Bütün Camileri ve Cemaatleri Kapatın!

İslam medeniyeti cami eksenli bir medeniyettir. Bu gerçeği unutan, ihmal eden veya görmezden gelen herkes, bir medeniyetin omurgasını çökerten büyük bir hatanın içindedir. Cami, yalnızca bir ibadethane değil; bir ilim ve irfan merkezi, bir mektep, bir sohbet halkası, bir ruh inşa ocağıdır. Yalnızca secde edilen bir mekân değil, şehri ve insanı yoğuran bir ocağın merkezidir…
Bu yüzden, İslam toplumları caminin avlusunda şekillenmiş, caminin gölgesinde büyümüştür. Ancak günümüzde camiler ve mescitler, nefsini ve iradesini kaybetmiş bir ölü bedene dönüşmüş; cemaatler ise bu bedenden koparak kendi içine kapanmış, birbirinden izole gettolar hâline gelmiştir. Cami, cemiyetin kalbinden uzaklaştıkça; cemaatler ve tarikatlar da camiden uzaklaşmış, kendi içlerine çekilip dar çevrelerine hapsolmuştur…
Öyleyse kapatın camileri… Çünkü o camiler artık cemiyetin ruhunu taşımıyor. Orada Allah’a açılan gönüller değil, dünyaya kapanan gözler var. Orada ilim ve irfan meclisleri değil, emir ve talimat zincirleri var. Tarikatlar ve cemaatler, caminin mahyasında yanan ışık olmayı bıraktıkları gün, aslında kendi varlık nedenlerini de kaybettiler. O yüzden bereket kayboldu, ruh soldu, muhabbet yok oldu. Cami, ruhunu kaybeden bir taş ve beton yığınına, cemaatler ise birbirine kuşkuyla bakan gruplara dönüştü.
Bir zamanlar mahalle caminin etrafında şekillenir, bir şehir caminin ruhuyla mayalanırdı. Mahallenin en itibarlı insanı caminin hocası, en saygıdeğer mekânı caminin avlusu, en kıymetli vakti camide geçirilen vakitti. Cemaatler ve tarikatlar, cami imamı için de bir kontrol mekanizmasıydı. Mahallede bir yetim ağladığında cami bilirdi, bir dert sahibinin duası eksildiğinde cami hissederdi. Çünkü cami, insanı taş duvarlar arasında sıkıştıran bir ibadethane değil, insanın hayatına yön veren bir pusulaydı. Cami, insanın ve toplumun merkeziydi. Sabah namazına veya yatsı namazına gelemeyen cemaatin evi ziyaret edilir, bir derdi, sıkıntısı var mı diye sorulurdu.
Ne zaman ki cami, bir avuç insanın uğradığı bir ‘mekân’a; cemaatler ve tarikatlar ise camiden koparak özel ofislerine, getto benzeri sitelerine, geniş köşklerine, yalnızca belli gruplara hitap eden gizli odalarına çekildi, işte o zaman toplum mayasını kaybetti. Şeyhler, müritlerini cami avlusunda değil, randevuyla kabul etmeye başladığında; müderrisler, ders halkalarını camide değil, kendilerine tahsis edilmiş özel salonlarda kurduğunda bereket kaçtı, ilim silindi, irfan yok oldu, feyiz kesildi. Artık cami, içinde sadece namaz kılınan, devletin imamlarının hutbe okuduğu, halkın belirli saatler arasında girip çıkabildiği bir resmî kuruma dönüştü.
Bugün camiler, imamların minberde dahi devletin sınırlarını aşmaktan çekindiği, dillerini eğip bükerek konuştuğu, korkunun hâkim olduğu mekânlar hâline geldi. Eskiden minberden inen bir âlimin sesi sarayları sarsardı. Bugün ise minbere çıkan bir hoca, cami cemaatini değil, kendisini atayacak makamlara hitap ediyor. Devletin camiden korkusu, caminin ise devletin gözünden düşme korkusu, bizi asli hüviyetimizden kopardı. Oysa cami, ne iktidarın emirlerini taşıyan bir hoparlör ne de halkın sadece namaz vakitlerinde kapısını açıp kapattığı bir bekleme salonudur. Cami, edebin konuşulduğu, erdemin inşa edildiği, insanın kendini bulduğu ve topluma yön verdiği bir mektep olmalıydı. Ama olmadı.
Halihazırda camiler, siyasetin manipülasyonuna açık, toplumun gerçek dertlerinden kopuk, samimiyetin değil, protokolün hâkim olduğu yerler hâline geldi. O yüzden, nefsine esir olmuş, irfanını yitirmiş, içinden adam çıkaramayan bütün camileri kapatın. Çünkü bu camiler, ruhsuzsa bir taş yığınıdır, içine bereket sinmemişse bir harabedir, yalnızca namaz için var olan bir mescitse eksiktir. Ve en çok da şeyhlerimizin, hocalarımızın özel ofislerinde insan ağırladığı bir devirde eksiktir.
Günümüz Türkiyesinde gençlere “Camilere gidin” deniliyor ama “Gelin” denilmiyor. Çünkü cami, artık bir karşılaşma noktası değil. Şeyhler ve ağabeyler, talebelerini güzel ofislerinde kabul ederken, hocalar, ilmi derin sohbetleri özel meclislerinde yaparken, sıradan bir insanın camide bir âlimin dizinin dibine oturup ders alması hayal oluyor. O yüzden camiyi, medeniyetin temel taşı olmaktan çıkardık. Onu bir ibadet yeri olarak koruyup, toplumsal yönünü yok ettik. Yaşlılarımız bile vakitlerini camide geçirmez oldu…
Bir zamanlar şeyhler, hocalar, müderrisler, bütün görüşmelerini caminin avlusunda yapardı. İrfan meclisleri camide kurulur, ilim camide konuşulur, istişareler camide yapılırdı. Bugün ise mürşitler, müridlerini cami avlusunda değil, özel davetlerde, kapalı mekânlarda kabul ediyor. Hâlbuki bir mürşidin en büyük vasfı, halkın arasına karışmak, onlarla hemhâl olmak, onların dertleriyle dertlenmek değil miydi? Bugün bir gencin bir şeyhe ulaşması, bir hocayla sohbet edebilmesi, caminin duvarları arasından çıkıp özel mekânlara hapsedildi. Ve camiden kopan her hareket, zaman içinde mahallesini, toplumunu ve nihayetinde kendini kaybetti…
Bütün camileri ve cemaatleri kapatın! Ama bir şartla: Onları yeniden açarken, eski ruhlarına geri döndürün. Cami, minaresiyle değil, içindeki ilimle yükselmeli. Mihrapta imamın değil, hakkın sesi yankılanmalı. Tarikat şeyhleri ve cemaat ağabeyleri, müridlerini ve talebelerini cami avlusunda karşılamalı, ilim adamları ders halkalarını minberin yanı başında kurmalı. Bir genç, bir âlimi görmek için kapılar çalmak, randevular almak zorunda olmamalı. Bir derviş, şeyhinin odasına değil, caminin göğsüne sığınmalı.
Camiler, tekrar mahalleyle bütünleşmeli. Çünkü caminin hayat verdiği mahalle, bir medeniyetin özüdür. O özden koptuğumuzda, ruhumuzu kaybettik. Eğer camiler tekrar hayatın merkezi olmazsa, eğer cemaatler tekrar cami eksenli olmazsa, o zaman sadece taşlardan, duvarlardan ve resmî ritüellerden ibaret bir din kalır elimizde…
Öyleyse ya camileri ve cemaatleri kapatın ya da onları yeniden diriltin!