizcedir. Aynı şekilde bölgedeki cumhuriyetlerin günlük konuşma dilleri ne olursa olsun, onların sistemlerinin dili de Fransızcadır. Genel parçalı harita itibariyle de geçerli olan dil Avrupacadır.
O yüzden, harita ve sistem olarak çağdaş batı medeniyetini gönüllü olarak benimseyen Türkiye, bu tercihinin neden olduğu sorunları, haritanın ve sistemin diliyle çözmeye kalktığı için, istenen başarıyı elde edemiyor. Yoksa harita ve sistem olarak özgün Türkçe konuşsaydı, bin yıllık kardeşi, komşusu, dindaşı, kader arkadaşı Kürtçeyi bilinmeyen dil olarak tanımlar mıydı?! Bunun nedeni, harita ve sistem olarak batı medeniyetinin Kürtçeyi tanımaması ve Türkiye’nin harita ve sistem olarak Türkçe konuşmuyor olmasıdır. Kürtlerin yaşadığı mağduriyeti Türklerden ve Türkçeden bilenler bu hakikati kavrayamazlar.
Bunu Türkiye’nin dış politikasında da gözlemleyebiliriz. Türkiye, genellikle dışarıda sosyolojik muhatap olarak bölgenin şu veya bu bölgesinde kalmış Türkçe konuşan kümeleri muhatap almayı yeğliyor. Çünkü sistemi gereği diğer kümelerin dillerini bilmiyor. Duyduğu zaman bilinmeyen dil diye tanımlaması bu yüzdendir.
Objektif koşullar ve dünyanın mevcut durumu açısından pek umudum olmasa da Türkiye’de anayasa çalışmalarının bu cendereden kurtulmak için bir fırsat olduğunu düşünürüm. Beni bu düşünceye sevk eden bir diğer husus da son yıllarda Türkiye’nin bu kalıbı kırmaya dönük çabalarıdır. Çoğu zaman sonuçsuz kalsa da. Yukarıda medeniyet ve sistem bakımından katmanlı bir batı dilinden söz ettiysem de bunu etkisiz kılmak o kadar da zor değildir aslında. Referans medeniyetin İslam, sistemin de Türkçe olması yeterlidir. Bu medeniyet ve sistem çerçevesinde özgün Türkçenin mesela Kürtçeyi tanımaması zaten mümkün değildir.
Şu halde ilk iş olarak dilimizi değiştirmemiz bir zorunluluktur.