Devletin Kürt Politikaları
Hemşerim Dr. Adnan İnanç ile İstanbul’da buluşup sohbet etme fırsatını bulduk geçenlerde. “Devletin Kürt Politikalarında üç dönem: CHP-Özal-Erdoğan” başlığıyla Beyan yayınları arasında çıkan doktora tezini takdim etme nezaketinde bulundu. Doğal olarak söz döndü dolaştı, tek parti CHP’sinin iktidar günlerinde, devletin Kürtlere karşı uyguladığı katliamcı (Zilan, Dersim vs) baskıcı, yasaklayıcı, asimilasyoncu politikalarına geldi. “Tek parti CHP’sinin politikalarının esasını oluşturan Kemalizm, kevni şeriata (varlık yasalarına) ve münzel şeriata (Kur’an ve sünnette ifadesini bulan İslam yasalarına) bir başkaldırıdır” şeklinde bir cümle sarf ettim. Bunun üzerine Adnan İnanç, Kemalizmin münzel şeriata (İslam sistemine) yönelik düşmanlığına bir örnek olarak 2011 seçimlerinde Van-Muradiye’de ziyaret ettiği yaşlı bir Seydanın tek parti dönemine dair anlattığı bir olayı aktardı. Çocuktum, demiş şeyda. “Öküzleri kağnıya koşmuş Muradiye’den Erciş’e buğday satın almaya gidiyorduk babamla. Satın aldığımız buğday çuvallarını arabaya yüklerken babam, bir dükkandan gizlice satın aldığı bir Kur’an-ı Kerim mushafını çuvallardan birinin içinde saklamıştı. Erciş’ten yola çıktık. Şehrin çıkışında bir grup jandarma önümüzü kesti. Çuvalları kasaturayla delip içinde buğdaydan başka bir şey olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Derken mushafı gördüler. Babam, nasıl yalvarıyordu, Kur’anımı verin, diye. Neredeyse jandarmanın ayağına kapanacaktı. Sonunda jandarma insafa geldi ve “ileride bir grup jandarma daha bekliyor. Onlara bizim, Kur’an’ı gördüğümüzü söylemeyin” diyerek mushafi iade etti. Babam, yemin billah ederek söylemeyeceğim, dedi ve yola çıktık. Biraz sonra babam, Erciş-Muradiye yolundan saparak öküzlerin yönünü dağ yoluna çevirdi. Kur’an’ını kaptırmamak için bir iki saatlik Erciş-Muradiye yolu yerine, bir gece sürecek dağ yolunu tercih etmişti.”
Adnan İnanç, tek parti rejiminin münzel şeriata yönelik düşmanlığına dair bu hikayeyi anlatınca, aklıma çocukluk günlerime dair, tek parti CHP’sinin kevni şeriatın bir ayeti olan Kürtçeye yönelik düşmanlığına dair bir gözlemim geldi. Heyderan aşireti, Patnos’tan Erciş’e, Muradiye’den İran’a geniş bir coğrafyaya dağılmış. O zamanlar Muradiye’ye bağlı bir nahiye olan Çaldıran’dan akrabalarımız zaman zaman Erciş’teki köyümüze misafir olarak gelirlerdi. Fakat daha kısa olmasına rağmen Erciş yolunu kullanmazlardı. Çaldıran’dan bizim köye kadar taşlı, bayırlı, dereli, uçurumlu dağ yolunu kullanırlardı ve at sırtında diyelim ki beş saatte kat edecekleri yolu belki de bir günün tamamında kat ediyorlardı ve bin bir zahmetle, ağır meşakkatlerle.
Bir keresinde büyüklere, bizim akrabalar neden daha kısa olan Erciş yolundan gelmiyorlar da daha uzun olan dağ yolunu tercih ediyorlar? diye sormuştum. Çünkü Türkçe bilmiyorlar, demişlerdi. Erciş’e girince jandarmalar kılık kıyafetlerinden köylü olduklarını anlıyorlar ve sorgusuz sualsiz saatlerce nezarete çekip dövüyorlar. Onlar da dayak yememek için o yolu kullanmıyorlar. Sadece jandarmalar da değil, Erciş’in çocuklarını da birileri köylü Kürtlere karşı kışkırtır, şehirden çıkana kadar onlarla alay ederlerdi. Babam da, başından geçen buna benzer bir olayı anlattı:
“Gonî (Geven) adı verilen dikenli bir bitki yetişir bizim dağlarda. Kuruduğu zaman çabuk tutuşur, çıra gibi yanar. İnsanlar sobaları, tandırları tutuşturmak için onu tercih ederler. Ben de bir gün Erciş’e bir kağnı arabası dolusu gonî götürdüm. Şehre girdiğim andan gonîleri satıp çıktığım ana kadar bir grup çocuk peşimden ayılmadılar. Kılık kıyafetimle, Kürtlüğümle alay edip durdular. Kovalıyordum, yine geliyorlardı. Birileri de bir yerlerde saklanmış onları teşvik ediyordu. Bir yerde oturup bir yudum su içmeme fırsat vermediler. O yüzden, bir zamanlar Erciş’e gitmek durumunda kaldığımız zaman boynumuza ip geçirilmiş gibi nefessiz kalırdık.”
Adnan İnanç’ın kitabından ve benim kişisel gözlemlerimden anlaşılacağı gibi, devletin “sık-gevşet” şeklinde özetlenebilecek Kürt politikasının “sıkıcı” dönemleri, babamın deyimiyle nefessiz bırakıyormuş Kürtleri.