2024’ün Ardından, 2025’in İlk Günü Münasebetiyle, İslam Dünyasının Durumu
Yılları, ayları, haftaları, günleri, istikametimizi bulalım diye yaratan Allah’a şükürler olsun. İnsanlar arasında dolaştırdığı günleri, yılları üzerimizden akıp gidiyor.
Bu günlerin kalıcı olduğunu zanneden insanlar bu akışın ancak sarsıntılı, girdaplı, fırtınalı anlarında akışın farkına varıyorlar ama ne varış. İnsanın feleği şaşıyor. Bu günleri yaşadığı zulüm, baskı ve acılar dolayısıyla zor geçirenler için bu olağanüstü haller Allah’ın bu akan-değişen, el değiştiren günlerini bir umudun canlanışı olarak idrak ediyorlar. Sürdükleri saltanatın şımarttığı azgın kişilikleriyle, insanlara yaşattıkları zulümle, yaktıkları hayatlarla kendileri için yarattıkları suni aydınlığın hiç geçmeyeceğini zanneden zalimlerse nasıl bir inkılapla devrildiklerini görüverirler de felekleri şaşırır.
2025 yılına tam da günlerin kalıcı olduğuna dair şımarmış ve azmış insanlarla bu günlerin umutlarını körelttiği insanlar arasında bu günlerin dolaşımına şahit olduğumuz bir atmosferde giriyoruz. Karanlıktan aydınlığa geçişin, ölümden sonra dirilişin, kıştan sonra baharın mukadder olduğunu karanlık, ölüm, kış safhasında unutuverir insan. Umutlar tükenmeye yüz tutar, halin ebedi olduğu zannıyla Allah’ın rahmetinden bile umut kesilir. Oysa Allah’ın günleri insanlar arasında dolaşır durur.
7 Ekim 2023’te insanlığın yüzkarası bir Siyonist rejimin kendi normallerini bütün dünyaya kabul ettirerek, karanlığı aydınlık gibi gösterdiği bir anda insanlar arasında bir grup insanın kendilerini yakarak hakikatte karanlık neymiş, aydınlık neymiş bütün insanlara göstermiş oldu. Modern, aydınlanmış, demokratik batılı veya batılılaşmış dünyanın yüzündeki maskelerin indiği emsalsiz bir hamle olarak ortaya çıktı Gazzeli yiğitlerin kıyamı. Hayat ile ölüm arasındaki mesafede insanlığın kaç defa ölebildiğini, kaç defa yerin dibine geçerek tükenebildiğini, ayaklar altına alınabildiğini gösterdi Gazze Mücahitleri. Ölümleriyle insanlara hayatı anlattılar, çocuklarının parçalanan cesetleriyle insanlara kendi sefaletlerinin dibini canlı canlı gösterdiler.
Hilafetin kaldırılışından sonra İslam dünyasının yaşadığı yüzyıl, kuşkusuz en uzun yüzyıl. Müslümanların başsız, bedensiz olarak dünya sathına yayılan darmadağınık halleri ölmekle bitmeyen bir mihneti de varlıklarının ayrılmaz bir yanı olarak onlara yapıştırıp durdu. Hilafetin kaldırılışından sonra sayıları gittikçe artan Müslümanlar dünyada her türlü işgale, zulme, sömürüye, aşağılamaya maruz kaldıkları halde Müslümanlar olarak seslerini çıkaramadılar, çıkan seslere kimse kulak vermedi. 2024’ü hilaefetin kaldırılışının yüzüncü yıldönümü olarak bambaşka bir şuurla idrak etmek gerekiyordu bütün dünyada. Doğrusu bunun yolu belki konferanslar, toplantılar, yayınlar yoluyla olmasını beklemek yanıltıcı olmuştur. Kanaatimce İslam dünyasında yaşanan bazı hadiseler tam da Hilafetin kaldırılışının yüzüncü yıldönümünde dünyada Müslümanların hala hayatiyete sahip olduklarını gösterecek mahiyette oldu. Bunlardan biri yüzüncü yıldan kısa bir süre önce, 7 Ekim’de harekete geçen Aksa Tufanı idi. Üstelik Aksa Tufanı sadece Müslüman dünyanın değil, bütün dünyanın işgal altında olduğunu, iradesiz hale getirildiğini ve esir alınmış olduğunu gösterirken, Müslümanlarınsa yok olmadıklarını, teslim olmadıklarını ve olmayacaklarını göstermiş oldu. Esasen Filistin’in içinde bulunduğu işgal durumu, İsrail Siyonist devletinin kuruluşu yüz yıl önceki büyük işgal ve paylaşımdan bağımsız değildi. Yüzyıllık dosyaların tekrar açılmasıdır Aksa Tufanı harekatı.
7 Ekim’den sonra başlayan bu süreçte dünya artık eski dünya olamazdı, olamadı. Çöken Siyonist İsrail efsaneleri ve onu himaye eden dünyanın medeni dünyanın bütün makyajları en çirkin suratları ortaya çıkaracak şekilde yüzüne döküldü. Kısa bir süre içinde kurulu uluslararası düzen veya İslam dünyasında geçerli olan uzantılarının bütün ahlaki, moral ve meşruiyet zeminleri yok oldu. Kimsenin başkasının yüzüne bakarak ileri sürebileceği hiçbir moral iddiası kalmadı. İsrail bir kara delik gibi bütün ahlaki üstünlük sermayesini tüketti Batılı dünyanın. İslam dünyasının da hatta bütün dünyanın da işgal altında olduğu gerçeği bütün yapaylığıyla ifşa oldu. Süreç içinde bütün dünyanın işgal altında olduğu, bir tek Gazze’nin direnerek özgür olduğu ve yok edilmeye çalışıldığı gerçeği görünür hale geldi.
Yine de 7 Ekim çıkışı, herkesin teslim olduğu firavuni-Siyonist dünya düzenine karşı umutların yok edilemeyeceğini ilan eden bir özgürlük meşalesi gibi yandı. 2024 yılının tamamında 450 günü dolduran Siyonist soykırımcı vahşete rağmen teslim alınamayan bir direniş iradesine şahit olduk. Bir vahşi ve canhıraş yokediş ve soykırım çabalarına rağmen direnişin teslim alınamaması ve bunun bir şekilde canlı tuttuğu umutlar bana göre 2024 yılının en önemli hadisesidir.
Tam da bundan dolayı bundan dolayı Aksa Tufanı’ndan sonra dünyanın artık eski dünya olamayacağı herkesin dillendirdiği bir gerçek haline geldi. Dünyada Siyonizmi normal gören dünyanın maruz kaldığı lanet kendini her aşamada daha fazla hissettiriyor. Uluslararası Ceza Mahkemesinde İsrail’in soykırım suçlamasıyla yargılanması ve Netanyahu ve Genel Kurmay Başkanına tutuklama kararı çıkmış olması azımsanacak bir olay değildir. Bu, şimdiye kadar insanlığın ensesine boza pişirircesine sürdürülen ve İsrail’in tepe tepe istismar ettiği Holokost anlatısının, Batılı demokrasi, insan hakları ve demokrasi anlatısının, Müslümanlara yönelik Islamofobik anlatıların tamamen tersyüz edilişinin resmiydi.
2024 yılının son ayına girdiğimizde başlayan ve 54 yıl sürmüş kanlı ve despotik Esad rejimini, 14 yıl sürmüş Beşşar Esad’ın kendi halkına karşı uyguladığı soykırımı 11 günde bitiren devrimi de Aksa Tufanının artçı dalgası olarak görsek yeridir. Onun oynattığı taşların arasından, Suriye halkının kendi kaderini tayin etmek üzere yola çıkışına güçlü bir zemin hazırlamış oldu. Devrim elbette 11 günde olmadı, arkasında devrimin lideri Ahmet el-Şara’nın ifadesiyle 14 yıllık bir “hazırlık” ve neticesinde Aksa Tufanının sonucunda ortaya çıkan “fırsatın bir değerlendirmesi” vardı.
Bu devrimin nerdeyse umutların tükendiği, herkesin mevcut duruma göre hesaplarını ve planlamalarını yaptığı bir anda gelmiş olması birçok şeye işaret ediyor tabi. Herşeyden önce arkasında olduğu söylenen bütün güçlerin bu devrim esnasında başka hesaplar içinde olduğu gerçeğini gösteriyor. ABD, İran, Rusya, İsrail, Körfez ülkeleri, Arap Birliği bu devrimin hemen öncesinde Suriye’ye dair başka planların, başka hesapların içindeydi. Bu hesap ve planların hepsinin içinde Esed’e yer vardı ama Suriye halkına yer yoktu. Dolayısıyla kimsenin Suriye halkına minnet edeceği bir durum yok. Ortaya çıkan ve neticesinde başta bütün Suriye halkı için olduğu kadar aslında bütün insanlık için bir kazanım olan bu devrim dolayısıyla Suriye halkı kimseye minnet borçlu değil. Dahası herkes biraz mahcup olmalı. Devrimciler bütün tevazularıyla bu işin tamamen İlahi bir inayetle gerçekleştiğine inanıyorlar. Ama kuşkusuz kendi azim ve iradelerini takdir etmekten geri durmak insaf ölçülerine sığmaz.
2024 yılının tek umut verici hadisesi son ay içinde gerçekleşen bu muazzam devrim değil. Kuşkusuz Bangladeş’te 15 yıl bir tür 28 Şubat rejimi gibi süren Hasina diktasını sona erdiren bir halk devrimi yaşandı. 15 yıl boyunca bilhassa Müslümanlar üzerinde tam bir korku rejimi inşa eden Şeyh Hasina’nın 5 Ağustos’ta Bangladeş’ten kaçmasıyla sonuçlanan öğrenci protestoları ve geniş katılımlı halk yürüyüşleri son yılların en umut verici gelişmelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı.
2024 yılının umut verici gelişmelerinden birisi Sudan’da yine içinde dolaylı veya vekalet yoluyla da olsa İsrail müdahalesinin bulunduğu darbe girişiminin zamanla iyice geriletilmesi oldu. Göçebe-Bedevi Cancevid güçlerinin vekil olarak kullanıldığı bu darbede Sudan halkı iki yıldır en vahşi en acımasız saldırılara maruz kalıyor. Son gelişmelerle gerçekleşen ve meşru hükümet etrafında oluşan ittifak bir tür Kuvayı milliye ruhuyla ülkede kontrolü sağlamaya oldukça yaklaşmış durumda.
2021 Ağustos ayında başlamış olan Afganistan devriminden 2024 yılı boyunca güzel haberler gelmeye devam etti. Ülkede 2021’deki bağımsızlık devrimi sonrasında tarihinde görülmemiş bir barış ve istikrar ortamı sağlanmış durumda. Bu barış ve istikrar ortamında ülkenin temel önceliği ilk defa ülkenin kalkınması haline gelmiş oldu.
İslam coğrafyasındaki bütün bu gelişmeler kuşkusuz Türkiye’nin ya birinci derecede rol oynadığı veya birinci derecede olumlu etkilendiği ve inşallah etkileneceği olaylar. Bunları epey konuştuk, daha da konuşmaya devam edeceğiz.
Yeni yıl, 2023’te başlamış, 2024’te devam etmiş olan bütün bu gelişmelerin devamının geleceği, Türkiye için, İslam dünyası için ve bütün dünya için daha iyi bir yıl olsun. Bugün başlayan mübarek üç ayların da idrakine varmamız duasıyla.