Cahiliye Sistemi (Kapitalizm) Ve Arasına Mesafe Koymak Meselesi

Cahiliye Sistemi (Kapitalizm) Ve Arasına Mesafe Koymak Meselesi

Siyah beyaz tek kanallı televizyon dönemi Türkiye’sinde Pazar akşamları tüm Türkiye’nin soluksuz izlediği Dallas dizisi için merhum Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde organize olan büyük bir tepki vardı. Dönemin muhafazakar kamuoyunun, dizinin, Türk aile değerlerini tehdit eden ve toplum ahlakını ifsad eden yönlerine yaptıkları vurgular ve yasaklanmasını talep eden söylemleri hala hafızamızdadır. Hakikaten o dönem Türkiye’sinin sosyokültürel ve ekonomik yapısı içinde dizinin hikayesi, oyunculukları ve sahneleri oldukça aykırı/marjinal sayılabilecek bir niteliği haizdi. Uzun yıllar boyunca gösterimde bu tartışmalarla bulunan dizi, yanına başka dizileri de alarak (Flamingo Yolu, Kartallar Yüksek Uçar, Yalan Rüzgarı gibi…) giderek Türk toplumunun kanıksadığı ve normalleştirdiği hallerle algılanmaya başlandı. O dizide işlenen temalar ve  ilişkiler aynısıyla toplumun belli bir kesiminde temsil şansı bulmaya da başladı. Dizinin vazettiği hayat tarzı ve ilişkiler, özellikle Özal ve sonrasındaki Serbest Piyasa Ekonomisi, AB ve Batı ile her alanda bütünleşme hamleleriyle giderek daha da hakimiyet kazandı. Bu yüzden mütedeyyin çevrelerde kendilerini ve ailelerini bu tehditten kurtaracak yollar uygulanmaya, evlere televizyon sokmamak ve var olanları da açmamak şeklinde birtakım tedbirler alınmaya başlandı. Öyle ya, madem ki bu sihirli kutunun böylesi maharetleri  ve marazları vardı. Çözüm oldukça basitti. Bu kutuyu eve sokmamak ya da fişini çekmek.

Velhasılı Rahmetli Seyyit Kutup’un  50’li yıllardaki Mısır şartlarında kaleme alarak tasvir ettiği ve arasına mutlaka mesafe konulması gerektiğini vurguladığı cahiliye sisteminin en önemli imtihan konularından ve enstrümanlarından birisi olan TV ile mütedeyyin insanlarımızın imtihanı bizde de 80’li yıllarda başlamıştı.

Tabi ki Kutup, cahiliye sistemi ile sadece tv ile olan imtihanı kastetmiyordu. Fakat o dünyayı müşahhas bir biçimde temsil eden en önemli araç buydu. Sistemin okulları, bankaları, siyasal partileri v.s gibi bir dizi imtihan konuları daha da vardı. Ve bunlarla ilişkilerin mesafesini ayarlamak da cahiliye sistemi ile olan mesafeyi ayarlamanın gösterenleriydi. O dönemlerde ve izleyen yıllar boyunca Kutup’un tasvir ettiği cahiliye sistemi ile olan mesafelerin ayarlanması İslami kesimin en önemli sorunu olarak görülmekteydi. Bu sorunla baş edemeyenlerle mesafelerin yeniden ayarlandığı bir dizi uygulamalar da bu camianın bölünmesine ve aralarındaki ihtilaf konularının derinleşmesine neden oluyordu.

O günden bugüne dünya oldukça değişti. Küreselleşme ve küresel kültür, tüm teknolojik gelişimi ve enstrümanları ile dünyayı bir köye dönüştürecek denli değişti. Artık ulusların ve devletlerin arasındaki sınırların neredeyse kalktığı, ulaşım haberleşme ağları ile bir ağ toplumu hüviyeti kazanan dünya insanları arasında iletişimi, haberleşmeyi sağlayan, interneti ve sosyal medyasıyla dünyamız, kablolu-kablosuz yayın teknolojisiyle bambaşka bir hal aldı.

Artık bazı sorular cevabını bulmalıydı: Kutup'un yaşadığı dönemde cahiliyye olarak adlandırdığı, etrafındaki dünya ile şimdiki dünya aynı mı? O dünya ile arasında bir Müslüman kolayca mesafe koyabiliyorken şimdi bu mümkün mü? Misal: Evlerine TV sokmayarak, çocuklarını cahiliyye sisteminin okullarından uzak tutarak, bankalardan uzak durarak o dönemin Müslümanlarının o mesafeyi koyabilmeleri/koruyabilmeleri mümkündü. Ya da kendi gettolarını kurarak cahiliye toplumundan kendilerini izole etmeyi başarmaları ki, bunu dahi başarabilmiş miydiler acaba? Çünkü bu dünyanın anti modernist tavırların ve eylemlerin günün sonunda modernizmi besleyen bir hüviyete bürünmesi gibi bir paradoksu var. Televizyonsuz ya da okulsuz bırakılan çocukların yaşadıkları kapitalist habitus’ta çok makbul bir kişilik ve psikoloji ile büyüyebilmeleri mümkün değildi. Aynı şekilde kapitalist ekonomi çarkının vazgeçilmez enstrümanları ile ilişkisiz bir ticaretin adeta imkansız olması gibi. Bugün, kredi kartları, vade farklarıyla, Faizle, senetlerle, bankalarla ve kredileriyle hemhal yeşil sermayenin travmatik geçmişinde, bilinçaltına gömülü bu tarz yoksunluklar ve yoksulluklar vardır. Aynı şekilde mütedeyyin kesimlerin çocuk yetiştirme pratiklerindeki tüm çarpıklıkların arka planında da bu görmemişliğin, yoksunluğun, yoksulluğun olduğu gibi, Demek ki aslında, eskiden de cahiliye ile mesafe koymanın kolay gördüğümüz pratikleri de bizleri çok da selametli bir yola çıkartmıyormuş. Ama tedbir ve tavır konusunda cahiliye ile oluşturulacak mesafe konusunda tartışmasız akla ilk gelen yollar ve tavırlar bunlardı. Bir süre de akıl ve ruh sağlığını muhafaza eden yönleri de vardı. Ama dünyanın aldığı yeni şekil ve form mütedeyyin insanların akıl ve ruh sağlığını katmerli bir biçimde bozmaya yetmişti.

Peki şimdi yaşanan hayat için cahiliye sisteminden bu şekilde kopmak mümkün müdür?

Küresel dünya, tüm değerler sistemini ailenin en mahrem köşelerine, en küçük bebelerin zihinlerine sızarak teknolojisi ile Laptop, Iphone, internet gibi ağlar aracılığıyla, ve bilumum sosyal medyası ve kablolu-kablosuz kanalları ile topyekun taarruz halinde. Yetmiyor, serbest piyasa ekonomisi ve kapitalizmi ile metropolleri ve tam da bu piyasaya hizmet eden devasa bankacılık ve finans sistemleri, devasa kurumsal örgütleri ile bizi alıştırdığı tüketim mekanları ve kültürüyle; tüm bunları üreten, organize eden kurumları, kültür endüstrisi ile taarruzu artık bilfiil işgale dönüştürmüş durumdadır. Adeta sona erdiği düşünülen  kolonyalizmin yeni vücut bulmuş biçimi/formu ile karşı karşıyayız. Şimdi Rahmetli Kutup'un tahayyülü ile karşımıza çıkardığı ve adına cahiliyye dediği kapitalist sistem ve toplum yapısı bizim içinde yaşadığımız sistemin yanında devede kulak gibi kalıyor. Seyyit Kutup, zamanının cahiliyye sistemini, Yoldaki İşaretler'inde “insanlığı cehennemi bir uçurumun kenarına taşıyan bir değersizlik” ortamı olarak tasvir ediyordu. Büyük ihtimalle Amerika seyahatinden edindiği izlenimler ve hissiyatla bunu yapmıştı. Çünkü Kutup zamanının Mısır'ı bu tarz korkunç bir tasviri hakkediyor muydu? Bu oldukça şüphelidir. Belki de, Amerika özelinde Batı'nın sefih ve değerler açısından sefil görüntüsü O'na bu çıkarımı yaptırmıştır. Kendi tarihsel ve öznel müşahedelerine dayanan tecrübelerinden hareketle Kutup'un tasvir ettiği bu korkunç dünyadaki toplumsal değersizlik durumunu içinde yaşadıkları dünya ve topluma birebir uyarlama acelesi gösteren takipçileri, toplumun bu halini ve gidişatını değiştirip düzeltmek yerine bu toplumla aralarına mesafeler koyup onları ötekileştirip düşman addedecekleri birtakım harici mantıkların konusu haline getirdiler.

Oysa büyük olasılıkla mevzu ilkin Amerikan toplumu ve Batı ile ilgiliydi.
Her ne kadar İslam coğrafyalarında iktidarlar toplumlarını bu sefih ve sefil değersizlikle tanıştırma ve kaynaştırma politikaları uygulasa da bu coğrafyanın insanları en azından yaşam tarzları itibarı ile henüz tasvir edilen değersizlik çukurunun yakınında bile değillerdi. Kutup'un cahiliye toplumu tasviri en çok gelecekte İslam toplumlarını bekleyen durumun bir öngörüsü olarak okunabilirdi belki de, mevcut durumlarının bir izahı olarak değil. Fakat bu ayrım, fark gözetilmeden aceleyle yapılan topluma dönük genellemeler ve bu toplumla kurulan ilişkiler/iletişimler toplumun cahiliye toplumu olması sürecini engellemenin aksine hızlandırdığı da söylenebilir. Kutup'un metinlerinin Mısır'da ve Türkiye'de aynı şekilde anlaşılmaması da her iki ülke toplumlarının sosyolojik gerçeklik farkının gözetilmemesi ile ilgilidir. Kutup'u işte tam da burada aşmak değilse de yeniden üretmek gerekiyor. O'nun gösterdiği yolda (ilkelerini unutmadan) bu yolun erleri olarak mukavemet, mücadele, cehd cephelerini doğru okuyarak doğru ve yeni yöntemler ortaya koyarak yürümek.

Kutup, ilkesel olarak ideal olanı söylüyor ve işaret ediyordu. Bunun her toplumda ve zamanda uygulanabilirliği ise tartışmalıydı. Bu yüzden en başta Kutup'un cahiliyye sistemi ve toplumu kategorisini yeniden revize etmek gerekmektedir. Çünkü Kutub'un cahiliye dediği sistem ve ona karşı mesafe koymak düşüncesi büyük ölçüde bir kurgudur ve hayal ürünüdür. Gerçekliğe takılan bir teoridir. Çünkü dünya, Kutub'un öngördüğü gibi dönmedi. Kutup'un hayallerinin ve kurgularının ötesinde bir dünya, bir hayat bu yaşadığımız. Kutup'un yol haritası bizleri sadece yaşamayı zorlaştıran bir din sahibi yapar. Yaşayamadıkça inancı ile pratiği arasında sürekli şizofrenik ruh halleriyle ızdırap duyan birer psikotikler üretir. Oysa din, yani İslam, insana en başta huzur veren bir enstrümandır. İnsan mı din içindir, din mi insan içindir? Sorusu ile yeterli yüzleşmeyi yapmadan cevabı doğru vermek imkansızdır. (İlke olarak tabi ki her şey Allah içindir. Bunu unutmadan, Allah'ın din olarak bize gönderdiği yine insanın bu dünyadaki iyiliğine, ahlakına, şerefine, onuruna, huzuruna, güzelliğine katkı sunsun diyedir ve rahmettir...)
Önceliğimiz, bu dünyayı yeniden okumak, anlamak ve yorumlamak olmalıdır. Bunu yaparken de bize zihin konforu sağladığı için terk edemediğimiz bazı kalıplardan ezberlerden kurtulmamız gerekiyor.

"Filozoflar dünyayı hep anlamaya çalıştılar, değiştirmeyi düşünmediler..." diyerek devrimciliğe soyunan Marks gibi Kutup'ta da devrimci bir tema baskındır. Yoldaki İşaretler[1] ve Fizilal Müslüman davetçilerin (devrimci) elinde bu yüzden hep bir dascapital hükmü gördü. Şimdilerdeyse, dünyayı anlamaktansa değiştirmeyi tercih etmenin maliyetini hesaplamak gerekiyor. Kutup'un cahiliye toplumu tasviri ve onu değiştirme iradesini ortaya koymasının üzerinden neredeyse 70 yıl geçti. Dünya iyiye doğru değişmek şöyle dursun, kenarında olduğu cehennemi uçurumun dibine doğru yuvarlanmaktadır. Dünya bir zamanlar Marks'ın kurgulayıp hayal ettiği bir şekilde dönmediğinde ardılları nasıl Marks'ı yeniden üretip tedavüle daha güçlü bir şekilde soktularsa bunu bizim de yapmamız gerek. Marks için de dünya, kapitalist bir dünya idi (Kutup'ta bu dünyanın adı cahiliyye'dir.) ve içinde sadece işçilerle patronlar (Kutup'un dünyasındaki Müminlerle müşrikler gibi) vardı. Muhtemelen diyalektik düşüncenin yapısalcı teorilere paradigmatik etki yaptığı soğuk savaş jargonunun hakimiyeti bu tarz diyalektik düşüncelerin üretilmesini sağlıyordu. Kutup da o zeminden beslenen, o habitusun ürünü bir kafa ile meseleleri bu şekilde ele alıyordu. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Bu insanın tarihselliğinin kaçınılmaz bir durumudur.

Marks’ın dünyayı değiştirecek “proleter sınıfı” gibi Kutub’un da “öncü erleri” vardı. Fakat ikisinin de umudu olan bu devrimci sınıflar geçen zamanlar sonunda neredeyse ortadan kayboldular. Çünkü dünya öngördüklerinden farklı bir şekilde dönmüş ve dönüşmüş idi.

Post Marksistler 20. yüzyıl boyunca tüm dünyada sorun, mücadele alanı olarak sadece emek sömürüsünün olmadığını; kadın haklarından çevre/iklim sorunlarına; çocuk haklarından kültür emperyalizmine/ sömürgeciliğine; ırkçılık, etnik, dini, mezhepsel bir çok soruna varıncaya kadar ezilmişlerin safında (mustazaflar yanında) mücadele etmenin (cihat) gereğini kavradılar. Sadece sınıf kavgası vermek değildi dava, tüm bunların kavgasını vermekti.

Kutup'un ilke olarak tabi ki tartışıl(a)mayacak Tevhid davası ve kavgası olarak sunduğu, kalın puntolarla vurguladığı yol bizi ahlaksızlıklar, yolsuzluklar, adaletsizlikler, sömürgecilik, ümmetin perişanlığı (iktisadi siyasi entelektüel açıdan...), emek sömürülerine, kadın çocuk haklarına, çevre sorunlarına, küresel çaptaki eşitsizlikler sorununa bigane bırakmamalıydı. Postmarksistlerin Marks’ı aşmaları bu sorun çeşitliliğini görmeleriydi. Marks da kendi döneminde zaten ezilenlerin yanında değil miydi? Diyerek koyuldular yola. Bu şekilde, Kutup’un yeni, güncel yorumları niçin mümkün olmasın? Tevhitçi olmak çok güzel, doğru ve tartışılmaz zaten de bu durum totolojik bir hal almış mahallede. Adeta tevhitçilik diğer sorunları görmeyi engelleyecek denli körlük de üretiyor. Bir tarz ifrat tefrit olayı. Velhasılı mevzu uzun ve derin...

NOT: Bu konuda Tezkire'de 3 yıl önce yayımladığım "Seyyit Kutup'u Soldan Okumak" makalesi de okunabilir...Selam ve muhabbetle

 

 

[1] 12 Eylül sonrası çantalarında "Yoldaki İşaretler"i yakalatanlar; polise, "-ehliyet sınavına çalışıyoruz” diyorlardı.

Sonrasında bu ehliyeti alamadan ya da kitaba iyice vakıf olmadan İslamcılık yapmaya çalıştılarsa da ortaya çok ucube bazı kamyon şoförleri çıktı. herkesi sollayan, üstünden geçip giden şoförler, üstelik kimseye de yol vermeyen, yollar sadece benim, diyen trafik canavarları...

Sonrasında, ehliyetli olmanın anlamını kavrayamayanlar çoğaldı, trafik polisi kesildiler başımıza. Herkese ceza kesip durdular. Yollar artık hiç emniyetli değildi anlayacağınız… bu yüzden insanlar toplu taşımacılığı tercih eder oldular.

Diğer Yazıları

Kuveyt Gezi Notları

Kuveyt Gezi Notları

  • 13.07.2024 / 02:03

Yorum Yaz