Bir Yıl Sonraki Soru: Aksa Tufanı Kaç Yıl Sürecek?
Aksa Tufanı üzerinden bir yıl geçti. Tarihin en yoğun ve en uzun hissedildiği, dakikaların aydan farksız olduğu, yaşanan her an içinde insanlığın diplere vurduğu, belki direniş cephesinden yansıyan sahnelerde de insanlığa dair bütün umutların aynı şekilde canlandığı koca bir yıl. Elbette Gazze’de vahşi soykırım zulmüne maruz kalan Gazzeliler için çok daha uzun hissedilmiş bir yıl. Şimdi insanlık adına bundan kimin ne öğrendiği ne kazanıp ne kaybettiğine dair bir bilanço çıkarılması gereken bir yıl.
Herşeyden önce tekrar hatırlatmak gerekir ki olay 7 Ekim’de başlamış değil; ne Siyonist işgal ve saldırganlık açısından ne de ona karşı sergilenen direniş açısından. Ama 7 Ekim’i bir başlangıç kılan yanı, 75 yıldır ilk defa direnişin inisiyatif alarak son derece etkili, şaşırtıcı, hatta şok edici bir karşı hamlesi olmasıdır. Bu bir yıl boyunca İsrail, soykırımcı vahşetine mazeret olarak 7 Ekim’de Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısını bahane edip durdu. Ona zaten kayıtsız şartsız destek vermekte olan ABD ve Avrupa ülkeleri onun bu bahanelerini her zamanki gibi ciddiye alıp desteklerine devam ettiler. Ancak dünya alem bildi ve gördü ki 7 Ekim bir sebep değil sonuçtu.
75 yıldır devam etmekte olan işgalci vahşet ve saldırganlık karşısında Filistinlilere ne Arap-İslam dünyasından ne de BM’den ne de İsrail’in sınırsız destekçisi ABD’nin arada bir pişkince iddia ettiği tarafsız arabulucuğundan bir fayda gelmiyor. İsrail işgaline devam ederek Filistinlilerin topraklarını gaspetmeye, onları yersiz-yurtsuzlaştırmaya devam ediyordu.
BM kararlarını da tanımayan ve o kararları yok sayarak pervasız işgal ve ihlal eylemlerine devam eden İsrail’in bu eylem tarzı bütün dünyada bir alışkanlık oluşturmuştu. Alışkanlıklar kanıksamaya, kanıksama ise bu hak ihlallerinin adeta İsrail’in normali, onun müktesep bir hakkı gibi kabul edilmesini sağlıyordu. O da yetmiyormuş gibi Filistinlilerin bütün direniş eylemleri de bu rutini kıran, hatta huzuru bozan, bozdukça bıkkınlık yaratan bir olaya dönüşmüştü.
Filistin davası böylece dünyanın neredeyse istikrarını bozmakta bıkkınlık yaratan çaresiz ve lüzumsuz bir konuya dönüşmüştü. Maalesef sadece Batı ülkeleri ve halkları nezdinde değil, İslam halkların nezdinde bile böyle bir algı oluşmaya başlamıştı. Ne de olsa İsrail Ortadoğu’nun tek demokratik, modern ve kurumsal ülkesi ve toplumuydu. İsrail’e gelmiş olan yerleşimciler ise arkaplanında Holokost draması ve haklılığı olan, alabildiğine rutin bir insanlık durumuydu. Burada Filistinlilerin evlerinden yurtlarından bu yerleşim programı dolayısıyla edilmesi bir sorun olabilirdi ama bu da gözardı edilebilirdi.
Siyonist İsrail, 75 yıldır sürdürdüğü vahşi, kural tanımaz ve apaçık işgali dostlarına düşmanlarına adeta bu şekilde olabildiğince özgün bir “hayatta kalma”, “varlığını sürdürme” çabası olarak kabul ettirmişti. Ama argümanla, ama bıktırarak, usandırarak veya en olmadı tehdit ederek.
Aksa Tufanı operasyonu ve sonrasında harekete geçen Siyonist katliam aygıtı, bir anda İsrail’in gerçek yüzünün bütün dünyanın gözüne görünmesini sağladı. Taşıdığı maskenin ardındaki o ırkçı, kibirli, zalim, haksız, katliamcı, soykırımcı, suçlu surat herkesin tanıştığı bir surat haline geldi.
Bir yılda katlettiği insanların sayısı 41.788'i aşmış durumda ve bunların %75'i çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşuyor. (+16.891 çocuk ve 11.458 kadın). 5.000'den fazlası çocuk olmak üzere 10.000'den fazla Filistinli hala yıkılan evlerin enkazı altında. Sağlık Bakanlığı'na göre yaralı sayısı 96.794'ü aştı ve bunların çoğu çocuk ve kadın. Gazze'de 17.000'den fazla çocuk anne babalarını veya ikisinden en azından birini kaybetti. Gazze Şeridi'nde, özellikle kuzey bölgelerinde çok sayıda çocuk, artan kıtlık ortasında yetersiz beslenme ve susuzluk sonucu öldü. En az 54 Filistinli tutuklu, 7 Ekim'den bu yana İsrail hapishanelerinde sistematik işkence ve kasıtlı tıbbi ihmalkarlık nedeniyle öldü.
Euro-Med haklar grubuna göre, 1 Mayıs'a kadar Gazze Şeridi'nde 130 toplu mezar keşfedildi. Sağlık Bakanlığı'na göre, Gazze'deki üç hastanede, çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere 520'den fazla şehit cesedinin bulunduğu 7 toplu mezar bulundu. Mesela 17 Ekim'de El-Ehli Baptist Hastanesi'nin bombalanmasıyla 471 kişi öldürüldü. Sivil savunma kurtarma ekiplerinin 85'ten fazla üyesi ve en az 885 sağlık personeli görevleri başında öldürüldü. İsrail işgal ordusu tarafından 212 UNRWA personeli yine görevleri başında öldürüldü.
Bu en basitinden İsrail’in bir yıl içinde Gazze halkına karşı işlediği sistematik soykırımın sayısal tablosu. Bu tabloyu bu şekilde ortaya koyabilen bir devletin bütün insanlık için bir tehdit olacağı çok açık. Bir toplum içinde suç sabıkası arttığı oranda bir şahsın serbest dolaşması bütün toplum için büyük tehdittir. Oysa İsrail irtikap ettiği bütün bu suçlarla daha fazlasını da tekrarını da işleyebileceğini gösterdi. Buna rağmen ABD tarafından aradan geçen bu bir yıl ve bu bir yılda işlediği bütün suçlara rağmen desteklenmeye devam etti.
İsrail’in irtikap ettiği suçlar ve ABD’nin sınırsız destek vermeye devam etmesi açısından bir yıl böyle geçti, ancak bu suç birikiminin bir yıl boyunca devam etmesi neresinden bakılırsa hem İsrail açısından hem de onu sınırsızca desteklemeye devam eden güçlerce büyük bir fiyaskodur.
İsrail’in soykırıma dönüşen saldırganlığına girişirken ilan ettiği iki hedefi vardı: Biri Hamas’ın savaşma kapasitesini ve liderliğini yok etmek, ikincisi Hamas’ın elindeki rehineleri kurtarmak. Sahip olduğu ve devreye soktuğu alabildiğine orantısız gücüne ve saldırganlığına rağmen aradan geçen bir senenin sonunda her iki hedef açısından da elinde sadece sıfır var. Bu neresinden bakılırsa kendisi açısından da, ona sınırsız desteğiyle bütün itibarını masaya süren ABD açısından da büyük bir fiyaskodur. İsrail’in bugün belki bir seviye daha artırdığını gördüğümüz saldırganlığı bu kaybı telafi etme yolunda sergilediği yeni bir çılgınlık. Hamas karşısında kaybettiği itibarını daha kolay hedef olarak Hizbullah karşısındaki skorlarıyla kazanmaya çalışıyor, ama Gazze’de saplandığı bataktan her gün 7 Ekim’deki hezimetleri tekrar yaşamaya devam ediyor.
Bir yılın sonunda geldiğimiz noktanın daha birçok görünümü ve sonucu var elbet.
Bir yılın sonunda Tufan yükselmeye devam ediyor
Aksa Tufanı üzerinden bugün itibariyle bir yıl geçmiş oldu. Elbette İsrail’in zalim bombardımanı altında bu bir yıl içinde Günyüzü görmeyen Gazze halkı açısından çok daha uzun hissedilmiş bir yıl bu. Ama soykırımcı mücrim İsrail ve avanaleri açısından da çok kolay geçmiş olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir yıl olmuştur. Bir yıl, ikiyüzyıldır insanlığa anlattıkları bütün hikayelerin ifşa olduğu, maskelerinin düştüğü o hümanist, ileri, modern, demokratik düzenlerinin altındaki kanların, cinayetlerin, ırkçılığın, sömürünün çırılçıplak meydana serildiği bir yıl oldu. Ama daha önemlisi bütün dünyayı esir almışken bir avuç Gazze’yi teslim alamamanın yaşattığı hüsran o bir yılın her saniyesini Gazzelilerin yaşadıklarından daha uzun bir zaman olarak hissettirdi.
Savaşla ilgili sayısal veriler (ölü sayısı, atılan 3 Hiroşima hacmindeki bomba miktarı) ne olursa olsun, bunların hiçbir öneminin olmadığının bilfiil görülüyor, yaşanıyor olması başlıbaşına bir büyük darbedir İsrail ve dostları için. Moral bozucu, anlatıyı yıkıcı, dertleri dağ gibi büyütücü bir darbe. Buna mukabil sayılar ne söylerse söylesin onlara karşı inancıyla, çıplak bedeniyle ve imanıyla meydan okuyan Gazzeli için bir zafer vardır bu Tufanın bağrında.
İsrail’in Gazze’ye yönelik katliamlarının başında ilan ettiği iki hedefinden de bir yılın sonunda hala çok uzakta olduğunu söylemiştik. Buna mukabil Gazzeliler bir yıl içinde, daha önce neredeyse unutulmaya yüz tutmuş davalarını bütün dünyanın en önemli meselesi haline getirmeyi başardılar. Bir yılın sonunda başta Türkiye’de olmak üzere dünyanın her tarafında eşi benzeri görülmemiş gösteriler Filistin davasını sahiplenerek seslendiriyor. Filistin davası Filistinlilere ait olmanın ötesine çoktan geçmiş durumda. Bu dava bütün insanlığın bu ırkçı, ayrılıkçı, işgalci, Siyonist dünya düzeninin esiri olduğu gerçeğini deşifre etmiş ve bütün insanları Filistin’e özgürlük üzerinden kendi özgürlüklerini talep etmeye sevk etmiştir.
Filistin davası bütün dünyanın farklı bir işgal düzeni içinde, gerek siyasi, gerek ekonomik, gerek medyatik yollarla zihinsel olarak işgal altında olduğuna dair güçlü bir eleştirel aklı harekete geçirmiştir. İşin trajik ve biraz da komik tarafı bütün felsefi entelektüel kariyerini eleştiri üzerine yapmış olan ve dünyaya sözümona eleştirel düşüncenin öğretmenliğini yapmış olan Jürgen Habermas, Sheila Ben Habib gibi filozofların da akıllarının bu iktidar işgalinden muaf olmadığının ortaya çıkmış olması. Aksa Tufanı, hiçbişey yapmadıysa projeleri henüz bitmemiş olduğu için bütün eleştirilere karşı mazeretler ileri süren geç Aydınlanmacılara karşı insanlığı aydınlatmış oldu.
Tabii ki çok daha fazlasını da yaptı. Savunma teknolojilerinin ileri ürünleri ve aşamaları dolayısıyla artık geride kalmış olduğu sıkça söylenen kahramanlığın ölmediğini gösterdi. Allah’ın seçkin kulları oldukları iddiasıyla ve kibriyle hareket ederek diğer insanlara üstünlük taslayan ama Allah’la bağlarını koparmış, sadece teknolojiye ve güçlerine güvenen bir kavme ve o zihniyete teslim olmuş çağımız insanına sadece Allah’a güvenilerek nasıl güçlü ve iddialı olunabileceğini gösterdi.
Kendisi veya bütün yakınları öldürüldüğünde bile enkazın arasından toz toprak içinde zafer işaretiyle çıkarıldığında “biz kazandık” diye meydan okuyan bu özgüven çağımızın insanına daha önce hiç duymadığı bir mesaj gibi gelmiştir. “Bize Allah yeter, o ne güzel vekildir” sözünün içerdiği devrimci gerçekçilik, ona karşı kadercilik eleştirilerinin ukala laubaliliğinin başedemeyeceği ciddiyette bir ders olarak yerine ulaşıyor.
Bu ses o ukalaları ne kadar bulabiliyor bilemeyiz ama dünyanın her yanında Gazze halkının üzerine yağan ölümü öldürüşü ve ona karşı şükrüyle, hamdiyle, Allah’ın ayetlerine olan meftuniyetiyle meydan okuyuşu birer ayet olup insanların gözünü açtı, açıyor.
Elbette başta Müslüman halkların gözünü açtı. 7 Ekim’den önce Müslümanlar nezdinde neredeyse değerden düşmüş olan Filistin, Kudüs, direniş, mücadele, cihat hatta Ahirete dair hesaplar insanların tasavvurlarında, hayatında ve dost-düşman algılarında yeniden canlanıp yerini almış oldu.
Gaza da, şehadet de, yeri geldiğinde onurlu kaybedişler de İslami mücadeleye dahildir. Mümin, istikamet üzere olduğu sürece, iman üzere olduğu müddetçe hiçbir zaman kaybetmez. Ölse de kaybetmez, mağlup olsa da kaybetmez. Kaybetmek düşmanınıza benzediğiniz zaman başınıza gelen bir musibettir ancak. Arap Baharından sonra İslami hareketler darbelerle durdurulmaya çalışıldı. İslamcılığın sonuna, başarısızlığına dair malum nakarat devreye girdi. Başarısız olan İslamcılar değildi halbuki, bizatihi bu sistemin kendisinin bütün iddialarından vazgeçişi, iflas edişi ve Müslümanlara tahammül edemeyişiydi. Müslümanların meydan okumasına karşı kendini lağvetme, kendi sistemini kilitleme, altını oyma pahasına siyasi veya fiili katliamlara girişmesiydi.
Bugün İslamcıların bu zorbalık karşısında geriletilmesine mukabil kazanmış, dünyaya yeni bir vizyon, değer ve ideal sunabilmiş bir proje yok. Ne İslam dünyasında ne de bütün dünyada. Buna mukabil tekrar öldürüldü diye zafer naraları atılmış dünyada İslam’ın neleri temsil ettiğinin gözardı edilmiş olduğu muhakkak. İslam Batı medeniyetinin temsil ettiği ve iddia ettiği kazanımlardan daha fazlasını sunma iddiasında olmadı hiçbir zaman. Bu saatten sonra da insanlara daha iyi bir dünyalık iddiası yok, ama gözlerin iyice alışmış olması dolayısıyla farkedilmeyecek hale gelmiş kula kulluğun karanlığının, zulmünün farkına vardırmak ve özgürleştirmek gibi bir davası var. Bu davanın başarılarını veya başarısızlıklarını o karanlıklarda yaşayanların ölçme ve değerlendirme imkanları yoktur.
Gazze, aslında maddi egemenliğe, ırkçı kibrin teknolojik üstünlükle şımarıkça ifade edildiği bir dünya düzenine karşı mücadelenin başka bir matematiğinin olduğunu gösterdi. 17 yıldır kuşatma altında adeta bir toplama kampında tutulmaya çalışılan bir halkın içinden, inanmışlarsa, özgürlük iradesinin sökülüp alınamayacağını gördü bütün dünya. Üstelik o halk bütün dünyaya direnişin, özgürleşmenin yollarını da anlattı. Sadece duruşlarıyla, şehadetleriyle, direnişleriyle, şükürleriyle insanlara başka türlü bir hayatın, başka türlü bir varoluşun mümkün olduğunu gösterdi Gazze halkı.
Gazze’nin yiğitleri bu duruşlarıyla insanların içinde bulundukları Tufanı karşı uyanmaya ve kurtuluş gemisine binmeye davet etti. Kibirli ve şımarık ırkçı İsrail ve avanesi bu isyanı birkaç gün içinde boğabileceğini vehmetti. Daha önce hep böyle olmuştu çünkü. Şimdiye kadar bir yıl sürmüş bir savaş yaşamadı Siyonistler. Ancak bir yılın sonunda hala belirsiz bir maceraya doğru sürüklendiklerini hissediyorlar. Bir yıl boyunca bu tufanın farkına varıp dünya düzeninin egemenlerine karşı duruşa geçenlerin ise Tufan olup yükselmeye ve akmaya devam etti. Birinci yıl dönümünde dünya şehirlerinin tamamında insanların bu Tufanın içinde bir katre olmaya doğru koştuklarını gördük.